Frost Nixon Tasarım ve Kamera Çalışması



Sanat departmanının yaptığı çalışmalar küçük ve büyük olmak üzere iki farklı boyutta gerçekleşti. Tiyatro sahnesinde Frost ile Nixon arasındaki röportajlar, sadece iki sandalyeyle iki kameranın var olduğu neredeyse bomboş denebilecek küçük bir ortamda meydana gelmişti. İki adamın yakın çekimleri zaman zaman büyük ekrana projeksiyonla yansıtılıyordu. Ancak tiyatroda inandırıcı olan bir ortamın sinema ekranında aynı kredibilitiye ulaşacağına kesin gözüyle bakılamazdı.

Prodüksiyon tasarımcısı Corenblith’in bu konudaki yorumu şöyle: “1977 yılında televizyonda yayınlanan gerçek Frost / Nixon röportajlarıyla kıyaslanmamız kaçınılmazdı. Bu nedenle izleyicinin aklında 1977’den kalan herşeyi yeniden yaratmak için büyük acılar çektik diyebilirim. Setleri hazırlarken en ince detayına kadar özen gösterdik. Odanın röportaj yapılan bölümündeki en küçük tuğla, en küçük set parçası, masadaki bitkinin yaprağına kadar her ayrıntıya dikkat etmek zorundaydık. Ancak röportajın yapıldığı yerin dışındaki diğer kesimlerde çok çeşitli özgürlüklerimiz vardı.

Corenblith sözlerine şöyle devam ediyor: “Tarihin izini sürmenin ve görselliğe dönüştürmenin bir yöntemi de, o dönemin iki efsane isminin ayak izlerini takip etmekten geçiyordu. Bu filme her kesimden izleyici gelecek. Aralarında 1977 doğumlular da olacak, 1977 yılında profesyonel olarak çalışanlar da… Bu nedenle o dönemden belleklerde kalan herşeye sadık kalmalıydık. Ayrıca belgelerde yeri olan ve tarihe mal olmuş bir olayla ilgilendiğimiz için en doğru şekliyle sunmak gibi bir zorunluluğumuz vardı. 70’li yılların ortamı bugüne kadar defalarca yeniden canlandırıldığı için klişelere düşmemek adına dikkatli olmalıydık. Kısacası karikatürize etmeden karakter çalışması yapmamız gerekliydi.”

Kostüm tercihleri de ayrı bir zorluk oluşturdu. O döneme ait 100 figürün kıyafetlerini tek tek hazırlama görevini üstlenen kostüm tasarımcısı Daniel Orlandi, yaptığı çalışmayla ilgili şu bilgiyi veriyor:

“1977 yılında kentin en gözde restoranı Ma Maison’du. Tüm starlar oraya giderdi. O romantik zamanları ve mekanları yeniden bir araya getirmek keyifli oldu. Eski Hollywood’un elit kesiminden her tipte insanın yanısıra yıldızı yeni parlayan insanları da giydirdik. Ayrıca çok güzel smokini içerisinde David Frost’u ve gece kıyafetiyle koluna giren Caroline Cushing’i giydirmek ayrı bir zevk oldu.”

Görüntü yönetmeni Sal Totino ise, film için uyguladığı kamera çalışmasında belgesel tadı sağlamak için gayret gösterdi. O döneme özgü otantizmi sağlayan detayları sunmayı hedeflediğini kaydeden Sal Totino, yaptığı çalışmayı şu sözlerle açıklıyor:

“Röportaj sırasında her dakikanın yoğun ve gergin geçtiğini hepimiz biliyoruz. Küçük detaylara verdiğim önem, o sahnedeki drama boyutunun yükselmesine yardımcı oldu. Arabalar üzerinde yansımaları kullanmak suretiyle yağmur damlaları gibi küçük detaylara kadar dikkatli olduk. Bu filmde uzun merceklere dayalı bir yaklaşım uygulamaya çalıştım. Bu da filmin daha samimi olmasını sağladı.”

“Frost / Nixon”ın 40 gün olarak planlanan çekim takvimi, 38. çalışma gününün sonunda 17 Ekim 2007 günü tamamlandı.

Filmde anlatılan öyküyü yıllar önce yazmaya başlayan senaryo yazarı Morgan, ortaya çıkan sonuca izleyicinin neden ilgi duyacağını şu sözlerle yorumluyor:

“Eğlence olgusunu ciddiye alan yaklaşımın getirdiği sorumluluğu aldım. Umuyorum ki, filmin getirdiği sürprizler, tıpkı tiyatro oyununda olduğu gibi izleyicide birtakım çok özel duygular uyandıracak. Yetişkinlere yönelik sofistike eğlencenin de keyifli olabileceğini hissedecekler. Düşünürken eğlenmenin, eğlenirken düşünmenin tadına varacaklar.”

Frost / Nixon’ın Dünyasını Filme Çekmek

Bir sahne oyununu beyazperdeye aktarmanın çeşitli zorlukları vardır. Bunun üzerine bir de öykünün geçmiş yıllarda geçmesi eklenince zorlukların katlanarak artması kaçınılmaz olur. Ancak bir periyod filmi çekmenin yönetmene, görüntü yönetmenine ve tasarımcılara getirdiği çeşitli faydalar da vardır. Sahnede var olmayan gerçekliği yaratma fırsatı bulurlar. Bu yüzdendir ki, gerçek mekanlara açılan Ron Howard ve prodüksiyon ekibi, Morgan’ın senaryosunu kıtalar arası düzeyde filme çekme fırsatı buldular.

Böyle bir filmin kendisi açısından, “sahne ortamını sokaklarda hayata geçirmek” anlamını taşıdığını ifade eden yönetmen Ron Howard, uyguladığı yaklaşımı şu sözlerle açıklıyor:

“O dönemi yeniden yaratırken yapmaya çalıştığımız şeylerden birisi, mümkün olduğunca otantik olabilmekti. Prodüksiyon tasarımcımız Michael Corenblith ve kostüm tasarımcımız Daniel Orlandi, o çağa ait unsurları ortaya koyarken seçici davrandılar. Parodiye kaçmadan işlerini yaptılar. Aslında 70’li yıllardan küçük küçük parçaları ortaya çıkartma yöntemini uyguladık. Araştırmalarımız sonucu elde ettiğimiz o döneme ait fotoğrafların işaret ettiği yolda ilerledik.”

David Frost’un Kız Arkadaşı Caroline Cushing Rolünde Rebecca Hall

David Frost’un Kız Arkadaşı Caroline Cushing Rolünde Rebecca Hall

David Frost’u baştan çıkartmayı başarabilen az sayıdaki kadından birisi olan kız arkadaşı Caroline Cushing rolünde İngiliz oyuncu Rebecca Hall kamera karşısına geçti. Sosyete dünyasının ünlü siması Howard Cushing’in eski karısı olan Caroline Cushing’in Frost ile tanışması, Nixon röportaj serilerinin başlamasından kısa süre önce gerçekleşmişti. Sonraki yıllarda kız arkadaşı olarak kaldı. Köşe yazarı Liz Smith’in eski sekreteri olan Caroline Cushing, ilerleyen süreçte Caroline Graham adıyla Hollywood’un başarılı editörlerinden birisi oldu.

Rebecca Hall rolüne hazırlanırken neler yaptığını şu sözlerle anlatıyor: “Caroline ile tanışıp konuşma fırsatı bulduğumda onun hakkında mümkün olduğu kadar çok bilgi toplamak önemliydi. Ancak aynı zamanda Peter Morgan’ın senaryosunun kurgusal bir yanı da vardı. Öyküye olabildiğince katkıda bulunmam gerekiyordu. Oynadığım karakterin gerçek kimliğine çok fazla takılıp kalmamalıydım.Öykünün en iyi şekilde anlatılabilmesi için neyin önemli, neyin önemsiz olduğunu ayırabilmem şarttı.”

Filmin diğer rollerinde şu oyuncular oynadılar:

Nixon’ın Beyaz Saray yıllarında özel asistanlığını yapan ve Frost röportajlarına hazırlanmasına da yardımcı olan tarihçi yakın dostu Frank Gannon rolünde Andy Milder;

Nixon’ın başkanlık yaptığı dönemde basın asistanlığını üstlenen Diane Sawyer rolünde Kate Jennings Grant;

Nixon’ın röportaj ekibinde baş araştırmacı görevini üstlenen Ken Khachigian rolünde Gabriel Jarret;

Nixon’ın röportaj ekibinde yer alan eski Beyaz Saray sözcüsü Raymond Price rolünde Jim Meskimen;

Nixon’ın karısı Pat Nixon rolünde Patty McCormack.

Richard Nixon’ın Ekibi

Film yapımcılarını bekleyen bir başka zor görev, Richard Nixon’a hazırlık sürecinde yardım eden karşıt araştırma ekibini oynayacak oyuncuları bulmaktı. Bu ekipte Amerikalı ünlü oyuncu Kevin Bacon ile İngiliz karakter aktörü Toby Jones’un oynamasına karar verildi.

Nixon’ın ekibinin kurmay başkanlığını yapan emekli subay Yarbay Jack Brennan rolünde kamera karşısına geçen Kevin Bacon, bu karakterin önemini şu sözlerle açıklıyor:

“Röportaj serisiyle ilgili kurallar ve altyapı belirlenirken Nixon’ın temsilciliğini Brennan yapmıştı. Nixon’ın deniz kuvvetlerine karşı özel bir ilgisi vardı. Bu nedenle Beyaz Saray’dayken çevresinde bir deniz subayı olmasını istemişti. Nixon istifa ettikten sonra Jack Brennan ile bağlantısını kopartmadı ve kurmay heyetinin başkanı olmasını istedi. Dolayısıyla Brennan onun her zaman sağ kolu oldu.”

Richard Nixon’ın menejerliğini yapan ve Frost ile yapacağı söyleşi karşılığında rekor ücret talep eden ünlü menejer Irving “Swifty” Lazar rolünde İngiliz karakter aktörü Toby Jones oynadı. Aralarında Humphrey Bogart, Lauren Bacall, Cary Grant ve Gregory Peck’in de yer aldığı o dönemin ünlü starlarına menejerlik yapan Irving Lazar, edebiyat dünyasından Hemingway, Capote, Nabokov, Odets, Saroyan ve Tennesse Williams’ın menejerliğini yapıyordu. Ayrıca Cole Porter, Ira Gershwin ve Madonna gibi müzik yıldızlarının da menejerliğini yapmasıyla menejerlik dünyasında efsane isim olmuştu.

David Frost rolünde Michael Sheen

David Frost rolünde Michael Sheen

Tıpkı Langella gibi, David Frost rolünde kamera karşısına geçen Michael Sheen açısından da zorlu bir çalışma süreci vardı. Film kamerası karşısında Frost kimliğine bürünürken sahneye kıyasla çok daha rahat olduğunu kabul eden Michael Sheen, rolünü şu sözlerle yorumluyor:

“Sahnedeyken neredeyse bir yıl boyunca bu karakterle birlikte yaşadım. Sahneden çıkıp film aşamasına geçerken Frost’ta gözlemlediğim temel özellikler fazla değişmedi. Ortada sadece izleyici açısından fark olduğunu düşünüyorum. Sahnedeyken salondaki izleyiciye; filmde ise kameraya karşı oynuyorsunuz. İkisi arasındaki en büyük fark, sahnede sanki uçakta veya Beyaz Saray’daymış rolü yaparken filmde gerçek mekanlarda olup rolünüzü orada yapıyorsunuz.”

Michael Sheen sözlerine şöyle devam ediyor: “Gerçek hayatta var olan karakteri oynamak, beraberinde bazı sorumlulukları da getirir. Senaryo yazarına karşı sorumluluğunuz vardır. Ayrıca portresini çizdiğiniz gerçek insana karşı da sorumluluğunuz sözkonusudur. Ancak gerçek insandan aldığınız bazı gerçek özelliklerin öykü akışına yardımcı olduğuna da kuşku yok. Eğer Frost karakterini aşırı becerikli yapmış olsaydık, Nixon ile yaptığı söyleşiler esnasındaki gerilim ve merak boyutu yok olacaktı. Bu nedenle gerçek Frost’tan sadece bazı belirli unsurları alıp oynadım.”

David Frost’un Araştırma Ekibi

Richard Nixon ile yapacağı dört bölümlük röportaj serisi için David Frost’u hazırlayan 3 kişilik araştırma ekibi rollerinde Matthew Macfadyen, Oliver Platt ve Sam Rockwell oynadı. Kısaca LWT olarak bilinen Londra Weekend Television’da yayınlanan Weekend World adlı programın editörü John Birt rolünde Matthew Macfadyen kamera karşısına geçti. Aynı zamanda BBC’nin genel direktörü de olan John Birt, İngiliz televizyonlarının güçlü figürlerinden birisiydi.

Televizyonlarda 30 yıldan fazla süre görev yaptıktan sonra 2001 ile 2005 yılları arasında İngiltere Başbakanı Tony Blair’e özel danışmanlık da yapmıştı. Frost/Nixon röportajlarının yapımcısı olan John Birt, büyük mücadele için program sunucusunu hazırlayan ekibi organize eden kişiydi.

Deneyimli gazeteci Bob Zelnick rolünü ise Oliver Platt üstlendi. Ulusal Devlet Radyosu’nun eski büro şefi olan Bob Zelnick, Frost ekibine yardım amacıyla Nixon’ın iç ve dış politikasını araştırma görevini almıştı. Nixon ile ilgili konularda ayaklı ansiklopedi gibi olmasıyla tanınıyordu.
Bu rolde kamera karşısına geçen Oliver Platt, “Frost / Nixon” projesine neden sıcak baktığını şu sözlerle açıklıyor: “Ron Howard beni arayıp Peter Morgan’ın senaryosundan film yapacağımızı söyleyince heyecandan yerimde duramadım. Sadece bu bile ilgimi çekmeye yetti. Yüksek kaliteli bir filmde harika aktörlerle beraber oynama fırsatını cazip buldum. Üstelik benden önce Frank, Michael, Kevin, Matthew, Sam gibi dev aktörler sözleşme yapmışken ben devre dışı kalamazdım.”

Aralarında “The Conviction of Richard Nixon: The Untold Story of the Frost / Nixon Interviews” adlı kitabın da bulunduğu 13 kitabın ünlü yazarı James Reston Jr rolü ise Sam Rockwell’e verildi.

Baylar, Herkes Yerini Alsın: Oyuncu Tercihleri

“Frost / Nixon”ın sahne versiyonunun Broadway’deki kapanış tarihi 19 Ağustos 2007 olarak belirlenmişti. Açılışından dört ay sonraya gelen bu tarihte sahne oyununun kapanmasından beş gün sonra filmin çekimlerine başlandı.

Baylar, Herkes Yerini Alsın: Oyuncu Tercihleri

“Frost / Nixon”u çekmeye hazırlanan yapımcıların kesin bir kararı vardı: Film versiyonunda Richard Nixon ile David Frost’un portresini tiyatro sahnesinde olduğu gibi yine Frank Langella ve Michael Sheen çizecekti. Yönetmen Ron Howard bu kararın gerekçesini şu sözlerle açıklıyor:

“Bu iki rolü Michael ile Frank’in alacağı kesindi. Zaten iki aktör arasındaki uyumu, hazırlık ve araştırma sürecini dikkate alırsak bu iki rolde başka aktörlerin oynayabileceğini hayal etmek bile imkansızdır. Sahnede neredeyse iki yıldan beri Frost ve Nixon olarak yaşadılar, filmde de öyle oldu.”

Richard Nixon rolünde Frank Langella

Performansını ortaya koyarken Nixon’ı taklit etmek yerine hata yapabilir bir adamı yorumlamak istediğini söyleyen Frank Langella, rolüne hangi açıdan yaklaştığını şu sözlerle açıklıyor:

“Karşımdaki en büyük zorluk elbette Nixon’ın artık hayatta olmamasıydı. Dolayısıyla onunla konuşma şansım yoktu. Bugüne kadar oynadığım her rolde uyguladığım yaklaşımı burada da hayata geçirdim. Karakterlere şu açıdan bakarım: Ruhu nasıldır? Kalbinin ve beyninin derinliğinde neler olup biter? Herhangi bir karakterin portresini çizerken onun bir politikacı, müzisyen veya seri katil olmasına bakmazsınız. Sonuçta hepsi birer insandır ve hepsinin ruhu, kalbi ve beyni vardır.”

Langella sözlerine şöyle devam ediyor: “Bugüne kadar portresini çizme ayrıcalığına sahip olduğum karakterler arasında Richard Nixon en büyüleyici olanıydı. Ona fena halde kafayı taktım. İçindeki kötü ruhun ne olduğunu bulmaya çalıştım. Nixon’ın sıradan bir insan olmayışını sevdim. Zaten o dönemin tüm politikacıları öyleydi. Hepsi barut fıçısı gibi, zor, komik görünümlü, tuhaf adamlardı. Günümüz politikacılarına kıyasla mizaçlarını daha çok ortaya koyarlardı.”

Oscar ödüllü yapımcı Brian Grazer ise, Nixon rolündeki Langella’nın performansını şu sözlerle değerlendiriyor: “Langella’nın sergilediği Nixon portresinde gerçeküstü (sürreal) birşeyler vardı. Her zaman düşük perdede olan ses tonundan tutun da, sadece Nixon’ın yapabileceği hafifçe gülümsemeye kadar en küçük detayları bile büyüleyici şekilde yaptı. Başka bir aktör oynasaydı o rol kolaylıkla Nixon’ın ucuz bir yorumuna dönüşebilirdi. Ancak o, bunları Nixon’ın bildiğimiz ikonik tavırlarıyla birleştirirken Nixon’ın savunmasız anlarına derin bir duyarlılık katmayı başardı. Öyle ki, Frank Langella’yı seyrederken aktörün ortadan kaybolduğunu, portresini çizdiği çelişkili adamın ortaya çıktığını görüyorsunuz.”

Langella’nın karşısına çıkan zorluklardan birisi, sahne oyunundan film kamerasına geçiş süreci oldu. Deneyimli aktör bu zorluğu nasıl aştığını şu sözlerle açıklıyor:

“Bir karakteri senaryo sayfalarından alıp sahne ortamına taşırken çok özel oyunculuk sorunlarıyla mücadele etmek zorundasınız. Nixon karakterini tiyatro sahnesinde 360 defa oynamıştım. Dolayısıyla Nixon’ın kişilik yapısı konusunda ruhumun derinliğine kadar işleyen bir iç ritme ulaştım. Ancak kamera önünde çok farklı bir ortam vardı. Sahnede iliklerime kadar işleyen bazı özellikleri bir yana atıp yeni pencereler açmak zorundaydım. Bazı unsurları korurken bazılarından vazgeçmek suretiyle yepyeni bir yaklaşıma ulaşmak benim için son derece heyecan verici oldu.”

Frost / Nixon’ı Hayal Etmek: Söyleşilerden Sahne Senaryosuna

Senaryo yazarı Peter Morgan’ın, David Frost ile Richard Nixon’ın dünyasına ilk kez ilgi duyması 1992 yılında oldu. David Frost’un televizyonda yayınlanan biyografisini izleyince, 1977 yılında yayınlanan Richard Nixon söyleşi serilerinde ünlü yayıncının kurnaz rakibini alt etmeyi başarmasından etkilenmişti.

Kraliçe 2. Elizabeth, Idi Amin ve 8. Henry gibi dünya figürlerinin insani boyutu üzerinde uzun süredir çalışma yapmasıyla tanınan Peter Morgan, “Frost / Nixon”un senaryosuna hazırlanırken sadece eski başkan Nixon’la ilgili araştırma yapmakla yetinmedi, aynı zamanda onun en büyük rakibi David Frost üzerine de odaklandı. İngiliz televizyonunun playboyu olarak tanınan David Frost’un tüm kredibilitesi ve kariyeri, bu söyleşiden bir itiraf çıkartma fırsatında yatıyordu.
Frost ile Nixon’ın birbirine zıt yaşamlarından etkilenen Peter Morgan, bu iki adamın öyküsünün en iyi sahne oyunu formatında anlatılabileceğine inanıyordu. Senaryoyu bu formata uygun tasarladığı takdirde söyleşileri, iki tarafın silahlarının sözcükler ve fikirler olduğu gladyatör savaşları şeklinde yansıtabilecekti.

Morgan ele aldığı konuyla ilgili araştırmasını şu sözlerle dile getiriyor: “İki tarafın bu söyleşiye çok sıkı hazırlandığı bir kamplaşma gördüm. Tıpkı satranç veya boks maçına hazırlanan rakipler gibi stratejik bir mücadele vardı. Söyleşi sahnelerini onların kullandığı gerçek sözcüklerle yazmanın mümkün olduğunu düşündüm. Ancak yine de bir yarışma havasının kendine özgü iniş-çıkışlarını simgeleyen detaylarla örerek yapılandırmak doğru olacaktı.”

Filmin dramatizm boyutunu artırmak amacıyla Frost ile Nixon’ın sosyal iletişim becerileri üzerinde odaklandığını belirten Morgan, bu yönde yaptığı keşifleri şu sözlerle açıklıyor:

“İkisi de en temel anlamda birbirinin tam zıttı gibiydi. Eğer Nixon’ın politikacı kimliğiyle insan kimliğini birbirinden ayırırsanız iletişim kurmakta ve dost edinmekte zorlanan bir insan görürsünüz. Buna karşılık Frost’un yaşam tarzı kesinlikle sosyaldir. İnsanlarla kolay iletişim kurmak, arkadaş edinmek onun doğasında vardır. Nixon ise tam tersidir. İnsanlardan kuşku duyar, kolay incinir, başkalarına pek yakın durmaz. Mutsuz evliliği olan çok yalnız bir adamdır.”

Morgan senaryoyu yazarken orijinal söyleşilerde bulunmuş çok sayıda insanla kapsamlı konuşmalar yaptı. Bunlar arasında Sir David Frost’un kendisi ve yakın çevresi de vardı. 2006 Ağustos ayında İngiliz Guardian gazetesine konuyla ilgili bir söyleşi veren Morgan, “Konuştuğum herkes olayı kendine göre anlatılıyordu. Hatta söyleşi esnasında odada bulunanlar dahi farklı versiyonlardan bahsetti. Kamera önü veya arkasıyla ilgili olarak kesin gerçek yoktu. Bu nedenle anlattığım olaya kendi hayal gücümü katma konusunda rahat davrandım” diyordu.

Frost Nixon - Frank Langella, Michael Sheen, Sam Rockwell, Kevin Bacon

“FROST / NIXON”

Yönetmen: Ron Howard
Oyuncular: Frank Langella, Michael Sheen, Sam Rockwell, Kevin Bacon, Oliver Platt, Matthew Macfadyen, Rebecca Hall, Toby Jones, Kate Jennings Grant
Senaryo: Peter Morgan
Yapımcılar: Tim Bevan, Eric Fellner, Brian Grazer, Ron Howard
Görüntü Yönetmeni: Salvatore Totino, Prodüksiyon Tasarımı: Michael Corenblith
Kostüm Tasarımı: Daniel Orlandi, Kurgu: Daniel P. Hanley, Mike Hill
Set Dekoratörü: Susan Benjamin, Özgün Müzik: Hans Zimmer
Working Title Films – Universal Pictures / UIP Filmcilik

20 Şubat’ta SinemalardaAmerika’da 1977 yaz aylarında yayınlanan David Frost / Richard Nixon söyleşileri, Amerikan televizyon tarihinde bir haber programına en çok izleyici çeken program olmuştu. Dört akşam üstüste yayınlanan söyleşi serisini 45 milyondan fazla insan seyretti.

Gözden düşmüş eski başkanları Richard Nixon’ın beyinsel yapısına göz atmak isteyen ve eski başkanın istifasına yol açan görev suistimallerini öğrenince onun adına üzülen izleyiciler, adeta “sözlü boks maçını” çağrıştıran söyleşiler sırasında ekrana kilitlendiler. Bu söyleşi programı için herşeyini ortaya koyan iki adam da sadece birisinin kazanacağını biliyordu.

Ekranda yayınlanan efsanevi tartışmanın ardından söyleşi sanatında devrim yaşandı. Politikanın yüzü değişirken eski başkanın yaptığı bir itiraf tüm dünyayı şaşırttı. Yaptığı bu itirafa büyük ihtimalle Nixon’ın kendisi bile şaşırmıştı.

Onurunu kurtarma mücadelesi veren gözden düşmüş bir başkan ile televizyon dünyasında isim yapmaya çalışan bir habercinin ekranlardaki tarihi röportajını konu alan “Frost / Nixon”ın yönetmenliğini “A Beautiful Mind”, “Cinderella Man” ve “Apollo 13” gibi dev yapımların Oscar ödüllü usta yönetmeni Ron Howard üstlendi. Başkan Richard Nixon’ı Frank Langella’nın; televizyon sunucusu David Frost’u Michael Sheen’in oynadığı filmin senaryosunu Peter Morgan yazdı.

Filmde sadece milyonlarca izleyiciyi ekran başına kilitleyen röportajlara yer verilmekle yetinilmedi. Aynı zamanda bu röportajların perde arkası manevraları, taraflar arasında haftalarca devam eden müzakere süreçleri de ekrana yansıtıldı.

Beyaz Saray’dan ayrılmak zorunda kaldıktan sonra Richard Nixon üç yıl sessiz kalmıştı. Ancak 1977 yılına gelindiğinde çok özel bir söyleşi için kamera karşısına geçmeyi kabul etti. Başkanlık yaptığı döneme ait cevapsız kalmış soruların yanısıra, başkanlığını sona erdiren ünlü Watergate skandalıyla ilgili sorulara da cevap verecekti. Nixon itiraflarını yapacağı yayıncı olarak Frost’u seçmekle herkesi şaşırttı. Bu tercihi yaparken aslında neşeli programlarıyla tanınan İngiliz şovmeni kolayca safdışı edeceğini; Amerikalıların gönlündeki büyük devlet adamı statüsünü yeniden kazanacağını düşünmüştü.

Öte yandan Frost’un ekibinin de, Frost’un Nixon’a karşı dik durma yeteneği konusunda bazı kuşkuları vardı. Kameralar çalışmaya başladığında Frost ile Nixon arasında müthiş bir zeka savaşı başladı. Ülkenin en büyük rezaletlerinden birisi kabul edilen Watergate Skandalındaki rolüyle ilgili soruları Nixon savuşturabilecek miydi? Peki, Frost gibi genç bir yayıncı, kendi kuşağının en yetenekli politikacılarından birisinin hesap vermesini sağlayabilecek, onu cesurca eleştirebilecek miydi? Söyleşiler sırasında iki erkeğin güvensizlikleri, egoları ve soğukkanlılıkları net olarak ortaya çıktı. İkisi de saf ve yalın gerçeğin en çarpıcı şekilde ortaya çıkması adına her türlü yapmacık davranışı bir kenara bıraktılar.

Nixon’ın ekibinde en önemli rolü, kurmay heyetinin başkanı Yarbay Jack Brennan oynuyordu. “The Woodsman”, “Mystic River” gibi filmlerden tanıdığımız Kevin Bacon’un portresini çizdiği Yarbay Jack Brennan, söyleşilerde uygulanacak strateji konusunda Nixon’a rehberlik yaptı. Buna karşılık 37. Amerikan Başkanı’ndan hesap sormaya hazırlanan Frost’un ekibinde de birbirinden zeki iki danışman vardı. Bunlardan birisi, söyleşilerin editörlüğünü üstlenen deneyimli gazeteci Bob Zelnick (Bu rolde Oliver Platt oynadı); diğeri ise, Nixon’a muhalif yapısıyla tanınan yazar ve öğretim görevlisi James Reston Jr.’dı. Bu rolde de Sam Rockwell kamera karşısına geçti. Her ikisi de, Frost’un uyguladığı stratejinin mimarı olurken Nixon’ın “gerçek yüzünün” teşhir edilmesi için ne gerekiyorsa yaptılar. Hazırlanan stratejide Frost’un görevleri ise, söyleşi dizilerinin yayın haklarını satmak, televizyon kurumuyla anlaşmak ve soracağı sorular üzerinde çalışmak oldu.

Filmin diğer önemli karakterlerinden Frost’un kız arkadaşı Caroline Cushing rolünde Rebecca Hall (The Prestige); Nixon’ın menejeri Irving “Swifty” Lazar rolünde Toby Jones (Infamous, The Painted Veil); Frost’un İngiliz yapımcısı John Birt rolünde Matthew MacFadyen (Pride and Prejudice, Death at a Funeral) kamera karşısına geçtiler.

Universal Pictures’ın sunduğu, Working Title Films - Imagine Entertainment yapımı “Frost / Nixon”ın yapımcılığını “Atonement” ve “United 93”ten tanıdığımız BAFTA ödüllü Tim Bevan ile Eric Fellner ile birlikte Oscar ödüllü yapımcı Brian Grazer (A Beautiful Mind, American Gangster) gerçekleştirdi. Ayrıca filmin yönetmeni Ron Howard da yapımcı olarak görev yaptı.
“Frost / Nixon”ın kamera arkasında Ron Howard filmlerinin olmazsa olmazı kabul edilen birinci sınıf ekipler görev yaptı. Görüntü yönetmenliğini “Cinderella Man”, “The Da Vinci Code” ve “The Missing”ten tanıdığımız Salvatore Totino; prodüksiyon tasarımlarını Oscar ödüllü tasarımcı Michael Corenblith; kostüm tasarımlarını Emmy ödüllü tasarımcı Daniel Orlandi gerçekleştirdi. Kurgu editörlüğünü “Apollo 13”, “A Beautiful Mind” ve “Cinderella Man”den tanıdığımız Mike Hill ile Daniel Hanley üstlenirken müziklerini Hans Zimmer (“Backdraft”, “The Da Vinci Code”) besteledi.

The Unborn - Doğmamış Film Bilgileri

“THE UNBORN – DOĞMAMIŞ”

Yönetmen: David S. Goyer
Oyuncular: Odette Yustman, Gary Oldman, Cam Gigandet, Meagan Good, Carla Gugino, Jane Alexander, Idris Elba, Rhys Coiro
Senaryo: David S. Goyer
Yapımcılar: Michael Bay, Andrew Form, Bradley Fuller
Görüntü Yönetmeni: James Hawkinson
Prodüksiyon Tasarımı: Craig Jackson
Kostüm Tasarımı: Christine Wada
Kurgu: Jeff Betancourt
Özgün Müzik: Ramin Djawadi
Yapım Stüdyosu: Rogue Pictures

Ölmüş bir insanın ruhu bazen şeytanla öyle içli dışlıdır ki, cennete girmesine izin verilmez. İki dünya arasında sonsuza kadar sıkışıp kalan böyle bir ruh, çaresizlik içinde vücuduna yerleşebileceği yeni bir beden arar. Kimi zaman bunu başarır da…
“Blade: Trinity”, “The Invisible” ve “Batman Begins”ten tanıdığımız yazar / yönetmen David Goyer, doğaüstü gerilim çalışması “The Unborn”da iki dünya arasında sıkışıp kalmış ruhların yaşamına ürkütücü bir bakış getiriyor. Filmde bedenine şeytani bir ruhun girmesiyle birlikte kabuslar dünyasına sürüklenen ve sevdiği insanlar için bile tehlike haline gelen genç bir kadının öyküsü anlatılıyor.

Casey Beldon (Odette Yustman) kendisini çocukken terk eden annesinden nefret etmektedir. Ancak açıklanamaz birtakım olaylar meydana gelmeye başlayınca annesinin neden terk ettiğini anlamaya başlar. Sonunda hayaletin uyanık saatlerine de egemen olması üzerine çareyi spiritüel olaylar danışmanı Sendak’a (Gary Oldman) başvurmakta bulur.

Sendak’ın yardımını alan Casey, ailesi üzerindeki lanetin kökeninin Nazi Almanya’sına kadar uzandığını keşfeder. Herkese ve herşeye yerleşebilme yeteneğine sahip olan bir yaratık, bedenleri ele geçirdikçe daha da güçlenmektedir. Lanetin ortadan kalkması için tek şansı, dünyamızın ötesinde henüz doğmamış birisi tarafından açılmış olan bir giriş kapısını kapatmaktır.

The Tale of Despereaux Matthew Broderick, Emma Watson, Dustin Hoffman, Sigourney Weaver

FARELERİN DÜNYASI

Bir zamanlar Şef Andre ve Boldo’nun yönetimi altında hummalı çorba yapımına sahne olan kraliyet mutfağı artık bomboş, kuru ve cansızdır. Ancak bir fare deliğinden mutfak duvarının öbür yanına geçtiğimizde insanların artık kullanmadığı birtakım objelerin yeniden kullanılır hale getirildiği küçük ve büyüleyici bir evrenle karşılaşırız. Burada Oz ülkesiyle Gulliver’in Lilliput ülkesine benzer özellikler taşıyan son derece çalışkan ve sistematik bir fareler toplumu yaşadığını görürüz.

Yönetmen Stevenhangen bu dünyayı şu sözlerle tanımlıyor: “Aslında burası son derece sıkışık ve baskıcı bir toplumdur. Bireycilik her anlamda ezilmektedir. Dışarıdan bakılınca belki dostça bir ortam var gibi gözükebilir ama içinde bir süre yaşayınca aslında paranoyak bir toplum olduğu anlaşılır. Tüm fareler kuralları ihlal etmekten olağanüstü korkarlar. Çünkü Fareler Konseyi’nin verdiği cezalar son derece ağırdır. Kurallara karşı gelenlerin sıçanların yaşadığı zindanlara atılma riski vardır.

Kahramanımız Despereaux işte böyle bir ortamda yaşamaktadır. Ancak son derece meraklı olması nedeniyle kuralları ihlal etmesi an meselesidir.”

Bu ülkedeki mekanlar, küçük ev aletlerinin çeşitli amaçlarla kullanılmasından oluşmuştur. Bir bıçak orada parklardaki oturma yeri işlevi görürken bir tencerenin halka açık havuz işlevi üstlendiğini görürüz. Küçük bir el çıngırağından kocaman bir çan kulesi yapıldığını görebilirsiniz.

Farelerin oturduğu evler, çöpe atılmış kutu ve sandıklardan yapılmıştır. Bu evlerde yaşamakta olan fareler, kendilerinden ne yapılması isteniyorsa onu yaparlar.

To create this mouse utopia, the mice were dressed in spotless clothing and fitted in little costumes with drawn-up collars and hats. In order to bring a tactile quality to their world, the artists worked with cloth to give a realistic feel to the mice’s clothing.

Puppet makers created miniature versions of costumes for the mouse characters, and computer artists scanned those in as reference, in order to bring a sense of reality, texture and scale to a world that would be difficult to find otherwise. The costumes are not completely tailored and finished but were done with enough detail so that the animators could see, for example, what the weave of a mouse jacket would be if the mice had salvaged the cloth from the human world.

SIÇANLARIN DÜNYASI

Kraliyet sarayının mahzenlerindeki Sıçanlar Dünyası, karanlık, rutubetli ve soğuk bir yerdir. Dor ülkesinde yasadışı hayvanlar kabul edilen sıçanlar artık bu ülkede yaşamaktadırlar.

Sıçanların Dünyası aslında sarayın kanalizasyon sisteminin parçası olarak şekillenmiştir. Ancak herşey kemirgenlerin perspektifine uygundur. Bu dünyanın zemini lağım sularıyla kaplıdır. Uzaktaki gölün karşı kıyısında bir kolezyumun (amfitiyatro) silueti görünmektedir. Orada bir köprünün suya batmış kemerlerini ve alev ışıklarıyla yıkanan açık alanı görebilirsiniz.

Sıçanlar Dünyası kelimenin tam anlamıyla Hollandalı ressam Bosch tarzında bir evrendir. Hiçbir ışık huzmesi oraya girmeye bile cesaret edemez. Binalar yıllar önce ölmüş mahkumlardan geriye kalan korkunç görünümlü kemiklerinden ve kireçleşmiş kafataslarından yapılmıştır.

Köyün tamamı çöpe atılmış malzemelerden ve kentin çeşitli yerlerinde bırakılıp unutulmuş incik boncuktan oluşmuştur. Bu dünyada bulunabilecek malzemeler arasında yağlı bir kaşık, bir piliç bacağı, parlak renkli bir gözlük ve kirli görünümlü bir mezar taşına her an rastlayabilirsiniz. Kısacası bu dünyada yaşayanlar bir sıçan olmanın gereği neyse o şekilde bir yaşam sürerler!

Roscuro’nun gönderildiği bu dünyayı yönetmen Fell şu sözlerle tanımlıyor: “Burası karanlıkların dünyasıdır. Bir mahzenin dibinde yer alan bu dünyayı yaratırken büyük keyif aldık. Buranın sakinleri uygarlıktan tamamen uzak bir ortamda yaşarlar. Dolayısıyla her tarafta çöpe atılmış nesneler vardır. Evlerle köprülerin kemik ve kafataslarından yapıldığını görürüz. Evlerin içinde eski ve pasla silahlar dekorasyon malzemesi olarak kullanılmıştır. Soğuk, karanlık, ruhsuz ve iğrenç bir ortamdır.”

Diğer yönetmen Stevenhagen şunları ekliyor: “Burada çürümüş ve yozlaşmış bir toplum vardır. Sıçanlar burada düzensizliğe dayalı bir yaşamın keyfini çıkarırlar. Pislik, karanlık ve kaosu severler. Bu toplumun başında Botticelli adlı bir adam vardır. Bir tür imparator gibi yönetir.”

KRALİYET SARAYI

Dor ülkesi gri renge bürünürken kraliyet sarayında da aynısı olur. Bir zamanlar pırıl pırıl ve mutlu bir ortam olan mutfakta artık tam bir sessizlik vardır. Tüm mutfak malzemesi bir köşeye atılmıştır. Andre ile Boldo artık ülkenin ünlü çorbalarını yapamamaktadır. Sarayın dışındaki ve içindeki hayat artık daha karamsar ve kasvetlidir. Bir zamanlar görkemli olan saray odalarındaki ışık daha solgun ve cansızdır.

Çok sevdiği karısının ölümünden sonra depresyona giren Kral, herkese mesafeli davranmakta, müzik odasında yapayalnız oturmaktadır. Çaldığı melodiler de karamsarlığını yansıtan kasvetli şarkılardır. Sarayın artık darmadağınık olan alt katındaki hizmetçilere ayrılan penceresiz bir odada Mig adlı hizmetçi kızın prenses olma hayalleri kurduğunu görürüz.

Bu dünyaların animasyonun yapılması büyük zorlukları da beraberinde getirdi. Üç ortamın birbirinden farklı olması nedeniyle film yapımcılarının amacı, karakterlerin yolculuğu sırasında üç ortam arasındaki geçişlerin kesintisiz ve akıcılığını sağlamak oldu. Animasyon ekipleri her bir mekana farklı ışık yoğunluğu ile yaklaşmayı tercih etti. Filmin genel modundaki geçişlere bu sayede ulaşıldı.

Prodüksiyon tasarımcısı Tomov, uygulanan yaklaşımı şu sözlerle açıklıyor: “Bu üç dünyanın hepsi, gerçek bir dünya ile bağlantılıdır. Özellikle Fareler Dünyası olmak üzere üçünün de kendine özgü tanımlanabilir özellikleri vardır. Üç dünya arasındaki geçişlerin ustaca yapılması gerekiyordu. İzleyici kendisini farklı bir gezegende veya farklı filmler izliyormuş gibi hissetmemeliydi. Farklı yapısı nedeniyle Sıçanlar Dünyası’nın görsel açıdan farklı olması gerekiyordu. Buna karşılık Fareler Dünyası ile insanların dünyası arasında bazı benzerlikler vardı. Özellikle Fareler Dünyası, mimari açıdan Dor krallığının görsel bir minyatürü gibiydi.”

Filmle ilgili son sözü Stevenhagen söylüyor: “Bu üç dünyanın karakterler ile de bağlantısı vardır. Çünkü karakterler bu dünyalarda yaşarlar ve ileri geri hareket ederler. Bu yolculuğu filmin bütünü içerisinde inandırıcı şekilde vermek inanılmaz ilginç bir süreç oldu.”

The Tale of Despereaux Dor ülkesi

MEKANLAR: DOR ÜLKESİNDE BİR TUR

Dor ülkesi denizin üzerinde adeta mücevher gibi parlayan büyüleyici bir ülkedir. Bu ülkeye yılın en görkemli zamanında gireriz. Fransa’nın peyniriyle, Belçika’nın çikolatasıyla ünlü olması gibi Dor ülkesi de harika çorbalarıyla ün kazanmıştır. Kraliyet flamalarında çorba kaseleri vardır, caddelerin iki yanında çorba lokantaları dizilidir. Hatta kraliyet ailesinin taçlarına bile çorba kaşığı motifi işlenmiştir. Ülkenin vatandaşları her yıl düzenlenen Kraliyet Çorba Gününde toplanıp Andre’nin o yıl için keşfettiği çok özel çorbanın tadına bakarlar.

Dor kalesinin gökyüzüne yükselen kuleleri son derece görkemlidir. Kulelerin altın renkli sivri tepeleri ışıl ışıl parlamaktadır. Kalenin yamaçlarının dibinde küçük bir liman görebilirsiniz. Burada ağzına kadar yiyecek dolu gemiler demirlemiştir.
Yönetmen Fell bu kenti şu sözlerle tanımlıyor: “Dor krallığını yaratırken büyük keyif aldık. Orta Çağ’daki Avrupa kentlerinden herhangi birisi gibi oldu. Farkı ise halkının çorba sevgisiydi. Bu kent için Avrupa kentlerinin birleşimi diyebilirim. Brüksel’den İtalya’ya, Doğu Avrupa’daki Balkan bölgesine kadar çok çeşitli kentleri çağrıştıran özellikleri vardır.”

Kraliçenin ölümünden önce Dor şehrinde mutluluk ve neşe vardır. Direkt günışığı alır. Ancak kraliçenin başına gelen trajedinin ardından herşey tam tersi yönde değişir. Artık çorba yapmak ve içmek yasadışı ilan edilmiştir. Bir zamanlar altın gibi parlayan herşey gri ve kasvetli renklere dönüşmüştür. Şehrin her köşesinde çaresizlik hüküm sürmektedir. Bu nedenle filmin başlangıcında parlak ve abartılı olan renklerin artık daha solgun ve kasvetli hale geldiği görülür.

“Despereaux”un görsel stili

FİLMİN GÖRSEL STİLİ

“Despereaux”un görsel stili konusunda yapımcıların ortak görüşü, filmin genel görünümünün bir çocuğun fantezileri kadar zengin olması yönündeydi. Küçük çocukların masallardaki şövalyeleri ve peri kızlarını hayata geçirmek, elbette ki animasyon ekiplerinin göreviydi. Bu noktada animasyon ekiplerinin amacı, düz ve parlak yüzeylere ulaşmak oldu. Hava boya tabancalarının kullanımı sayesinde plastik görünümü veren kreasyonlara ulaşıldı.

Prodüksiyon tasarımcısı Tomov ile işbirliği yapan film yapımcıları, kahraman faremizin macera yaşadığı dünyaları resmetmek için Vermeer ve Brueghel gibi usta ressamların tablolarından esinlendiler. Tasarım, renk, ışıklandırma ve kamera hareketlerinde temel amaç, herşeyin organik görünüm taşıması, bilgisayarda üretildiği hissinden uzak durulması oldu. Bu stil sayesinde Despereaux’un içinde yaşadığı dünyayı çocukların daha iyi özümsemesi, beyazperde izleyecekleri görüntüler ile kitabı okurken hayal ettikleri dünyanın uyumlu olması sağlandı.

Prodüksiyon tasarımcısı Tomov, uyguladığı yaklaşımı şu sözlerle açıklıyor: “Despereaux’u ve diğer karakterleri sunarken hedefimiz tablo gibi atmosferik görünüm sağlamaktı. Bunu yaparken eski usta ressamların tablosundan esinlendik. Dor ülkesinin vatandaşlarına bakarsanız onların sanki Orta Çağ’a ait olduğu izlenimine kapılırsınız. Görsellerimize kalp ve ruh getirmek istedik. Onların sadece güzel görünümlü olmayıp aynı zamanda duygularını yansıtmamız gerektiğini biliyorduk. Filme işte bu organik kaliteyi vermek istedik. İzleyici kendisini ancak bu şekilde öykünün parçası gibi hissedebilirdi. İzleyici ile ekran arasında görünmez bir cam duvar olmaması gerekiyordu.”

Tomov sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu peri masalı dünyasını boyamak için tasarım çalışmamız sırasında kontrollü, sade ve gösterişsiz renk paleti uyguladık.

Seçtiğimiz renkleri bilerek ve isteyerek yumuşatılmış renk paletinden tercih ettik. Benzeri hatlar diğer tüm tasarım tercihlerimizde de böyle oldu. Renkler aynı zamanda ışıklandırma formatı olduğu için doygun ve digital reklerden uzak durduk. Kısacası tasarımın her aşamasında herşeyin organik tad vermesini istedik.”

The Tale of Despereaux stil, karakter tasarımı, renk, ışıklandırma, animasyon stili

“The Tale of Despereaux”un yazarı Kate DiCamillo, kitabını kaleme alırken çocukluk yıllarında okumak istediği ve yetişkinlik yıllarında da okumaktan haz alacağı tarzda bir roman yazmak istediğini kabul ederek şunları söylüyor:

“Çocuk edebiyatının en önemli özelliği, büyüklere yönelik kitaplarda çoğu zaman izin verilmeyen büyülü ortamlara ve olasılıklara yer olmasıdır. Böyle kitaplar büyüklerin de ruhunu besler. Aynı zamanda içimizdeki çocuğa seslenir. Aslında ne kadar karmaşık yapıda olduğumuzu, aynı anda hem iyi hem de kötü olabildiğimizi ve huzuru birbirimizde nasıl bulduğumuzu anlatan bir öykü yazmak istedim.”

Kate DiCamillo’nun dünya görüşü ve yaklaşımıyla uzlaşan Thomas ile Ross, yapacakları uyarlamada kitabın çok katmanlı anlatımını onurlandırmanın önemine inanıyorlardı. Ayrıca kahramanımızın yolculuğuna rehberlik eden “Anlatıcı” da aynen korunacaktı. Yazar kitabını kaleme alırken kendisi ile okuru arasında sıcak ve samimi bir ilişki oluşturmuştu. Thomas ile Ross’un yapması gereken ise, bu ilişkiyi daha da sağlamlaştırarak ekrana yansıtmaktı.

“The Tale of Despereaux”un diğer filmlerde genellikle olmayan birtakım fırsatlar sunacağı belliydi. Yönetmen Gary Ross bunları şu sözlerle açıklıyor:
“Peri masallarının içeriğinde çok güçlü ahlaki değerler vardır. Karakterlerin de sağlam dayanak noktaları olduğu görülür. Büyük fikirlerle ortaya çıkarlar, büyük konuları ele alıp çözüme kavuştururlar. Kate böyle bir zeminde ilerlemekten korkmadı. Pop kültürünün fazlasıyla egemen olduğu bir dünyada tam tersini yaparak okuyucusuna ulaşmayı başardı.”

Yapımcıların görüş birliğine vardığı bir başka konu da, “heyecanlı genç fare”nin maceralarının anlatılacağı bir film yapılırken DiCamillo’nun yazdığı romanın basitçe bir karton yorumu şeklinde olmaması gerektiği konusuydu. Modern peri masallarının zengin dünyası ile klasik peri masallarının harmanlanması sonucunda karakter bazlı bir animasyona ulaşma yolunu seçtiler. Harika bir resimli kitabın sinemasal versiyonunu yansıtmayı hedeflediler. Bunu yaparken de çocukluğumuzdan beri bizleri asla bırakmayan imajlarla doldurmak istediler.

Temel tercih böyle olunca görsel stil, karakter tasarımı, renk, ışıklandırma, animasyon stili ve performans gibi alanlardaki kararlar da çıkış noktasıyla uyumlu oldu. Üstelik tüm bunlar, 60 milyon dolar gibi bir bütçeyle ve büyük stüdyoların yaptığı normal bir CGI animasyon filminin ortalama maliyetinin üçte birine başarıldı.
Bütçenin belirlenmesinin ardından hazırlığa başlayan Sam Fell ile Rob Stevenhagen, “Despereaux”u yönetirken işbirliği yapacakları ekibi kurdular. Bu ekipte prodüksiyon tasarımcıs Evgeni Tomov, görüntü yönetmeni Brad Blackburn başı çekiyordu. Prodüksiyon ekibine, Londra’da faaliyet gösteren ve “The Golden Compass” adlı film için hazırladıkları kutup ayıları efektleriyle Oscar kazanan görsel efekt şirketi Framestore Animation da katılınca tüm ekipler hazırdı.

The Tale of Despereaux Karakterler

Despereaux
Cesur, heyecanlı ve becerikli bir faredir. Koşarken çeşit çeşit muziplikler yapan kocaman kulaklı ufak tefek cüsseli sevimli bir arkadaştır. Asil ruhlu ve cesur bir fare olan Despereaux, çevresini karan karanlık ve karamsar havaya hiç aldırmadan diğerlerinin hep iyi yanlarını görür, asaletin herşeyin üstünde olduğuna inanır. Ülkesine ışık getirecek maceraya atıldığında kahramana dönüşecektir.

Miggery Sow
Basit ama imkansız bir hayalin peşinde olan yarım akıllı ama kararlı bir hizmetçi kızdır. Amcası tarafından her gün alay edilen bu domuz çobanı kızın tek arzusu prenses olmak, kendisinden esirgenen ihtişamlı bir hayat yaşamaktır.

Roscuro
Karanlıklarda yaşayan ve ışıkla dolu bir dünya özlemi çeken iyi kalpli bir sıçandır. Kendisinin aslında bir insan olduğunu düşünen yanlış anlaşılmış bir yaratıktır. Diğerlerinin neden kendisinden kaçtığını bir türlü anlayamayan Roscuro, anlaşılma isteğiyle yanıp tutuşur ve sıçanların karanlık dünyasından kaçma isteği duyar. Çok yer gezip görmüş bilge kişilikli bir sıçandır. İnsanların ona davranış tarzlarından daima çok incinmiştir.

Botticelli
Lağım farelerinin hain ruhlu lideridir. Son derece üçlü ve kesin otorite sergileyen Botticelli, insanlardan ve ışıktan nefret eder, işkence yapmaya bayılır. Ufak tefek Despereaux’un yiğitlik dolu macerasında ona son derece güçlü bir düşman olacaktır.

Prenses Pea
Dor Kraliçesi olan annesini kaybettikten sonra yalnızlık ve çaresizlik duygularıyla kendisini harap eden genç bir bayandır. Hayallerindeki prensinin gelmesini, kasvetli ve keyifsiz hayatından kurtarmasını umutsuzca bekler. Karanlık ve ruhsuz hayatından bıkmış usanmıştır. Despereaux ile tanışınca onda keyifli bir arkadaşlık ve kahraman ruhu bulur.

Lester
Despereaux’un utangaç ve ürkek ruhlu babasıdır. Hayattaki tek isteği, en küçük oğlunun doğru düzgün bir fare olmayı öğrenmesidir. Lester’a göre iyi bir fare olmanın ön koşulları, çok çabuk saklanmayı bilmek, hızlı koşmak ve korku dolu bir yaşamı sorgulamamaktır. Despereaux’un kuraldışı davranışlarından dehşete kapılan Lester’ın tek isteği, herkesin kanunlara itaat etmesidir.

Andre
Kraliyet sarayının aşçısıdır. Dor Krallığı’nın kraliyet sarayında çalışır. Vatandaşları için her yıl yepyeni bir çorba icat etmekle sorumludur. Talihsiz bir kaza sonucunda Kral’ın ülkede çorba içimini yasaklaması üzerine bunalıma girer. Despereaux’a macerasında büyük destek sağlayacaktır.

Gregory
Saray gardiyanıdır. Çok sevdiği birisini kaybetmiş olması nedeniyle büyük acılar çekmiştir. Esrarengiz bir geçmişi vardır. Uzun zamandır kayıp olan aile üyesini bulma umutlarından artık vazgeçmiştir.

Anlatıcı
“The Tale of Despereaux”un anlatıcısı, direkt olarak izleyiciye seslenir. Öykünün akışı boyunca onlara rehberlik eder, küçük farenin büyük dünyasında ilerlemesini sağlar.

The Tale of Despereaux Kitap ve Yazarı Hakkında

Kate DiCamillo, hem genç hem de yetişkin okurlar arasında olağanüstü popüler bir yazardır. Yazdığı kitaplar tüm dünyada 7 milyondan fazla satıldı. Son derece güçlü tema ve konularının yanısıra güzel ve şiirsel stiliyle de tanınır. Bu özellikleri sayesinde “Amerika’nın En Sevilen Hikaye Anlatıcısı” ünvanını kazandı.

Kate DiCamillo’nun yazdığı “The Tale of Despereaux, 2004 yılında eleştirmenlerin en çok övgüsünü kazanan kitaplardan birisi oldu. Çok sayıda ulusal ve uluslararası ödül kazandı. 2003 yılında ciltli formattaki ilk yayınından başlayarak 2006’daki karton kapak formatındaki yayınına kadar sürekli olarak best-seller listelerinde kaldı.

Kitaptaki evrensel tema sayesinde dünyanın her yerindeki okurlarla bağlantı kurmayı başardı. The New York Times gazetesinin en çok satan kitaplar listesinde 100 haftadan fazla kaldı. 24 farklı dile çevrilerek ABD dışındaki ülkelerde 2 milyon satış rakamına ulaştı.

The Tale of Despereaux Filminin Konusu

Evvel zaman içinde büyüleyici güzellikte bir ülke vardır. Neşeli kahkahaların her yanda duyulduğu bu ülkede insanlar ağızlarını sulandıracak kadar nefis çorbalar içerek keyifli bir yaşam sürer. Ancak günün birinde meydana gelen büyük bir kaza sonucunda ülkenin Kral’ının kalbi kırılırken Prenses acılara boğulur, ülke halkı umutsuzluğa sürüklenir. Güneş ışığının üzerinden çekildiği topraklarda her yer kasvetli gri renge bürünmüştür. Desperaux Tilling doğuncaya kadar da böyle devam eder…

Ufak tefek bir fare olan Despereaux Tilling, beraber yaşadığı diğer ürkek farelere kıyasla fazla cesurdur. Üstelik çok da meraklıdır. Dünyaya geldiği andan itibaren kocaman kocaman açtığı gözleriyle herşeyi keşfetmeye çalışırken kocaman kulaklarıyla da yeni hikayeler dinlemeye bayılır. Diğer bütün farelerden daha çok şey görür, daha çok şey duyar. Doymak bilmez bir macera açlığı çekmektedir. Kısacası macerasız bir hayatı hayal bile edemez.

Cesur faremiz günün birinde kendisini kraliyet kütüphanesinde bulur. Orada okumayı öğrenir. Okuduğu kitapları sonradan yer ama okumayı öğrenmeyi başarmıştır. Okuduğu kitaplar sayesinde bambaşka dünyalarla tanışır. Şövalyelerin arasına katılıp savaşa gitmeyi, ejderhalara karşı mücadele etmeyi hayal eder. Kurtarılmayı bekleyen prensesleri kurtarmayı düşler.

Sarayda bulunduğu sıralarda Pea adlı bir prensesle arkadaş olur. Çok sevdiği annesinin ölümünden sonra amaçsız kalan prenses, kasvetli dünyasından kaçıp kurtulma özlemi çekmektedir. Ülke topraklarının üzerine gri bulutların çökmesiyle kasvetli bir dünya meydana gelmiştir.

Faaliyetlerinin fark edilmesi üzerine Despereaux’un Fareler Dünyası’nın güvenli ortamından çıkarılarak Sıçanlar Dünyası’nın iğrenç ortamına sürgüne gönderilmesine karar verilir. Suçları ise kurallara başkaldırmak, bir insanla konuşmaya cesaret etmektir. O artık ışığın asla girmediği Sıçanlar Dünyasında yaşamak zorundadır. Orada Roscuro adlı bir sıçanla arkadaş olur.

Roscuro da başka bir dünyadan, insanların dünyasından buraya atılmıştır ve hala şövalyelik ruhuna sahiptir. Güzel yiyeceklere ve dünya seyahatlerine alışkın olan Roscuro bir sıçan olduğu halde diğer sıçanlar arasında kendisini yabancı gibi hisseder. Bu zindanda kısılıp kalmıştır, ışık hasreti çekmektedir. Bu yüzden de oradan kaçma fırsatının hayalini kurar.

İlk korkusunu atlatan Prenses, Roscuro’nun uzattığı dostluk elini geri çevirir. Bunun üzerine kalbi kırılan Roscuro, sarayda çalışan Miggery Sow adlı hizmetçi kızla birlikte intikam planı geliştirir. Hizmetçi kız kafasını prenses olmaya o kadar takmıştır ki, her genç kızın aslında kendi doğrularında bir prenses olduğu fikrine gözlerini kapamış gibidir.

Prenses Pea bu plan doğrultusunda kaçırılınca Despereaux onu kurtarmak için tek başına olduğunu anlamıştır. İşte bu noktada küçük faremiz, pırıl pırıl zırhları içindeki bir şövalyenin cesaretini kendisinde bulacaktır.

Cesaret, bağışlama ve günahların bedelini ödeme masalı olan “The Tale of Despereaux”ta küçücük bir farenin koskoca bir krallığa gerçeğe göstermek için sadece küçük bir ışığın yeterli olduğunu; gerçeği bulma yolunda dış görünümün önemli olmadığını öğretmesine tanık olacağız.

The Tale of Despereaux 23 Ocak 2009’da Sinemalarda

Yönetmenler: Sam Fell, Robert Stevenhagen

Seslendirme Kadrosu: Matthew Broderick, Emma Watson, Dustin Hoffman, Sigourney Weaver, Frank Langella, Kevin Kline, Christopher Lloyd, William H. Macy

Senaryo: Gary Ross (Kate DiCamillo’nun çocuk kitabından)

Yapımcılar: Gary Ross, Allison Thomas

Görüntü Yönetmeni: Brad Blackburn, Prodüksiyon Tasarımı: Evgeni Tomov

Sanat Yönetmeni: Olivier Adam, Kurgu: Mark Solomon

Özgün Müzik: William Ross

Universal Pictures / UIP Filmcilik

Milyonlarca çocuğun bildiği ve sevdiği bir kitap her jenerasyonda sadece bir kez ortaya çıkar. “Because of Winn-Dixie”nin yazarı Kate DiCamillo, 2003 yılında “The Tale of Despereaux”u kaleme aldı. Bu kitapta kocaman kulakları olan ve kendi cinsindekilerde var olmayan sezilere sahip olan cesur bir farenin öyküsü vardı. Bu kitapta çok heyecanlı ve coşkulu bir fare olan Despereaux Tilling’in sürgüne gittiği mahzenlerde bir sıçanla arkadaş olması, yapayalnız bir prensese gönlünü kaptırması ve Dor Krallığını zorbaların karanlığından kurtarması anlatılıyordu.

DiCamillo’nun yazdığı kitap daha yayınlandığı anda klasikler arasındaki yerini aldı. New York Times gazetesinin best-seller listesinin zirvesine çıkarken bu listede 96 hafta kaldı. 2 milyondan fazla satılan kitabın tahmini okur sayısı 10 milyon oldu. Aldığı sayısız ödüller arasında Newbery Madalyası ile Publishers Weekly tarafından verilen “Yılın En İyi Kitabı” ödülü vardı.

DiCamillo’nun kitabı yayınlanışından kısa süre sonra dört Oscar adayı yönetmen Gary Ross’un dikkatini çekti. DiCamillo ile Ross’un ortak bir yönü vardı. İkisi de sıradışı kahramanları konu alan öyküler anlatmaya bayılıyordu.

Yapımcı / senaryo yazarı Ross’un yıllarca asıl uzmanlık alanı toplumda mazlum görülen insanların değer yargılarını keşfetmek olmuştu. “Seabiscuit” adlı filmde büyük başarılara ulaşan ufak tefek ve çelimsiz bir atın öyküsünü anlatırken “Big”de bir erkeğin içindeki çocuğu bulmasını; “Dave”de ise Oval Ofis’teki yozlaşmayı ortaya çıkaran sıradan bir adamın öyküsünü anlatmıştı. Aynı zamanda yapımcı dostu da olan eşi Allison Thomas’ın tavsiyesiyle “Despereaux”u incelemeye başlayınca bu kitaptan harika bir CGI animasyon filmi yaparak modern peri masalı anlatabileceğini hissetti.
Kitabın hümanist bakış açısını son derece etkileyici buldu. Ayrıca çocuk okurlara saygı gösteren, onların zekasına güvenen çok özel bir anlatım tarzı vardı. Öte yandan kitapta tam anlamıyla kötü ve şeytani bir figür bulunmamasını da çok sevdi.

Kitabın film haklarını hemen satın aldılar. Artık DiCamillo’nun yazdığı peri masalının zengin anlatımını koruyan bir animasyona dönüştürmeye hazırdılar. “The Tale of Despereaux” nasıl ki edebiyat dünyasında hemen klasik olduysa filmi de öyle olmalıydı.

Kitabın yayınından dört yıl sonra “Desperaux” projesi hız kazandı. Yönetmenliğine “Flushed Away”den tanıdığımız Sam Fell ile ilk kez bu filmle yönetmenliğe soyunan Rob Stevenhagen getirildi. Dört kahramanımızın macerasını geniş ekrana taşımak için senaryo yazarları Will McRobb ve chris Viscardi ile anlaşma yapıldı.

Filmin seslendirmesinde şu sanatçılar görev aldılar:

Matthew Broderick: Müziği, hikayeleri ve prensesi çok seven Despereaux;

Dustin Hoffman: Karanlıkta yaşayan ve bir tutam ışık hasretiyle yanıp tutuşan sıçan Roscuro;

Emma Watson: Sıradan bir yaşamı özleyen prenses Pea;

Tracey Ullman: Prenses olmak gibi imkansız hayaller kuran yarım akıllı hizmetçi kız Miggery Sow;

Sigourney Weaver: Anlatıcı;

Kevin Kline: Kraliyet aşçısı Andre;

William H. Macy: Despereaux’un sinirli babası Lester;

Frank Langella: Fareler Dünyası’nın Belediye Başkanı.

“Madagascar: Escape 2 Africa” projesi

AFRİKA DÜZLÜKLERİNİN ÜZERİNE GÜNEŞ DOĞARKEN…

“Madagascar: Escape 2 Africa” projesini tamamlamak için yıllarını veren film yapımcılarının hepsinin kendine özgü hedefleri ve amaçları vardı. Ancak hepsinin ortak hedefi, Madagaskar adasında mahsur kalan sevimli hayvan dostlarımızın Central Park’taki hayvanat bahçesine geri dönebilmek için yaptığı girişimlerin öyküsünü izleyiciye en büyüleyici şekilde sunmaktı.

Yapımcı Mark Swift bu konudaki düşüncelerini şu sözlerle özetliyor: “Bu fillmdeki karakterlerin hepsi kendi çapında olgunlaşır. Alex açısından bu deneyimin en büyük getirisi, Afrika’da kendisini gerçek bir aslan gibi hissetmektir. Hayvanat bahçesi şovmeni kimliğinden uzaklaşıp kendi özünü hissettiğini görürüz. Diğer karakterlerin de kendine özgü olgunlaşma süreçleri vardır. Örneğin zebra Marty, ömründe ilk kez kendi türdeşleriyle beraber geniş düzlüklerde koşma fırsatını bulur. Bu onun her zaman hayalini kurduğu birşeydir. Ancak çevresinin sadece kendi türdeşleriyle sarılı olması ilerleyen süreçte pek de hoşuna gitmez. Su aygırı Gloria için yeni bir ilişkiye başlamanın zamanıdır. Erkek su aygırlarıyla ilk kez karşılaşırken aradığı aşkı onlarda bulmaya çalışır. Zürafa Melman’ın öyküsü ise aslında bir keşfetme öyküsüdür. Gloria’ya aşık olduğunu keşfettiğini görürüz.”

Yapımcılardan Mireille Soria ise kişisel duygularını şu sözlerle dile getiriyor: “Kahramanlarımız daima New Yorklu olarak kalacaklardır. Çünkü onlar sözde değil özde New Yorkludurlar. Afrika onların anavatanıdır ama oraya New York’tan gelmişlerdir. Bu nedenle ilk hedefleri New York’taki hayvanat bahçesine geri dönmek olur. Aslında bu konuda kendi aramızda yoğun tartışmalar yaşadık. Kahramanlarımız Afrika’da kalmalı mı, yoksa geri dönmeli mi sorusunu kendimize sorduk. Çünkü artık Alex’in bir ailesi vardır. Şahsen benim de bir ailem var.


Çocuklarım büyüse bile onların evden ayrılmasını istemem. Evet, hedefimiz bağımsız ruhlu çocuklar yetiştirmek olmalıdır, bunu kabul ediyorum. Ama günün birinde ailesinden ayrılacak olsa bile onları unutmamalıdır. Alex’in ailesi örneğine dönecek olursak, çocuklarının bir New Yorklu olduğunu kabullenmek durumundadırlar. Ancak bu onların bölünmüş bir aile olduğu anlamına, birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez. İzleyicimizin büyük bölümünün çocuk olması nedeniyle belki çocuklar bu mesajı yeterince algılayamaz ama filmi seyredecek olan ebeveynlerin bu mesajı alacağına eminim.”

Filmle ilgili son sözleri yazar / yönetmen Tom McGrath söylüyor: “Bu film daha görkemli, daha iyi ve daha eğlenceli oldu. Ancak aynı zamanda izleyicinin kendisini biraz daha iyi hissedeceği mesajlar koyduk. Bence izleyiciler özellikle ailevi konular, kimlik konuları ve sevgi gibi konularda kolayca bağlantı kurabilecekler. İzleyiciyi yine güldürmek istedik, öncelikli hedefimiz buydu ama aynı zamanda biraz da duygulandırmayı hedefledik. İzleyiciye harika bir öykü anlatmak ve ilkinden daha fazla duygulandırmak için bu ikincisinin mükemmel bir fırsat olduğunu düşünüyorum.”

“Madagascar: Escape 2 Africa” en ince detaylarına kadar mükemmel bir film

DAHA BOL EFEKTLİ BİR ANİMASYON YAPMAK…

Görsel efektler süpervizörü Philippe Gluckman, ilk filmdeki görsel efektleri hazırlanırken çok fazla zorlandığını, imkansızı başardığını düşünüyordu. Ancak “Madagascar: Escape 2 Africa”da kendisini bekleyen zorlukları görünce ilk filmde karşılaştığı güçlükleri mumla aradı.

Gluckman iki film arasında şöyle bir kıyaslama yapıyor: “İlk filmdeki ormanı yaratırken bitki yoğunluğuna ağırlık vermiştik. O zamanlar için büyük bir başarıydı bu… Karşımıza çıkan en büyük zorluk ise hayvan dostlarımızın kürklerinin animasyonuyla ilgiliydi. O filmde orman için fazla sayıda bitki efekti hazırladık ama öndeki bitkilerin arka planı maskelemesi nedeniyle arka planlarla fazla ilgilenmedik. Ancak bu yeni filmdeki doğal manzaraların alabildiğine geniş düzlükler halinde olması gerekiyordu. Animasyonda hazırlanması en zor unsurlardan birisi aslında otlar ve çayırlardır. Bu filmde ufuk çizgisine kadar geniş çayırlık alanlar var. Ayrıca uzak mesafede hayvan grupları göreceksiniz. Geniş çayır alanların yanına hayvan gruplarını da ekleyince ne kadar zorlu bir efekt çalışması gerektiğini anlayacaksınız.”

Ekiple beraber Afrika gezisine çıkan Gluckman, efekt çalışması sırasında karşısına çıkacak problemin sadece uçsuz bucaksız gökyüzü olmayacağının, bulutların da ayrı bir problem yaratacağının farkına vardı. Gökyüzündeki bulut yerleşimlerinin ve ışığı yansıtma şekillerinin başlıbaşına büyüleyici bir görüntüsü vardı ve doğanın önceden kestirelemez yapısının ekrana yansıtılması gerekiyordu.

Doğanın öngörülemez yapısını ve bulutlardaki ışık gölge oyunlarını yaratmak için 3 boyutlu bulut üretebilen çok özel bir yazılım geliştirildi. Seri halde 3 boyutlu bulut üreten bu yazılım sayesinde bulutlardan sızan ışıklar da bilgisayar ortamında yaratıldı.

Gluckman yapılan çalışmayı şu sözlerle açıklıyor: “Teknolojinin limitlerini sonuna kadar zorlayarak bulutların arasından sızan ışıkları şeffaf şekilde elde etmeyi başardık. Böylece aslında 3 boyutlu unsurlar olan bulutlarımızda gerçekten büyüleyici görüntülere ulaştık. Bulutların bir kısmı da ressamlarımız tarafından el çizimiyle yapıldı. Bu ikisini birleştirince ortaya büyüleyici görüntüler çıktı.”

“Madagascar: Escape 2 Africa”nın en ince detaylarına kadar mükemmel bir film olması için yapılan bilgisayar çalışmasında rekorlar kırıldı. 2005 yılındaki ilk “Madagascar”ın yapımı için 12 milyon işlemci saati çalışma yapılmıştı. Devam filminin tamamlanması için yapılan çalışmanın boyutları 30 milyon işlemci saatini bulurken yeni rekorlara imza atıldı.

Alex, Marty, Melman ve Gloria’nın Afrika’ya varışlarından itibaren edindiği ilk izlenim

AFRİKA’YI YARATMAK VE NÜFUSLANDIRMAK

Alex, Marty, Melman ve Gloria’nın Afrika’ya varışlarından itibaren edindiği ilk izlenim, uçsuz bucaksız Afrika manzaralarıdır. Film yapımcıları bu konuyu bir önceki filmde kararlaştırmış, Madagaskar’daki ortamı fantezi bir ülke yaratmaya yönelik bir geçiş olarak görmüşlerdi. Ancak dünyanın en güzel ve en fotoğrafik ülkelerinden birisi olarak bilinen Madagaskar’ın gerçek manzaralarıyla yakından ilgilenmeye başlayınca işin içine bir miktar gerçekçilik de katılması gündeme geldi. Gerekli araştırmaya filmleri, fotoğrafları, kitapları ve interneti izleyerek başladılar.

Senaryo yazarı / yönetmen Eric Darnell’in bu konudaki yaklaşımı şöyle: “Jeffrey Katzenberg bize ihtiyaç duyduğumuz her yere gidip kendi gözlerimizle görmemiz gerektiğini söyledi. Açıkçası oraya gidene kadar hepimizin aklında sadece ağaçlar, geniş çayırlar vardı. Los Angeles’taki Simi Vadisi gibi bir yer düşünüyorduk. Ancak oraya gittiğimiz zaman bambaşka bir ortam olduğunun farkına vardık. Bugüne kadar Afrika’da bir safariye gitmeyi aklımdan bile geçirmemiştim ama orada son derece büyüleyici bir deneyim yaşadım. Ayrıca ekip arkadaşları olarak da bağlılık düzeyimiz arttı. Kreatif ekipler olarak gittiğimiz savanalarda kurduğumuz çadırlarda birkaç gün hep beraber yaşadık. O manzaraları ve yerleri bizzat gidip yerinde görmek, hepimiz için paha biçilmez bir deneyim oldu. Özellikle Masai Mara bölgesinde günbatımında zebraları izlemek bambaşka bir keyifti. Filmi yaparken Afrika’da yaşadığımız deneyimden çok önemli ölçüde yararlandık.”

Tom McGrath şunları ekliyor: “Afrika’ya gittiğinizde orasının ne kadar büyük ve geniş bir yer olduğunun farkına varıyorsunuz. Evet, ağaçlar, çayırlar, bitkiler, bunların hepsi tanıdık gibiydi ama farklı olan bir şey vardı. Oraya gittiğiniz zaman karşımızda o kadar geniş alanlar açılıyordu ki, dünyamızın yuvarlaklığını bile hissedebiliyorduk. Artık elimizde Afrika’yı yansıtabileceğimiz çok önemli veriler vardı. Bize düşen ise Afrika’nın güzelliklerini filmin her karesine yansıtmaktı.”
Yapımcı Mark Swift ise Afrika izlenimlerini şöyle anlatıyor: “Afrika’da beş farklı bölgeyi ziyaret ettik. Bu kıtada hangi ülkeye giderseniz gidin büyüleyici bir ortamla karşılaşırsınız. Karşınıza televizyonda veya filmlerde gördüklerinizden yola çıkarak hayal bile edemeyeceğiniz güzellikler çıkar. Afrika’nın bizi görsel açıdan en çok etkileyen yönünün adeta uçsuz bucaksız gökyüzü olduğunu söyleyebilirim. Yeryüzü alabildiğine düzdü ve uzak mesafelerde çok güzel volkanlar vardı. Ancak bizim için en önemli unsurlar gökyüzü ve bulutlar oldu. Ayrıca geniş düzlüklerde birbirine karışmış şekilde dolaşan hayvan sürülerini görünce bu film için kalabalık hayvan grupları sistemine gerek olduğunun farkına vardık.”

Prodüksiyon ekipleri bu sahneleri yaratabilmek için DreamWorks tesislerini kullanmaya karar verdiler. Yapımcılardan Mireille Soria bu konuyla ilgili olarak şu açıklamayı yapıyor:

“Bu filmde karşımıza çıkan en büyük zorluk, kalabalık hayvan grupları oldu. Filmin öyküsü öyle gerektirdiği için kahramanlarımız Afrika’da kalabalık zebra sürüleriyle, çok sayıda su aygırıyla, aslan gruplarıyla karşılaşıyorlardı. Burada bizim ilgilenmemiz gereken nokta farklı boyutlardaki çok sayıda hayvanı aynı kareye alabilmekti. Bunu nasıl başaracağımız üzerinde uzun uzun düşündük. Sonuçta gökyüzü, kalabalıklar, kısacası herşey daha büyük ve gösterişli oldu.”

Mireilla Soria’nın sözünü ettiği bu unsurların görsel orkestrasyonunu yapma görevini orijinal “Madagascar”ın ve “Madagascar: Escape 2 Africa”nin prodüksiyon tasarımcısı Kendal Cronkhite üstlendi. İlk film için hazırladığı tasarımlar daha fantastik ama bir o kadar da sadeydi. Devam filmi için hazırladığı dünya ise daha somut ve sofistike oldu. Ekran üzerinde daha önce hiç görmediğimiz bir Afrika yaratırken gerçekçiliğe ağırık verdi ama herşeyi bir animatörün bakış açısısıyla filtreden geçirmeyi de ihmal etmedi. Özellikle otlar ve çayırlar olmak üzere çevresel unsurları başarıyla birleştirmek suretiyle dikkat çekici ölçüde epik kalite yaratmayı hedefledi.
Hayvanat bahçesi sakinlerinin bindiği uçağın farklı bir ülkeye gidişiyle ilgili sahneler de bazı zorlukları beraberinde getirdi. İlk “Madagascar”ın konusunun büyük kısmı ormanlarda geçiyor ve karakterleri adeta flora duvarının önünde sunuyordu. İkinci filmin konusunun geçtiği Afrika ise bambaşka bir görselliğe sahipti. Uçsuz bucaksız ufuk manzaraları ve geniş düzlükleriyle farklı bir ortam yaratıldı.

İlk filmde olduğu gibi ikincisinde de karakter animasyonlarını hazırlayan Rex Grignon, yeni filmde uygulanan yaklaşımı şu sözlerle açıklıyor:

“İlk filmde oluşturduğumuz stili terk etmedik. Çünkü bu dünyanın çok önemli bir parçasıydı. Ancak bu filmde elimizdeki karakterlerin biraz daha fazla kişisel dünyasına girme fırsatını elde ettik. Bol miktarda eğlence yine var ama baş karakterlerimizin iç dünyasına daha çok yaklaştığımızı izleyici de hissedecek. Özellikle Alex karakterinin kendi geçmişini öğrendiği sahnede son derece samimi yaklaşımlar var. Ancak böyle samimi ve duygusal sahnelerin yanısıra penguenlerin jip kaçırdığı türden hareketli sahnelere de yer verdik. Kısacası keyif ve eğlence boyutunu hiç kaybetmedik. Sadece biraz duygusallık kattık.”

Günümüzde artık bilgisayar animasyonu ile bilgisayar destekli görüntüleme teknolojisi arasındaki pencerenin hızla daraldığı gözleniyor. Bunun sonucunda “live-action” yönetmenleri ile animasyon yönetmenlerinin dünyaları giderek birbirine yaklaşıyor. Dolayısıyla “live-action”dan animasyona, animasyondan “live-action”a geçişler hız kazanıyor. Bu durumun en son örneği, “Pan’s Labyrinth”in Oscar ödüllü görüntü yönetmeni Guillermo Navarro’nun “Madagascar: Escape 2 Africa” ekibiyle sözleşme imzalaması oldu.

Yazar- yönetmen Tom McGrath, bu katılımın gerekçesini şu sözlerle açıklıyor: “İlk filmde görüntü yönetmenliği boyutunda çok önemli bir çabamız olmamıştı. Görüntüleri adeta bir kartpostal serisi gibi arka arkaya dizmekle yetinmiştik. Yeni filmde bu konuyu geliştirmek, farklı alanlar arasında hareket eden bir kamera olmasını istedik. Bu film için daha sinemasal bir görüntü dili oluşturulmasında bize live-action alanında faaliyet gösteren bir görüntü yönetmeni katkı yapabilirdi. Mireille’nin girişimleri sayesinde Guillermo kadroya katıldı. Görüntü yönetmenliği alanında gözümüzü açan büyük destek sağladı.”

Eric Darnell’in yorumu ise şöyle: “Gerçek dünyada gerçek kamera ile yapabileceğimiz herşeyi artık sanal kameralarımızla da yapabiliyoruz. Öne zoom, geriye zoom, farklı mercekleri birleştirme, kamerayı istediğimiz gibi hareket ettirme gibi işlemler sanal kameralarla da yapılabiliyor. Hatta daha da fazlasını yapabiliriz. Bir helikopter sahnesi çekmek için helikopterin kendisine gerek yok. Özellikle de bu film için görüntü yönetmenliği konusu kritik önem taşıdığı için live-action çerçeveleme teknikleri konusunda deneyimli bir görüntü yönetmenine ihtiyacımız vardı.”

Film yapımcılarının yeni “Madagascar”daki öncelikli hedefi

KONU TAMAM, DÖRT KAFADAR HAREKETE HAZIR. BİR KEZ DAHA…

Film yapımcılarının yeni “Madagascar”daki öncelikli hedefi eldeki karakterleri daha da derinleştirmek oldu. Komedi yanları yine olacaktı ama biraz daha fazla duygusal derinlik katılacaktı. Peki, ilk filmde bu unutulmaz karakterleri seslendirmiş olan aktörler, yeni filmdeki yeni yaklaşıma sıcak bakacak mıydı? Aktörlerin hepsi ışığı görüp yeni yaklaşımı benimseyince aynı kadro eksiksiz geri döndü.

Karakterleri daha ileriye taşımaya kararlı olan film yapımcılarının elindeki en değerli kaynak, ilk filmde mikrofon arkasında görev yaparak o karakterlere sesini veren aktörlerdi. Alex, Marty, Gloria ve Melman adlı dört hayvanat bahçesi sakinlerinin girdisini çıktısını, kısacası herşeyini çok iyi biliyorlardı. Daha da önemlisi o karakterler üzerinde doğaçlama yapma becerileri de vardı.
Yeni “Madagascar”ın seslendirmesinde görev yapan aktörleri destekleyen en önemli unsur, öyküdeki ana parametreler oldu. Konunun Afrika’da geçmesine karar verilmesinden itibaren senaryo üzerinde bunu destekleyecek mantıksal geliştirmeler yapıldı. Dört New York’lunun anavatanlarına gidince orada doğal ortamda yaşayan kendi türdeşleriyle tanışmaları başta olmak üzere yeni parametreler eklendi.

Ancak film yapımcılarının en çok önem verdiği karakter Alex oldu. Hayvanat bahçesinin starı olan Alex’in eve dönüşüyle birlikte anne ve babasıyla yeniden kavuşmasına ağırlık verildi. Henüz küçük bir yavru aslanken izini kaybettiği anne-babasıyla yeniden kavuşması sahnesi önem kazandı. İki tarafın da birbirinden belirli beklentileri olacaktı ama show dünyasında rahar ortamda çalışmaya alışmış bir aslan, Afrika’nın vahşi dünyasına nasıl uyum sağlayacaktı?

Alex karakterine sesini veren Ben Stiller’in bu karakterle ilgili yorumu şöyle: “Sevimli aslanımız Alex’in Afrika’da karşılaştığı engeller çok büyüktür. Ayrıca karşısında uçsuz bucaksız bir dünya vardır. Bunun yanısıra babası da gururuna çok düşkün bir aslan olduğu için Alex’ten beklentileri yüksektir. Alex başlangıçta herşeyin kontrol altında olduğunu düşünür. Sonuçta evine dönmüştür ve New York’taki başarılarını ailesine kanıtlama zamanı gelmiştir. New York’un aslan kralı olduysa bunun boşuna olmadığını ailesine kanıtlamaya kararlıdır. Ancak bu noktada farklı kültürlerin getirdiği anlaşmazlıklar devreye girer. Alex artık bu yeni dünyanın kurallarına göre oynamak zorundadır. Orada kaybedenlere yer yoktur ve yok olmaya mahkumdurlar. Karşılaştığı bu yeni dünya Alex için tam bir şoktur.”

Zebra Marty’e gelince, onun bu yolculuğa çıkma sebebi aslında farklılıkları keşfetmek değil, vahşi doğadaki türdeşlerini bulmaktır. Hayvanat bahçesinde geçen hayatı boyunca hep vahşi doğada kendi türdeşleriyle beraber özgürce dolaşmayı hayal etmiştir. O şans artık kapısını çalmıştır.

Zebra Marty’nin seslendirmesini yapan Chris Rock’ın bu karakterle ilgili yorumu şöyle: “Bu dünyada yaşadığı ortamdan memnun olmayan, dışarıdaki hayatın daha gösterişli ve daha iyi olduğunu düşünen çok insan var. Aslında bu, Marty’nin çevresindeki arkadaşlarını takdir etmediği anlamına gelmez. Onların dostluğundan da memnundur ama çevresinde kendi cinsinden olan başka zebralarla olmak ister. Yüzeyden bakınca bu mantık doğrudur. Çevrenizde size benzeyen ne kadar çok insan varsa daha mutlu olacağınızı düşünürsünüz. Ancak psikologlar bunun her zaman doğru olmadığını, farklılıkların grupları zenginleştireceğini söyleyeceklerdir.”

Chris Rock sözlerine şöyle devam ediyor: “Aslında bunu en iyi arkadaşlarınızın sizin gibi davranmasına, sizin gibi giyinip sizin gibi konuşmasına benzetebiliriz. Başlangıçta bu durum egonuzu patlatabilir ama bir süre sonra sıkılmaya başlarsınız. Şimdi bu durumu alalım ve yüzlerce benzerinizle bir arada olduğunuzu düşünelim. Marty’nin çevresinde tıpkısının aynısı yüzlerce zebra var. Hayvancağızın yaşayacağı hayal kırıklığını düşünün. Çevreniz sizin yüzlerce benzerinizle doluyken nasıl hissedersiniz?”

Hastalık hastası zürafamız Melman ise, meşhur kuruntularından az da olsa kurtulacağı yeni yerler ister. Central Park’taki Hayvanat Bahçesinden (ve tabii ilaçlarından) uzaklaşan Melman, Madagaskar adasının harika ortamında biraz olgunlaşmıştır. En azından artık daha az gergindir. Ancak orada da uğraşacağı yeni sorunlar bulmayı başarır. Yeni sorununun ismi, su aygırı Gloria’ya duyduğu platonik aşkıdır.

Melman’ı seslendiren David Schwimmer, sesini verdiği bu karakteri şu sözlerle tanımlıyor: “Melman’ın başına bu kez oldukça dramatik şeyler gelir. Bindikleri uçağın yere çakılacağından artık emin olduğu bir noktada Gloria’ya aşkını itiraf etmeyi başarır. Ancak ne yazık ki Gloria o sırada uyuduğu için duymaz. Kendi kendine öğrendiği tıbbı bilgiler sayesinde diğer zürafaların büyücü doktorluğu ünvanını elde eder. Hayatının sona ermek üzere olduğunu bir kez daha düşündüğü anda Gloria ile arkadaşlarını kurtarmak için kendisini gönüllü olarak kurban etmeye karar verir.”

Su aygırı Gloria’nın kendi imajıyla ilgili herhangi bir problemi yoktur. Bir su aygırı olduğunun farkındadır ve bundan memnundur. Kendine güvenli ve çok tatlıdır. Su kaynağının başında bir su aygırları sürüsüyle karşılaştığında hepsini sevgiyle kucaklar. Onlar da aynı coşkuyla karşılık verirler.

İlk filmde de seslendirmesini yaptığı Gloria karakterine bir kez daha dönmekten heyecan duyduğunu ifade eden Jada Pinkett Smith, duygularını şu sözlerle dile getiriyor:

“O film (Magadascar) çocuklarımla beraber izleyebildiğim ilk filmim oldu. Daha önce birçok filmde oynadığım halde onları çocuklarımla izleyememiştim. Gloria karakterini onların da yakından tanımasını istedim. Gloria özgüven düzeyi yüksek bir karakterdir. Kendi halinden memnundur. Dış görünümünden mutlu olmayan genç kızlara bu filmin sağlam bir mesaj göndereceğini düşünüyorum. Bence önemli olan, insanın kendisini önemli algılamasıdır. Bu filmde her zamanki gibi bol bol eğleniyoruz ama aynı zamanda küçük bir mesaj da gönderiyoruz.”

“Madagascar”, dünyanın her köşesinde izleyicinin gözdesi oldu

DEVAMINI GETİRMEK HOŞUMUZA GİTTİ!

2005 yaz sezonunda gösterime giren “Madagascar”, dünyanın her köşesinde izleyicinin gözdesi oldu. Tüm dünyada elde ettiği yarım milyar doların üzerinde gişe hasılatıyla da yılın 1 numaralı aile komedisi ünvanını kazandı. Hayal gücü kuvveti aslan Alex, geveze zebra Marty, her zaman endişeli zürafa Melman ve zeki su aygırı Gloria, o sezonun en popüler dörtlüsü oldular.

Senaryo yazarı / yönetmen Eric Darnell, “Madagascar”ın izleyici tarafından kabul görmesi karşısında derin bir nefes alarak rahatladığını, ama gösterilen ilgiye aslında çok da fazla şaşırmadığını belirterek duygularını şu sözlerle ifade ediyor:

“Madagascar’ın elde ettiği büyük başarının temelinde izleyicinin kolayca benimseyebileceği sevimli ve eğlendirici karakterler vardı. Daha da önemlisi izleyiciyle insani düzeyde bağlantı kurabiliyorlardı. Tüm kusurlarına, endişelerine rağmen karşılaştıkları problemler ne olursa olsun izleyici onlara empati duydu, karşılaştıkları sorunlardan bir an önce kurtulmalarını istedi.”

Sözü devralan yazar / yönetmen Tom McGrath şöyle devam ediyor: “Ben Stiller, David Schwimmer, Chris Rock ve Jada Pinkett Smith ile kafa kafaya vererek yarattığımız karakterlere hepimiz aşık olduk. İzleyici de onları çok sevdi. O filmde vahşete ve acımasızlığa karşı uygarlık temasını ele aldık. Hayvanat bahçesinde kalan dört hayvanın başının derde girmesi üzerine aralarındaki arkadaşlığın sınavdan geçtiği bir dostluk öyküsüne dönüştürdük. Daha ilk filmi tamamladığımız günlerde –hit filme dönüşmeden önce- bile bu karakterlerle yapacağımız daha çok şey olduğunu düşünüyorduk.”

New York’taki hayvanat bahçesinin dört sakininin macelarına devam etme isteğinin o günlerde filizlendiğini söyleyen Tom McGrath sözlerini şöyle sürdürüyor:

“DreamWorks Animation’un Başkanı Jeffrey Katzenberg ile birlikte ilk filmin galası için Avrupa’ya uçarken bu konuyu konuşuyorduk. İlk film popüler olmadan önce de elimizdeki karakterlerle bir film daha yapmak istemiştik. Hatta o uçakla Avrupa’ya giderken yeni öyküyü oluşturmaya başladığımızı hatırlıyorum. Karakterlerimiz bu kez anavatanları olan Afrika’ya gidecekti. Dört New York’luyu Afrika’nın geniş düzlüklerine götürmek, ilk filmdeki ‘sudan çıkmış balık’ hikayesine devam etmenin harika bir yoluydu.”

İlk “Madagascar”ın yönetmeni ve yapımcısının yeni öykü için çalışmaya başladığı günlerde film de gösterime girdi ve dünyanın her köşesindeki izleyicinin coşku dolu heyecanıyla karşılaştı. Yeni projenin şekillendirilmeye başladığı günlerde ekibe yapımcı Mark Swift de katıldı. Filmin senaryosunu ise Tom McGrath, Eric Darnell, Etan Cohen üçlüsünün yazması gündeme geldi.
Yapımcı Mark Swift’in senaryo ile ilgili yorumu şöyle: “Kadroya kim katılırsa katılsın elimizde iyi ve işe yarar bir öykü olmadığı takdirde bu macerayı sürdürmenin anlamı olmayacağında hemfikirdik. Bence herşeyden önce öykü gelir. ‘Madagascar’da herkesin sevdiği karakterler olduğu için o karakterleri geri getirmemiz gerekiyordu. Onlar olmadan aynı başarıyı tekrarlayamazdık. Bu nedenle yeni film için etkileyici bir öykü üzerinde odaklandık.”

Yazar / yönetmen Eric Darnell de şöyle bir yorum getiriyor: “Aslında bu zincirleme bir reaksiyon gibidir. Dört kahramanımızı Madagascar’a giden uçağa yerleştirirken uçakta başka kimler olmalı diye sorduk. Öncelikle penguenlerimiz mutlaka olmalıydı. Uçağa pilotluğu onlar yapacaktı.

Penguenlerin uçağa alınması böyle oldu. Julien, Maurice ve Mort’u da arkada bırakamazdık. Onlar da komik karakterlerdir. Tıpkı sevimli şempanzelerimiz Phil ve Mason gibi onlar da grubun parçasıdır. Ayrıca bu karakterleri korurken onların Afrika’da karşılaşacağı yeni karakterler üzerinde de odaklanmamız gerekiyordu. Sonuçta büyük bir dengeyi tutturma çalışması içine girdik.”

İlk “Madagascar”da sadece dört kahramanımız değil, penguenler ve şempanzeler de izleyicinin beğenisini kazanıp popüler olmuşlardı. Bu nedenlerle yeni “Madagascar”da onlara da önemli ölçüde yer vermek gerekiyordu. Ancak filmin kısıtlı süresi içinde hepsine birden yer vermek kolay değildi. Yazar / yönetmen McGrath’ın bu konudaki yorumu şöyle:

“İlk filmdeki karakterlerin hepsi çok sevildiği için izleyici onları perdede daha uzun süre görmek isteyecekti. Ancak hepsi için bağımsız öykü çizgileri üretip limitli zaman dilimine sıkıştırmak kolay iş değildi. Karşımıza çıkan zorluklardan birisi bu oldu. Sonuçta ikinci düzey karakterlerin hepsini ana öyküye destek verecek şekilde yapılandırdık. Elimizde 13 karakter olduğu için başka çaremiz yoktu.”

Senaryo yazarları bu noktada yeni öykünün merkezine New York’un Kralı aslan Alex karakterini yerleştirmeye karar verdiler. New York’ta hayvanat bahçesi ziyaretçilerine showmanlik yapan Alex, ailesini görmek üzere Afrika’ya gitmek ister. Ancak büyük kentteki yetenekleri Afrika’nın geniş düzlüklerinde işe yaramayacaktır. Daima sürüden ayrılma hayalleri kurmuş olan sevimli zebra Marty de, Afrika’da kalabalık zebralar grubu içerisinde ne yapacağını bilemez. Biraz daha olgunlaşmış olan su aygırı Gloria ise, yeni bir ilişki fırsatı bulunca bir ilişkinin ne olduğunu keşfetmek için zaman bulur. Zürafa Melman’a gelince, o da sadece kendisini zürafalar ordus içinde bulmakla kalmaz, aynı zamanda su aygırı Gloria’ya karşı gerçek duygularıyla da yüzyüze gelir.

“MADAGASCAR: ESCAPE 2 AFRICA”

“MADAGASCAR: ESCAPE 2 AFRICA”
28 Kasım’da Sinemalarda


Yönetmenler: Eric Darnell, Tom McGrath
Seslendirme Kadrosu: Ben Stiller, Chris Rock, David Schwimmer, Jada Pinkett Smith, Sacha Baron Cohen, Cedric The Entertainer, Andy Richter, Bernie Mac, Sherri Shepherd, Alec Baldwin
Senaryo: Etan Cohen, Eric Darnell, Tom McGrath
Yapımcılar: Mireille Soria, Mark Swift
Görüntü Yönetmeni: Guillermo Navarro, Prodüksiyon Tasarımı: Kendal Kronkhite
Görsel Efektler Süpervizörü: Philippe Gluckman, Kurgu: Paul Neal
Özgün Müzik: Hans Zimmer
DreamWorks Pictures – Paramount Pictures / UIP Filmcilik

2005’in olay yaratan animasyonu “Madagascar”ın merakla beklenen devamında Alex, Marty, Melman, Gloria, Kral Julien, Maurice, penguenler ve şempanzeler, kendilerini devasa ada Madagaskar sahillerine çıkmış bulurlar.

New York’lu kahramanlarımız bu engeli aşmak için işleyeceğini düşündükleri bir plan geliştirmişlerdir. Yere çakılmış eski bir uçağı ele alan penguenler, bu uçağı adeta askeri bir doğrulukta tamir ederler. Uçağa bindiklerinde Afrika’nın uçsuz bucaksız düzlüklerini dolaşıp her yeri görecek kadar uzun süre havada kalmayı başaramazlar. New York’taki hayvanat bahçesinde doğup büyümüş kahramanlarımız, Afrika macerasında hayatlarında ilk kez kendi cinslerinden hayvanlarla karşılaşacaktır.

Afrika çok geniş ve büyük bir yer gibi gözükmektedir. Peki ama Central Park’taki kendi yuvalarından daha iyi ve daha güvenli midir?

2005 yılının çok sevilen animasyon filmi Madagascar'ın devam filmi Madagascar dünya sinemalarında 532 milyon 680 bin 671 dolar hasılat elde etmişti.

DreamWorks Pictures’ın sunduğu “Madagascar: Escape 2 Africa”nın yönetmenliğini, üç yıl önceki orijinal filmi de yönetmiş olan Eric Darnell ile Tom McGrath üstlendi. Senaryosunu Etan Cohen, Eric Darnell ve Tom McGrath’ın yazdığı filmin yapımcığılını Mireille Soria ile Mark Swift gerçekleştirdi. Seslendirme kadrosunda Ben Stiller, Chris Rock, David Schwimmer, Jada Pinkett Smith, Sacha Baron Cohen, Cedric The Entertainer, Andy Richter, Bernie Mac, Sherri Shepherd ve Alec Baldwin yer aldı.

“High School Musical 3: Senior Year”ın kadrosu

KISA NOTLAR

“High School Musical 3: Senior Year”ın kadrosunu oluşturmak için ABD, Kanada ve İngiltere’de 1000’den fazla genç oyuncu adayının katıldığı uluslar arası düzeyde bir oyuncu arama kampanyası düzenlendi. Matt Prokop, Justin Martin ve Jemma McKenzie-Brown’dan oluşan yeni Wildcat’ler bu arama sonucunda bulundu.

Orijinal “High School Musical”, Disney Channel’da 2006 yılı Ocak ayında başladı. İlk günden itibaren bir Disney Channel yapımı orijinal film için en yüksek ratinglere ulaştı. Kısa sürede uluslar arası düzeyde de hit oldu. 100 ülkede 20 farklı dilde gösterilerek 250 milyondan fazla izleyiciye ulaştı.

İki tane Emmy Ödülü, bir DGA ödülü, bir Imagen ödülü ve bir de Amerikan Yönetmenler Birliği ödülünün yanısıra çok sayıda ödül kazandı. Billboard dergisinden bir müzik ödülü (Yılın Soundtrack’i) aldı ve Amerikan Müzik Ödülleri’ne aday gösterildi.

Bir önceki film olan “High School Musical 2”, 17 Ağustos 2007 tarihinde televizyonda gösterildiğinde 18.6 milyon seyirci tarafından izlenerek TV listelerinde 1 numara oldu. Bugüne kadar 24 farklı dilde 187 milyon kişi tarafından izlendi.

Yönetmen: Kenny Ortega

Oyuncular: Zac Efron, Vanessa Hudgens, Ashley Tisdale, Lucas Grabeel, Corbin Bleu, Monique Coleman, Olesya Rulin, Jemma McKenzie-Brown, Justin Martin

Senaryo: Peter Barsocchini

Yapımcılar: Bill Borden, Barry Rosenbush

Görüntü Yönetmeni: Daniel Aranyo

Prodüksiyon Tasarımı: Mark Hofeling

Kostüm Tasarımı: Caroline Marx, Kurgu: Seth Flaum

Set Dekorasyonu: Ken Kirchner

Özgün Müzik: David Lawrence

Walt Disney Pictures / UIP Filmcilik

“High School Musical 3: Senior Year”ın kostümleri

ŞİMDİ DE GİYİNİYORUZ: KOSTÜM TASARIMCISI CAROLINE B. MARX İŞBAŞINDA

“High School Musical 3: Senior Year”ın kostümlerini hazırlayan kostüm tasarımcısı Caroline B. Marx, çalışmalarını yaparken her detayı geniş ekrana göre ayarlamaya özen gösterdi.

“HSM3’teki kostümleri tasarlarken her karakteri açıkça tanımlayacak tarzda çalıştım. Detaylara gösterilen özen büyük ekranda çok büyük önem taşır. Bu filmde tüm karakterleri biraz daha büyümüş buluruz. Giydikleri kıyafetlerin de onların bireysel kişiliklerini göstermesi doğaldır” diyor Marx…

Caroline Marx’ın giysilere getirdiği vizyondan hoşnut kaldığını ifade eden yönetmen Ortega şunları ekliyor: “Müzikal olgusuna yepyeni harika fikirler getirme konusunda Caroline çok net ve açık yaklaşım sergiledi. Her zamankinden daha gösterişli, rengarenk ve gözalıcı kıyafetler ortaya koydu. Bu filmde geleceğe yönelik fantezi unsurlarının çokluğu nedeniyle daha önce yapılmamış olanı yapmak zorundaydık. Caroline her konuda bize yardımcı oldu.”

en son trendlere göre giydirmek istediğini söyleyen ünlü tasarımcı, “Öncelikle New York’taki Moda Haftası’na katılarak 37 show izledim. Bu arada showroomları ziyaret ederek çok sayıda partiye katıldım. Sayısız tasarımcıyla tanışarak en yeni trendleri konuştum” diyor.

Caroline B. Marx’ın uyguladığı yaklaşım doğrultusunda Zac Efron’un oynadığı Troy karakteri, bir miktar James Dean bir miktar da Genç Elvis görünümüne kanalize edildi. Çoğunlukla mavi ve gri tonlardan oluşan renk paleti tercih edildi.

Vanessa Hudgen’in oynadığı Gabriella karakterinin çok masum ve komşu-kızı havasında bir kız olması nedeniyle filmin başındaki kıyafetlerinde beyaz, mavi, yeşil ve sarı çiçekli giysiler ağırlık kazandı. Filmin öyküsü ilerledikçe daha bilinçli bir kız konumuna geldiği için daha entelektüel ve bohem giysiler seçildi. Hudgens’in giydiği markalar arasında American Eagle, Free People, Velvet, Miss Sixty (İtalyan) ve Hollandalı tasarımcı Tony Cohen’in kreasyonları yer aldı.

Sharpay karakterinin oldukça pahalı kıyafetler giymesine özen gösterildi. Bunların Swarovski kristalleri ile zenginleştirilmesi yöntemi izlendi. Bu karakterin giydiği markalar arasında Marc Jacobs, Miss Sixty, L.A.M.B., Dolce & Gabbana, Juicy Couture, Betsey Johnson, Diesel, Sheri Bodell, Rock n Republic çizmeleri ve çantaları ile Kitson’dan aksesuarlar vardı.

Kostüm tasarımcısı Marx’a göre Corbin Bleu’nun oynadığı Chad karakteri, sinema tarihinde tamamen organik yapılı elbise ve ayakkabı giyen ilk karakter oldu. Chad karakterinin giydiği kıyafetlerin hepsi doğa dostu dokuma ürünlerinden hazırlandı. G-Star, Livity Outernational, Alternative Earth, Lucky Brand, NIKE ve Maasi Treads gibi çevre dostu markalar arasından seçildi.

Haydi Dansa: HSM3’ün Dans Koreografileri

“High School Musical 3: Senior Year”ın koreografi çalışmalarını ilk iki filmde olduğu gibi yine Emmy ödüllü Kenny Ortega, Charles “Chucky” Klapow, Bonnie Story üçlüsü paylaştılar.

Yapımcı Bill Borden’in bu üçlü konusundaki yorumu şöyle: “Kenny, Chucky ve Bonnie, dans ve müzikal endüstrisindeki herkesin ulaşmaya çalıştığı yeni bir standart yarattılar. Yetenekleri ve yaptıkları işe duydukları sevginin filmdeki tüm danslara ve aktörlere yansıdığını düşünüyorum.”

Kenny Ortega dans sahnelerinde uyguladığı yaklaşımı şu sözlerle özetliyor: “Üçlü olarak çalışmamız bu filmle birlikte doruk noktasına vardı. Dans sahnelerini planlarken bir ayağım sokaklarda, bir ayağım tarih sayfalarındaydı diyebilirim. Bu filmde biraz Broadway esintisi, biraz funk, biraz spor ve bale vardır. Çok çeşitli dans ve müzik stillerini bir arada göreceksiniz. Ayrıca aralarında bir basketbol sahası, bir ev çatısı ve bir ağaç evin de yer aldığı dans mekanları da dinamik çeşitlilik gösterir. Dans sahnelerini filmin genel öykü akışı içerisine en iyi şekilde yaydık. Her dans sahnesi adeta kartpostal gibidir.”

Klapow da şunları ekliyor: “Filmde her tür dans vardır. Vals, hip-hop, break, pop, Latin salsa, jazz ve Fosse… Bu nedenle başroldeki Zac Efron filmin bir sahnesinde Fred Astaire gibiyken bir sonraki sahnede Michael Jackson gibi olduğunu görebilirsiniz.”

Filmde görev alan koreograflar büyük ekran için çıtayı iyice yükselttiler. Daha önce çekilen iki televizyon filminde 10 baş aktör, 12 baş dansçı ve 190 figüranla çalışma yapılmıştı. Büyük ekran için çekilen “High School Musical 3: Senior Year”da baş aktör sayısı 15’e çıkarken, 18 baş dansçı ve 2.000 figüran kamera karşısına geçti.

Bonnie Story de dans sahnelerinde uyguladıkları yaklaşımı şu sözlerle özetliyor: “Doldurmamız gereken ekran daha büyük olunca daha fazla dansçı görevlendirmemiz kaçınılmazdı. Sinema salonlarındaki büyük ekranın televizyondan daha geniş olduğunu her aşamada dikkate alarak farklı bir bakış açısından koreografi geliştirme yaklaşımını benimsedik.”

High School Musical 3: Senior Year

YENİ WILDCAT’LER

“High School Musical 3: Senior Year”de ilk iki filmde yer almayan üç yeni karakter daha izleyeceğiz. İzleyiciyle ilk kez bu filmde tanışacak olan bu karakterlerden Jimmie ‘the Rocket’ Zara rolünde “Hannah Montana” ve “The Office”den tanıdığımız Matt Prokop; Donny Dion rolünde “The Express” ve “The Soloist” ile adını duyuran Justin Martin; Tiara Gold rolünde İngiliz kadın oyuncu Jemma McKenzie-Brown kamera karşısına geçti.

Yapımcı Bill Borden yeni karakterlere neden ihtiyaç duyulduğunu şu sözlerle açıklıyor: “İzleyicimize yeni karakterlerle tanıştırırken yeni bir Troy veya yeni bir Taylor bulmak gibi bir derdimiz olmadı. Evet, yeni karakterler bulmak istedik ama eskilerden hiçbirisini klonlamadık. Yeni dostluklar ve yeni arkadaşlıklar okullarda ve hayatta nasıl oluyorsa bizim filmimizde de öyle olsun istedik.”

Rosenbush ise şunları ekliyor: “Her yeni sınıf yeni bir başlangıçtır. Her yeni macera ise, insanların kendi yetenek ve beklentilerini anlama ve öğrenme deneyimidir. Bu nedenle Matt, Justin ve Jemma’nın bu filmde ortaya koyacağı oyun tarzına bakıp kendi yorumlarını bulmalarını bekleyeceğiz.”

Ya Şimdi ya da Asla: Ekip Olmanın Getirisi Nedir?

OYUNCU KADROSU

Ya Şimdi ya da Asla: Ekip Olmanın Getirisi Nedir?

Zac Efron, Vanessa Hudgens, Ashley Tisdale, Lucas Grabeel, Corbin Bleu ve Monique Coleman, uluslar arası düzeyde hit olan “High School Musical” ve dünya çapında rekorlar kıran “High School Musical 2”deki rollerine geri döndüler.

“High School Musical’ serisinin en güzel yanlarından birisi bence çok yetenekli oyuncu kadrosudur. Evet hepsi birer gençlik idolü oldu ama hepsi de çok iyi genç aktörlerdir. Filmlerimizin başrolündeki oyuncular, üstlendikleri karakterleri izleyicinin çok sevdiği karakterlere dönüştürdü. Bence başarının sırrı budur” diyor senaryo yazarı Barsocchini…

Serinin yeni filminde herkesin favorisi liseli sevgililer Troy Bolton ve Gabriella Montez karakterlerinin yine ön planda olduğunu görüyoruz. Bu iki rolde sırasıyla Zac Efron ile Vanessa Hudgens oynadılar.

“’İlk ikisinde çok severek oynadığım High School Musical 3’ün TV ekranları yerine büyük ekranda boy göstereceğini duyunca çok heyecanlandım. Aslında hepimiz bunu bekliyorduk. Büyük ekranı hak ettiğimizi düşündüğümüz için kendimizi harika hissediyoruz. Bizler ilk iki HSM’nin sıradan gençleriydik, şimdi artık daha da gelişiyoruz” diyor Zac Efron…

Portresini çizdiği karakterle beraber büyüyüp olgunlaştığını söyleyen Zac Efron sözlerine şöyle devam ediyor: “Troy Bolton’da birçok farklı özellik vardır. Liseye giden, her öğrencinin başına dert olan gündelik sorunlarla uğraşan ortalama bir çocuktur ama bence onu eğlenceli kılan yanı, birtakım gizli yetenekleri olmasıdır. Bu yüzden Troy hayatında bir denge kurmak zorundadır. Bir yanda basketbol kariyeri, diğer yanda yeni yeni heveslendiği şarkıcılık isteği, öbür yanda hiç kuşkusuz Gabriella vardır. Bunlar arasında dengeyi tutturması gerekir. Ayrıca liseyi bitirdikten sonra ne olacaktır? Bunu bilemez.”

Yapımcı Bill Borden’in bu konudaki yorumu şöyle: “İlk filmin verdiği en büyük derslerden birisi, her türlü klişenin kırılması olmuştu. Diğerlerinde de bu durum devam etti. Takımın başarılı ileri oyuncusu usta aşçı olmak ister. Star basketbol oyuncusunun tiyatro oyuncusu olmak istediğini görürüz. Bu serinin çocuklara verdiği mesaj, ne olmak istiyorsan onu ol şeklindedir.”

Borden açıklamasına şöyle devam ediyor: “Troy Bolton karakteri de, en iyi arkadaşı Chad ile birlikte yerel üniversiteye gitmeyi planlamıştır. Şimdi artık hayatında Gabriella ve sahne vardır. Bu nedenle bazı tercihler yapmak zorundadır. Üstelik tercih yapması gereken tek kişi Troy değildir. Gabriella karakteri de Stanford Üniversitesi’ndeki erken kabul programına gidip gitmemek arasında tercih yapmalıdır.”

Gabriella rolünde oynayan Vanessa Hudgens şunları ekliyor: “Gabriella karakteri daima kendi kafasına göre hareket etmiş, kendi kuralını kendisi koymuştur. Bu yeni filmde onu kalbiyle beyni arasında sıkışmış halde buluruz. Arkadaşları, ailesi, ilişkileri ve okulu arasında zor kararlar verme noktasındadır.”

“High School Musical 3”ün çekimlerinin şimdiye kadar oynadığı bütün filmlerden eğlenceli olduğunu söyleyen Vanessa Hudgens izlenimlerini şu sözlerle dile getiriyor:
“İlk ve orta öğrenimimi ev ortamında aldığım için okula gitme kavramının nasıl bir şey olduğunu hiçbir zaman bilemedim. Dolayısıyla tipik lise deneyimini HSM sayesinde yaşama fırsatı buldum. Mezuniyet balosu olayını da yaşamadığım için bu film sayesinde onu da yaşadım. Diğer oyuncuların hepsiyle çok iyi anlaştık. Çekimlerin sonuna doğru o kadar bütünleştik ki, sanki hepimiz gerçek öğrenci olduk.”

İlk iki HSM’nin genç yıldızlarından Ashley Tisdale de, kendisini üne kavuşturan Sharpay Evans rolüne geri döndü. Senaryo yazarı Barsocchini bu karakterin özelliklerini şöyle tanımlıyor:
“Sharhay tüm dünyanın sevdiği bir karakterdir. Her gencin içinde Sharpay gibi olma isteği vardır. Altın gibi kalbi olan sert mizaçlı bir kızdır. Aslına bakarsanız Sharpay karakterinin ismini, beni eskiden ısırmış bir köpeğin isminden aldım.”

Ashley Tisdale’in bu karakterle ilgili yorumu ise şöyle: “Sharpay’dan nefret etmek izleyicinin hoşuna gidiyor. Grup içerisinde ortalığı sürekli karıştıran odur. Ancak derinlerde ama çok çok derinlerde gerçekten çok tatlı bir kızdır. Muhtemelen yani…”

Sharpay’ın gizemli erkek kardeşi Ryan Evans rolünde bir kez daha Lucas Grabeel kamera karşısına geçti. Yönetmen Ortega bu karakteri şu sözlerle tanımlıyor:

“Serinin bu yeni filminde en büyük çıkışı hiç kuşkusuz Ryan yapar. Önceki iki film adeta Sharpay’ın şovu gibiydi ama burada Ryan’ın tam bir patlama yaptığını görürüz. Ryan karakteri gerçek anlamda çiçek açarken izleyici onun varlığını daha önce hiç olmadığı kadar hissedecek.”
Serinin önemli karakterlerinden Chad’i üçüncü kez canlandıran genç aktör Corbin Bleu, portresini çizdiği karakter için “Chad tipik bir spor delisidir. Adeta basketbolla soluk alır. Bu arada arkadaşlarıyla da takılmayı sever. En sıkı dostu hiç kuşkusuz Troy’dur. Öte yandan güzel bir de kız arkadaşı vardır” diyor.

Senaryo yazarı Barsocchini’nin bu karakterle ilgili yorumu şöyle: “Bir yazar olarak bana en yakın duran karakterlerden birisi Chad Danforth’tur. Çünkü ben spor salonlarında büyüdüm. Salonlarda saatlerce basketbol oynadım. Chad çok fazla çelişkili bir karakter değildir. Basketbol oynamayı seven ve üniversetede de oynamaya devam etmek isteyen bir gençtir.”

Monique Coleman da Taylor McKessie rolüne geri döndü. Taylor karakterinin “Senior Year”da ilk iki filme kıyasla daha büyük sorumluluk alanı olduğunu söyleyen Monique Coleman, oynadığı karakterin geldiği yeni boyutları şöyle anlatıyor:

“Taylor yeni filmde öğrenci konseyinin başkanı ve okul yıllığı editörüdür. Oynadığım karakter için bu gelişimin son derece doğal olduğunu düşünüyorum. Zaten girişken bir kişilik yapısı olduğu için böyle görevler onun kişilik yapısına uygundur. O zaten yönetmeye hazır bir kızdır. Ayrıca bu filmde onun bir de Chad Danforth’un kız arkadaşı olduğunu görürüz. İlk iki filmde tam bağımsızken burada Chad ile birlikte hareket eder. Artık bir ilişkisi olmasına rağmen bağımsız tavırlarından ödün vermez.”

Genç yıldız Olesya Rulin, “Senior Year – Mezuniyet Yılı” adlı Bahar Müzikali’nin bestecisi Kelsi Nielsen karakterine bir kez daha hayat verdi. Oyuncunun üstlendiği rolle ilgili yorumu şöyle:
“Kelsi karakterinin ilk filme kıyasla gösterdiği değişimi oynamak benim için keyifli oldu.

Hatırlanacağı gibi ilk filmde oldukça utangaç, sessiz ve farkına varılmaz bir karakterdi. İkinci filmde birkaç arkadaş edinmekle kalmayıp kendisiyle de biraz daha barışık olmuştu. Üçüncü filmde Kelsi karakterinin tam anlamıyla kabuğundan çıktığına tanık olacağız.”

Olgunlaşmak ve Tercihler Yapmak

SON SINIF ÖĞRENCİLERİNİN HİKAYESİ

Olgunlaşmak ve Tercihler Yapmak

“High School Musical”i Disney Channel’dan alıp uzun metrajlı film haline getirmek, Ortega açısından bir rüyanın gerçekleşmesi anlamına geliyordu. Büyük ekranlar için bir müzikal yapmayı hep istemişti ve artık bu hayali gerçek olacaktı.

Bu yüzden Wildcats’in hikayesinin büyük ekran formatında devam ettirilmesi gündeme geldiğinde Ortega her açıdan hazırdı. Senaryo yazarı Barsocchini’nin bu konudaki yorumu şöyle:

“Kenny Ortega’nın ağzından duyduğum ilk söz, ‘İlk iki filmin yeniden çevrimini yapmak istemiyorum’ şeklindeydi. ‘High School Musical’ ruhuna sadık kalmak istediğini, ancak oradaki gençlerin büyüyüp olgunlaşmasını arzu ettiğini söylemişti. Onları lise son sınıf öğrencisi yapmamızın sebebi budur. Sın sınıf öğrencilerinin karşılaştığı finaller, mezuniyet, birbirlerinden ayrılma gibi baskıları hissetmelerini istedik. Burada bir denge vardır. Müzikal komedi yaptık ama aynı zamanda herşeyi duygusal gerçeklik temeline oturtmaya çalıştık. Bunu yaparken gençlerin içinde bulunduğu ortamın ilk iki filmdeki dünya ile aynı olmasına, aynı duyguları hissettirmesine özen göstermeyi de unutmadık.”

“High School Musical” fenomeni

EĞLENCELİK BİR FENOMENİN DOĞUŞU

“High School Musical” fenomeni, ünlü yapımcı Bill Borden’in evinin oturma odasında başladı. “Oturup çocuklarımla beraber seyredebileceğim bir müzikal yapmak istedim. Bu kadar basit” diyor Borden…

Son dönemde “Moulin Rouge!” ve “Chicago” gibi yetişkinlere yönelik müzikallerin elde ettiği başarının ardından müzikallerin yeniden canlanmış olmasına rağmen hiç kimse sadece genç izleyiciler için bir müzikal yapmayı düşünmediğini söyleyen Borden’in yapımcı ortağı Barry Rosenbush bu konudaki yaklaşımı şöyle:

“Bill ile ikimiz bu çok özel türün –gençler için müzikallerin- başarılı olacağını yürekten inanıyorduk. Bu serinin ilk filmini yaparken tekerleği yeniden keşfetmeye çalışmıyorduk. Tekerleği yeniden tanıtmaya çalışıyorduk. Sinema tarihi gençler için yapılmış müzikal komedilerle doludur. Bu türün geçmişi 30’lu ve 40’lı yıllara kadar giderek. Bizim kuşağın sevdiği müzikaller ise 60’larda ‘Westside Story’, ‘The Sound of Music’, 70’lerin sonunda ‘Grease’ oldu. Bunların hepsi genç insanlar için yapılmıştı.”

“High School Musical” projesinin momentum kazandığı dönemde Borden ile Rosenbush, senaryo yazarı Peter Barscocchini ile başka bir proje üzerinde çalışıyorlardı. “High School Musical”in senaryosunu da yazmasını istediler.

“Müzik ve sporla ilgili bir Disney projesi yapılacağını söylediler. Müzik ve spor dünyası benim için yabancı değildi. Gençliğimde basketbol oynamıştım. 60’lı yılların sonlarında San Francisco’da müzik eleştirmenliği yapmıştım” diyor Barsocchini…

Bu müzikalin televizyon ekranına taşınmasında Borden – Rosenbush – Barsocchini üçlüsüne daha sonra yönetmen / koreograf Kenny Ortega da katıldı.

“Kenny’de onu gerçekten fantastik bir yönetmen yapan çok özel yetenekler vardır. Müzisyendir, iyi bir dansçıdır, koreograftır ve aktördür. Ele aldığı bir senaryoyu en kusursuz biçimde şekillendirir. Bir konsepti alıp müzikal formatında hayat vermesini bilir” diyor Borden…

Yönetmen / koreograf Kenny Ortega, filmi hayata geçirirken uyguladığı yaklaşımı şu sözlerle tanımlıyor: “High School Musical’i yaparken herşeyden önce müzikal bakış açısından bir öykü anlatmak istedim. Bunu yaparken sabun köpüğü gibi keyifli olmasını istedim. Aşırı karmaşık öyküleme ve karmaşık karakterlerden uzak durdum. Tek istediğim eğlence, neşe, renk ve heyecanı hayata geçirmekti.”

High School Musical 3 Filmi

“HIGH SCHOOL MUSICAL 3: SENIOR YEAR”
14 Kasım’da Sinemalarda

Yönetmen: Kenny Ortega
Oyuncular: Zac Efron, Vanessa Hudgens, Ashley Tisdale, Lucas Grabeel, Corbin Bleu, Monique Coleman, Olesya Rulin, Jemma McKenzie-Brown, Justin Martin
Senaryo: Peter Barsocchini
Yapımcılar: Bill Borden, Barry Rosenbush
Görüntü Yönetmeni: Daniel Aranyo, Prodüksiyon Tasarımı: Mark Hofeling
Kostüm Tasarımı: Caroline Marx, Kurgu: Seth Flaum
Set Dekorasyonu: Ken Kirchner, Özgün Müzik: David Lawrence
Walt Disney Pictures / UIP Filmcilik

Disney’in “High School Musical” efsanesi, Amerika’nın en favori lise öğrencilerinin (Zac Efron, Vanessa Hudgens, Ashley Tisdale, Lucas Grabeel, Corbin Bleu, Monique Coleman) okulda mezuniyet yılına ulaştığı “High School Musical 3: Senior Year” ile büyük ekranlara taşınıyor.
Serinin yeni bölümünde lise son sınıf öğrencisi olan Troy (Zac Efron) ile Gabriella’nın (Vanessa Hudgens) her ikisi de üniversite hayalleri kurmaktadır. Ancak üniversiteyi farklı kentlerde okuyacakları için birbirlerinden uzak düşecek olmaları aşklarının geleceği üzerinde soru işaretleri bırakmıştır. (Vanessa Hudgens), üniversiteyi farklı yerlerde okuyacakları için birbirlerinden ayrılacak olmaları gerçeği ile yüzyüze kalırlar. Geri kalan kadroyu Wildcats dans grubunun tamamladığı filmde, kendi deneyimlerini, gelecek umutları ve endişelerini yansıtan seçkin bir müzikal sahneye koyarlar.

Büyük ekranın maksimum avantajından yararlanmak üzere tasarlanmış birbirinden heyecan verici dans figürleri ve yepyeni müziklerle donatılmış olan bu film, East High’ın yetenekli dansçılarından enerji yüklü eğlence vaad ediyor.

Walt Disney Pictures’ın sunduğu “High School Musical 3: Senior Year”in yönetmenliğini ve dans koreografilerini, Disney Channel’da yayınlanan ilk iki filmde de aynı görevi yapan Emmy ödüllü yönetmen Kenny Ortega üstlendi. Senaryosunu Peter Barsocchini’nin yazdığı filmin yapımcılığını Bill Borden ile Barry Rosenbush gerçekleştirdi.