“Madagascar: Escape 2 Africa” projesi

AFRİKA DÜZLÜKLERİNİN ÜZERİNE GÜNEŞ DOĞARKEN…

“Madagascar: Escape 2 Africa” projesini tamamlamak için yıllarını veren film yapımcılarının hepsinin kendine özgü hedefleri ve amaçları vardı. Ancak hepsinin ortak hedefi, Madagaskar adasında mahsur kalan sevimli hayvan dostlarımızın Central Park’taki hayvanat bahçesine geri dönebilmek için yaptığı girişimlerin öyküsünü izleyiciye en büyüleyici şekilde sunmaktı.

Yapımcı Mark Swift bu konudaki düşüncelerini şu sözlerle özetliyor: “Bu fillmdeki karakterlerin hepsi kendi çapında olgunlaşır. Alex açısından bu deneyimin en büyük getirisi, Afrika’da kendisini gerçek bir aslan gibi hissetmektir. Hayvanat bahçesi şovmeni kimliğinden uzaklaşıp kendi özünü hissettiğini görürüz. Diğer karakterlerin de kendine özgü olgunlaşma süreçleri vardır. Örneğin zebra Marty, ömründe ilk kez kendi türdeşleriyle beraber geniş düzlüklerde koşma fırsatını bulur. Bu onun her zaman hayalini kurduğu birşeydir. Ancak çevresinin sadece kendi türdeşleriyle sarılı olması ilerleyen süreçte pek de hoşuna gitmez. Su aygırı Gloria için yeni bir ilişkiye başlamanın zamanıdır. Erkek su aygırlarıyla ilk kez karşılaşırken aradığı aşkı onlarda bulmaya çalışır. Zürafa Melman’ın öyküsü ise aslında bir keşfetme öyküsüdür. Gloria’ya aşık olduğunu keşfettiğini görürüz.”

Yapımcılardan Mireille Soria ise kişisel duygularını şu sözlerle dile getiriyor: “Kahramanlarımız daima New Yorklu olarak kalacaklardır. Çünkü onlar sözde değil özde New Yorkludurlar. Afrika onların anavatanıdır ama oraya New York’tan gelmişlerdir. Bu nedenle ilk hedefleri New York’taki hayvanat bahçesine geri dönmek olur. Aslında bu konuda kendi aramızda yoğun tartışmalar yaşadık. Kahramanlarımız Afrika’da kalmalı mı, yoksa geri dönmeli mi sorusunu kendimize sorduk. Çünkü artık Alex’in bir ailesi vardır. Şahsen benim de bir ailem var.


Çocuklarım büyüse bile onların evden ayrılmasını istemem. Evet, hedefimiz bağımsız ruhlu çocuklar yetiştirmek olmalıdır, bunu kabul ediyorum. Ama günün birinde ailesinden ayrılacak olsa bile onları unutmamalıdır. Alex’in ailesi örneğine dönecek olursak, çocuklarının bir New Yorklu olduğunu kabullenmek durumundadırlar. Ancak bu onların bölünmüş bir aile olduğu anlamına, birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez. İzleyicimizin büyük bölümünün çocuk olması nedeniyle belki çocuklar bu mesajı yeterince algılayamaz ama filmi seyredecek olan ebeveynlerin bu mesajı alacağına eminim.”

Filmle ilgili son sözleri yazar / yönetmen Tom McGrath söylüyor: “Bu film daha görkemli, daha iyi ve daha eğlenceli oldu. Ancak aynı zamanda izleyicinin kendisini biraz daha iyi hissedeceği mesajlar koyduk. Bence izleyiciler özellikle ailevi konular, kimlik konuları ve sevgi gibi konularda kolayca bağlantı kurabilecekler. İzleyiciyi yine güldürmek istedik, öncelikli hedefimiz buydu ama aynı zamanda biraz da duygulandırmayı hedefledik. İzleyiciye harika bir öykü anlatmak ve ilkinden daha fazla duygulandırmak için bu ikincisinin mükemmel bir fırsat olduğunu düşünüyorum.”

“Madagascar: Escape 2 Africa” en ince detaylarına kadar mükemmel bir film

DAHA BOL EFEKTLİ BİR ANİMASYON YAPMAK…

Görsel efektler süpervizörü Philippe Gluckman, ilk filmdeki görsel efektleri hazırlanırken çok fazla zorlandığını, imkansızı başardığını düşünüyordu. Ancak “Madagascar: Escape 2 Africa”da kendisini bekleyen zorlukları görünce ilk filmde karşılaştığı güçlükleri mumla aradı.

Gluckman iki film arasında şöyle bir kıyaslama yapıyor: “İlk filmdeki ormanı yaratırken bitki yoğunluğuna ağırlık vermiştik. O zamanlar için büyük bir başarıydı bu… Karşımıza çıkan en büyük zorluk ise hayvan dostlarımızın kürklerinin animasyonuyla ilgiliydi. O filmde orman için fazla sayıda bitki efekti hazırladık ama öndeki bitkilerin arka planı maskelemesi nedeniyle arka planlarla fazla ilgilenmedik. Ancak bu yeni filmdeki doğal manzaraların alabildiğine geniş düzlükler halinde olması gerekiyordu. Animasyonda hazırlanması en zor unsurlardan birisi aslında otlar ve çayırlardır. Bu filmde ufuk çizgisine kadar geniş çayırlık alanlar var. Ayrıca uzak mesafede hayvan grupları göreceksiniz. Geniş çayır alanların yanına hayvan gruplarını da ekleyince ne kadar zorlu bir efekt çalışması gerektiğini anlayacaksınız.”

Ekiple beraber Afrika gezisine çıkan Gluckman, efekt çalışması sırasında karşısına çıkacak problemin sadece uçsuz bucaksız gökyüzü olmayacağının, bulutların da ayrı bir problem yaratacağının farkına vardı. Gökyüzündeki bulut yerleşimlerinin ve ışığı yansıtma şekillerinin başlıbaşına büyüleyici bir görüntüsü vardı ve doğanın önceden kestirelemez yapısının ekrana yansıtılması gerekiyordu.

Doğanın öngörülemez yapısını ve bulutlardaki ışık gölge oyunlarını yaratmak için 3 boyutlu bulut üretebilen çok özel bir yazılım geliştirildi. Seri halde 3 boyutlu bulut üreten bu yazılım sayesinde bulutlardan sızan ışıklar da bilgisayar ortamında yaratıldı.

Gluckman yapılan çalışmayı şu sözlerle açıklıyor: “Teknolojinin limitlerini sonuna kadar zorlayarak bulutların arasından sızan ışıkları şeffaf şekilde elde etmeyi başardık. Böylece aslında 3 boyutlu unsurlar olan bulutlarımızda gerçekten büyüleyici görüntülere ulaştık. Bulutların bir kısmı da ressamlarımız tarafından el çizimiyle yapıldı. Bu ikisini birleştirince ortaya büyüleyici görüntüler çıktı.”

“Madagascar: Escape 2 Africa”nın en ince detaylarına kadar mükemmel bir film olması için yapılan bilgisayar çalışmasında rekorlar kırıldı. 2005 yılındaki ilk “Madagascar”ın yapımı için 12 milyon işlemci saati çalışma yapılmıştı. Devam filminin tamamlanması için yapılan çalışmanın boyutları 30 milyon işlemci saatini bulurken yeni rekorlara imza atıldı.

Alex, Marty, Melman ve Gloria’nın Afrika’ya varışlarından itibaren edindiği ilk izlenim

AFRİKA’YI YARATMAK VE NÜFUSLANDIRMAK

Alex, Marty, Melman ve Gloria’nın Afrika’ya varışlarından itibaren edindiği ilk izlenim, uçsuz bucaksız Afrika manzaralarıdır. Film yapımcıları bu konuyu bir önceki filmde kararlaştırmış, Madagaskar’daki ortamı fantezi bir ülke yaratmaya yönelik bir geçiş olarak görmüşlerdi. Ancak dünyanın en güzel ve en fotoğrafik ülkelerinden birisi olarak bilinen Madagaskar’ın gerçek manzaralarıyla yakından ilgilenmeye başlayınca işin içine bir miktar gerçekçilik de katılması gündeme geldi. Gerekli araştırmaya filmleri, fotoğrafları, kitapları ve interneti izleyerek başladılar.

Senaryo yazarı / yönetmen Eric Darnell’in bu konudaki yaklaşımı şöyle: “Jeffrey Katzenberg bize ihtiyaç duyduğumuz her yere gidip kendi gözlerimizle görmemiz gerektiğini söyledi. Açıkçası oraya gidene kadar hepimizin aklında sadece ağaçlar, geniş çayırlar vardı. Los Angeles’taki Simi Vadisi gibi bir yer düşünüyorduk. Ancak oraya gittiğimiz zaman bambaşka bir ortam olduğunun farkına vardık. Bugüne kadar Afrika’da bir safariye gitmeyi aklımdan bile geçirmemiştim ama orada son derece büyüleyici bir deneyim yaşadım. Ayrıca ekip arkadaşları olarak da bağlılık düzeyimiz arttı. Kreatif ekipler olarak gittiğimiz savanalarda kurduğumuz çadırlarda birkaç gün hep beraber yaşadık. O manzaraları ve yerleri bizzat gidip yerinde görmek, hepimiz için paha biçilmez bir deneyim oldu. Özellikle Masai Mara bölgesinde günbatımında zebraları izlemek bambaşka bir keyifti. Filmi yaparken Afrika’da yaşadığımız deneyimden çok önemli ölçüde yararlandık.”

Tom McGrath şunları ekliyor: “Afrika’ya gittiğinizde orasının ne kadar büyük ve geniş bir yer olduğunun farkına varıyorsunuz. Evet, ağaçlar, çayırlar, bitkiler, bunların hepsi tanıdık gibiydi ama farklı olan bir şey vardı. Oraya gittiğiniz zaman karşımızda o kadar geniş alanlar açılıyordu ki, dünyamızın yuvarlaklığını bile hissedebiliyorduk. Artık elimizde Afrika’yı yansıtabileceğimiz çok önemli veriler vardı. Bize düşen ise Afrika’nın güzelliklerini filmin her karesine yansıtmaktı.”
Yapımcı Mark Swift ise Afrika izlenimlerini şöyle anlatıyor: “Afrika’da beş farklı bölgeyi ziyaret ettik. Bu kıtada hangi ülkeye giderseniz gidin büyüleyici bir ortamla karşılaşırsınız. Karşınıza televizyonda veya filmlerde gördüklerinizden yola çıkarak hayal bile edemeyeceğiniz güzellikler çıkar. Afrika’nın bizi görsel açıdan en çok etkileyen yönünün adeta uçsuz bucaksız gökyüzü olduğunu söyleyebilirim. Yeryüzü alabildiğine düzdü ve uzak mesafelerde çok güzel volkanlar vardı. Ancak bizim için en önemli unsurlar gökyüzü ve bulutlar oldu. Ayrıca geniş düzlüklerde birbirine karışmış şekilde dolaşan hayvan sürülerini görünce bu film için kalabalık hayvan grupları sistemine gerek olduğunun farkına vardık.”

Prodüksiyon ekipleri bu sahneleri yaratabilmek için DreamWorks tesislerini kullanmaya karar verdiler. Yapımcılardan Mireille Soria bu konuyla ilgili olarak şu açıklamayı yapıyor:

“Bu filmde karşımıza çıkan en büyük zorluk, kalabalık hayvan grupları oldu. Filmin öyküsü öyle gerektirdiği için kahramanlarımız Afrika’da kalabalık zebra sürüleriyle, çok sayıda su aygırıyla, aslan gruplarıyla karşılaşıyorlardı. Burada bizim ilgilenmemiz gereken nokta farklı boyutlardaki çok sayıda hayvanı aynı kareye alabilmekti. Bunu nasıl başaracağımız üzerinde uzun uzun düşündük. Sonuçta gökyüzü, kalabalıklar, kısacası herşey daha büyük ve gösterişli oldu.”

Mireilla Soria’nın sözünü ettiği bu unsurların görsel orkestrasyonunu yapma görevini orijinal “Madagascar”ın ve “Madagascar: Escape 2 Africa”nin prodüksiyon tasarımcısı Kendal Cronkhite üstlendi. İlk film için hazırladığı tasarımlar daha fantastik ama bir o kadar da sadeydi. Devam filmi için hazırladığı dünya ise daha somut ve sofistike oldu. Ekran üzerinde daha önce hiç görmediğimiz bir Afrika yaratırken gerçekçiliğe ağırık verdi ama herşeyi bir animatörün bakış açısısıyla filtreden geçirmeyi de ihmal etmedi. Özellikle otlar ve çayırlar olmak üzere çevresel unsurları başarıyla birleştirmek suretiyle dikkat çekici ölçüde epik kalite yaratmayı hedefledi.
Hayvanat bahçesi sakinlerinin bindiği uçağın farklı bir ülkeye gidişiyle ilgili sahneler de bazı zorlukları beraberinde getirdi. İlk “Madagascar”ın konusunun büyük kısmı ormanlarda geçiyor ve karakterleri adeta flora duvarının önünde sunuyordu. İkinci filmin konusunun geçtiği Afrika ise bambaşka bir görselliğe sahipti. Uçsuz bucaksız ufuk manzaraları ve geniş düzlükleriyle farklı bir ortam yaratıldı.

İlk filmde olduğu gibi ikincisinde de karakter animasyonlarını hazırlayan Rex Grignon, yeni filmde uygulanan yaklaşımı şu sözlerle açıklıyor:

“İlk filmde oluşturduğumuz stili terk etmedik. Çünkü bu dünyanın çok önemli bir parçasıydı. Ancak bu filmde elimizdeki karakterlerin biraz daha fazla kişisel dünyasına girme fırsatını elde ettik. Bol miktarda eğlence yine var ama baş karakterlerimizin iç dünyasına daha çok yaklaştığımızı izleyici de hissedecek. Özellikle Alex karakterinin kendi geçmişini öğrendiği sahnede son derece samimi yaklaşımlar var. Ancak böyle samimi ve duygusal sahnelerin yanısıra penguenlerin jip kaçırdığı türden hareketli sahnelere de yer verdik. Kısacası keyif ve eğlence boyutunu hiç kaybetmedik. Sadece biraz duygusallık kattık.”

Günümüzde artık bilgisayar animasyonu ile bilgisayar destekli görüntüleme teknolojisi arasındaki pencerenin hızla daraldığı gözleniyor. Bunun sonucunda “live-action” yönetmenleri ile animasyon yönetmenlerinin dünyaları giderek birbirine yaklaşıyor. Dolayısıyla “live-action”dan animasyona, animasyondan “live-action”a geçişler hız kazanıyor. Bu durumun en son örneği, “Pan’s Labyrinth”in Oscar ödüllü görüntü yönetmeni Guillermo Navarro’nun “Madagascar: Escape 2 Africa” ekibiyle sözleşme imzalaması oldu.

Yazar- yönetmen Tom McGrath, bu katılımın gerekçesini şu sözlerle açıklıyor: “İlk filmde görüntü yönetmenliği boyutunda çok önemli bir çabamız olmamıştı. Görüntüleri adeta bir kartpostal serisi gibi arka arkaya dizmekle yetinmiştik. Yeni filmde bu konuyu geliştirmek, farklı alanlar arasında hareket eden bir kamera olmasını istedik. Bu film için daha sinemasal bir görüntü dili oluşturulmasında bize live-action alanında faaliyet gösteren bir görüntü yönetmeni katkı yapabilirdi. Mireille’nin girişimleri sayesinde Guillermo kadroya katıldı. Görüntü yönetmenliği alanında gözümüzü açan büyük destek sağladı.”

Eric Darnell’in yorumu ise şöyle: “Gerçek dünyada gerçek kamera ile yapabileceğimiz herşeyi artık sanal kameralarımızla da yapabiliyoruz. Öne zoom, geriye zoom, farklı mercekleri birleştirme, kamerayı istediğimiz gibi hareket ettirme gibi işlemler sanal kameralarla da yapılabiliyor. Hatta daha da fazlasını yapabiliriz. Bir helikopter sahnesi çekmek için helikopterin kendisine gerek yok. Özellikle de bu film için görüntü yönetmenliği konusu kritik önem taşıdığı için live-action çerçeveleme teknikleri konusunda deneyimli bir görüntü yönetmenine ihtiyacımız vardı.”

Film yapımcılarının yeni “Madagascar”daki öncelikli hedefi

KONU TAMAM, DÖRT KAFADAR HAREKETE HAZIR. BİR KEZ DAHA…

Film yapımcılarının yeni “Madagascar”daki öncelikli hedefi eldeki karakterleri daha da derinleştirmek oldu. Komedi yanları yine olacaktı ama biraz daha fazla duygusal derinlik katılacaktı. Peki, ilk filmde bu unutulmaz karakterleri seslendirmiş olan aktörler, yeni filmdeki yeni yaklaşıma sıcak bakacak mıydı? Aktörlerin hepsi ışığı görüp yeni yaklaşımı benimseyince aynı kadro eksiksiz geri döndü.

Karakterleri daha ileriye taşımaya kararlı olan film yapımcılarının elindeki en değerli kaynak, ilk filmde mikrofon arkasında görev yaparak o karakterlere sesini veren aktörlerdi. Alex, Marty, Gloria ve Melman adlı dört hayvanat bahçesi sakinlerinin girdisini çıktısını, kısacası herşeyini çok iyi biliyorlardı. Daha da önemlisi o karakterler üzerinde doğaçlama yapma becerileri de vardı.
Yeni “Madagascar”ın seslendirmesinde görev yapan aktörleri destekleyen en önemli unsur, öyküdeki ana parametreler oldu. Konunun Afrika’da geçmesine karar verilmesinden itibaren senaryo üzerinde bunu destekleyecek mantıksal geliştirmeler yapıldı. Dört New York’lunun anavatanlarına gidince orada doğal ortamda yaşayan kendi türdeşleriyle tanışmaları başta olmak üzere yeni parametreler eklendi.

Ancak film yapımcılarının en çok önem verdiği karakter Alex oldu. Hayvanat bahçesinin starı olan Alex’in eve dönüşüyle birlikte anne ve babasıyla yeniden kavuşmasına ağırlık verildi. Henüz küçük bir yavru aslanken izini kaybettiği anne-babasıyla yeniden kavuşması sahnesi önem kazandı. İki tarafın da birbirinden belirli beklentileri olacaktı ama show dünyasında rahar ortamda çalışmaya alışmış bir aslan, Afrika’nın vahşi dünyasına nasıl uyum sağlayacaktı?

Alex karakterine sesini veren Ben Stiller’in bu karakterle ilgili yorumu şöyle: “Sevimli aslanımız Alex’in Afrika’da karşılaştığı engeller çok büyüktür. Ayrıca karşısında uçsuz bucaksız bir dünya vardır. Bunun yanısıra babası da gururuna çok düşkün bir aslan olduğu için Alex’ten beklentileri yüksektir. Alex başlangıçta herşeyin kontrol altında olduğunu düşünür. Sonuçta evine dönmüştür ve New York’taki başarılarını ailesine kanıtlama zamanı gelmiştir. New York’un aslan kralı olduysa bunun boşuna olmadığını ailesine kanıtlamaya kararlıdır. Ancak bu noktada farklı kültürlerin getirdiği anlaşmazlıklar devreye girer. Alex artık bu yeni dünyanın kurallarına göre oynamak zorundadır. Orada kaybedenlere yer yoktur ve yok olmaya mahkumdurlar. Karşılaştığı bu yeni dünya Alex için tam bir şoktur.”

Zebra Marty’e gelince, onun bu yolculuğa çıkma sebebi aslında farklılıkları keşfetmek değil, vahşi doğadaki türdeşlerini bulmaktır. Hayvanat bahçesinde geçen hayatı boyunca hep vahşi doğada kendi türdeşleriyle beraber özgürce dolaşmayı hayal etmiştir. O şans artık kapısını çalmıştır.

Zebra Marty’nin seslendirmesini yapan Chris Rock’ın bu karakterle ilgili yorumu şöyle: “Bu dünyada yaşadığı ortamdan memnun olmayan, dışarıdaki hayatın daha gösterişli ve daha iyi olduğunu düşünen çok insan var. Aslında bu, Marty’nin çevresindeki arkadaşlarını takdir etmediği anlamına gelmez. Onların dostluğundan da memnundur ama çevresinde kendi cinsinden olan başka zebralarla olmak ister. Yüzeyden bakınca bu mantık doğrudur. Çevrenizde size benzeyen ne kadar çok insan varsa daha mutlu olacağınızı düşünürsünüz. Ancak psikologlar bunun her zaman doğru olmadığını, farklılıkların grupları zenginleştireceğini söyleyeceklerdir.”

Chris Rock sözlerine şöyle devam ediyor: “Aslında bunu en iyi arkadaşlarınızın sizin gibi davranmasına, sizin gibi giyinip sizin gibi konuşmasına benzetebiliriz. Başlangıçta bu durum egonuzu patlatabilir ama bir süre sonra sıkılmaya başlarsınız. Şimdi bu durumu alalım ve yüzlerce benzerinizle bir arada olduğunuzu düşünelim. Marty’nin çevresinde tıpkısının aynısı yüzlerce zebra var. Hayvancağızın yaşayacağı hayal kırıklığını düşünün. Çevreniz sizin yüzlerce benzerinizle doluyken nasıl hissedersiniz?”

Hastalık hastası zürafamız Melman ise, meşhur kuruntularından az da olsa kurtulacağı yeni yerler ister. Central Park’taki Hayvanat Bahçesinden (ve tabii ilaçlarından) uzaklaşan Melman, Madagaskar adasının harika ortamında biraz olgunlaşmıştır. En azından artık daha az gergindir. Ancak orada da uğraşacağı yeni sorunlar bulmayı başarır. Yeni sorununun ismi, su aygırı Gloria’ya duyduğu platonik aşkıdır.

Melman’ı seslendiren David Schwimmer, sesini verdiği bu karakteri şu sözlerle tanımlıyor: “Melman’ın başına bu kez oldukça dramatik şeyler gelir. Bindikleri uçağın yere çakılacağından artık emin olduğu bir noktada Gloria’ya aşkını itiraf etmeyi başarır. Ancak ne yazık ki Gloria o sırada uyuduğu için duymaz. Kendi kendine öğrendiği tıbbı bilgiler sayesinde diğer zürafaların büyücü doktorluğu ünvanını elde eder. Hayatının sona ermek üzere olduğunu bir kez daha düşündüğü anda Gloria ile arkadaşlarını kurtarmak için kendisini gönüllü olarak kurban etmeye karar verir.”

Su aygırı Gloria’nın kendi imajıyla ilgili herhangi bir problemi yoktur. Bir su aygırı olduğunun farkındadır ve bundan memnundur. Kendine güvenli ve çok tatlıdır. Su kaynağının başında bir su aygırları sürüsüyle karşılaştığında hepsini sevgiyle kucaklar. Onlar da aynı coşkuyla karşılık verirler.

İlk filmde de seslendirmesini yaptığı Gloria karakterine bir kez daha dönmekten heyecan duyduğunu ifade eden Jada Pinkett Smith, duygularını şu sözlerle dile getiriyor:

“O film (Magadascar) çocuklarımla beraber izleyebildiğim ilk filmim oldu. Daha önce birçok filmde oynadığım halde onları çocuklarımla izleyememiştim. Gloria karakterini onların da yakından tanımasını istedim. Gloria özgüven düzeyi yüksek bir karakterdir. Kendi halinden memnundur. Dış görünümünden mutlu olmayan genç kızlara bu filmin sağlam bir mesaj göndereceğini düşünüyorum. Bence önemli olan, insanın kendisini önemli algılamasıdır. Bu filmde her zamanki gibi bol bol eğleniyoruz ama aynı zamanda küçük bir mesaj da gönderiyoruz.”

“Madagascar”, dünyanın her köşesinde izleyicinin gözdesi oldu

DEVAMINI GETİRMEK HOŞUMUZA GİTTİ!

2005 yaz sezonunda gösterime giren “Madagascar”, dünyanın her köşesinde izleyicinin gözdesi oldu. Tüm dünyada elde ettiği yarım milyar doların üzerinde gişe hasılatıyla da yılın 1 numaralı aile komedisi ünvanını kazandı. Hayal gücü kuvveti aslan Alex, geveze zebra Marty, her zaman endişeli zürafa Melman ve zeki su aygırı Gloria, o sezonun en popüler dörtlüsü oldular.

Senaryo yazarı / yönetmen Eric Darnell, “Madagascar”ın izleyici tarafından kabul görmesi karşısında derin bir nefes alarak rahatladığını, ama gösterilen ilgiye aslında çok da fazla şaşırmadığını belirterek duygularını şu sözlerle ifade ediyor:

“Madagascar’ın elde ettiği büyük başarının temelinde izleyicinin kolayca benimseyebileceği sevimli ve eğlendirici karakterler vardı. Daha da önemlisi izleyiciyle insani düzeyde bağlantı kurabiliyorlardı. Tüm kusurlarına, endişelerine rağmen karşılaştıkları problemler ne olursa olsun izleyici onlara empati duydu, karşılaştıkları sorunlardan bir an önce kurtulmalarını istedi.”

Sözü devralan yazar / yönetmen Tom McGrath şöyle devam ediyor: “Ben Stiller, David Schwimmer, Chris Rock ve Jada Pinkett Smith ile kafa kafaya vererek yarattığımız karakterlere hepimiz aşık olduk. İzleyici de onları çok sevdi. O filmde vahşete ve acımasızlığa karşı uygarlık temasını ele aldık. Hayvanat bahçesinde kalan dört hayvanın başının derde girmesi üzerine aralarındaki arkadaşlığın sınavdan geçtiği bir dostluk öyküsüne dönüştürdük. Daha ilk filmi tamamladığımız günlerde –hit filme dönüşmeden önce- bile bu karakterlerle yapacağımız daha çok şey olduğunu düşünüyorduk.”

New York’taki hayvanat bahçesinin dört sakininin macelarına devam etme isteğinin o günlerde filizlendiğini söyleyen Tom McGrath sözlerini şöyle sürdürüyor:

“DreamWorks Animation’un Başkanı Jeffrey Katzenberg ile birlikte ilk filmin galası için Avrupa’ya uçarken bu konuyu konuşuyorduk. İlk film popüler olmadan önce de elimizdeki karakterlerle bir film daha yapmak istemiştik. Hatta o uçakla Avrupa’ya giderken yeni öyküyü oluşturmaya başladığımızı hatırlıyorum. Karakterlerimiz bu kez anavatanları olan Afrika’ya gidecekti. Dört New York’luyu Afrika’nın geniş düzlüklerine götürmek, ilk filmdeki ‘sudan çıkmış balık’ hikayesine devam etmenin harika bir yoluydu.”

İlk “Madagascar”ın yönetmeni ve yapımcısının yeni öykü için çalışmaya başladığı günlerde film de gösterime girdi ve dünyanın her köşesindeki izleyicinin coşku dolu heyecanıyla karşılaştı. Yeni projenin şekillendirilmeye başladığı günlerde ekibe yapımcı Mark Swift de katıldı. Filmin senaryosunu ise Tom McGrath, Eric Darnell, Etan Cohen üçlüsünün yazması gündeme geldi.
Yapımcı Mark Swift’in senaryo ile ilgili yorumu şöyle: “Kadroya kim katılırsa katılsın elimizde iyi ve işe yarar bir öykü olmadığı takdirde bu macerayı sürdürmenin anlamı olmayacağında hemfikirdik. Bence herşeyden önce öykü gelir. ‘Madagascar’da herkesin sevdiği karakterler olduğu için o karakterleri geri getirmemiz gerekiyordu. Onlar olmadan aynı başarıyı tekrarlayamazdık. Bu nedenle yeni film için etkileyici bir öykü üzerinde odaklandık.”

Yazar / yönetmen Eric Darnell de şöyle bir yorum getiriyor: “Aslında bu zincirleme bir reaksiyon gibidir. Dört kahramanımızı Madagascar’a giden uçağa yerleştirirken uçakta başka kimler olmalı diye sorduk. Öncelikle penguenlerimiz mutlaka olmalıydı. Uçağa pilotluğu onlar yapacaktı.

Penguenlerin uçağa alınması böyle oldu. Julien, Maurice ve Mort’u da arkada bırakamazdık. Onlar da komik karakterlerdir. Tıpkı sevimli şempanzelerimiz Phil ve Mason gibi onlar da grubun parçasıdır. Ayrıca bu karakterleri korurken onların Afrika’da karşılaşacağı yeni karakterler üzerinde de odaklanmamız gerekiyordu. Sonuçta büyük bir dengeyi tutturma çalışması içine girdik.”

İlk “Madagascar”da sadece dört kahramanımız değil, penguenler ve şempanzeler de izleyicinin beğenisini kazanıp popüler olmuşlardı. Bu nedenlerle yeni “Madagascar”da onlara da önemli ölçüde yer vermek gerekiyordu. Ancak filmin kısıtlı süresi içinde hepsine birden yer vermek kolay değildi. Yazar / yönetmen McGrath’ın bu konudaki yorumu şöyle:

“İlk filmdeki karakterlerin hepsi çok sevildiği için izleyici onları perdede daha uzun süre görmek isteyecekti. Ancak hepsi için bağımsız öykü çizgileri üretip limitli zaman dilimine sıkıştırmak kolay iş değildi. Karşımıza çıkan zorluklardan birisi bu oldu. Sonuçta ikinci düzey karakterlerin hepsini ana öyküye destek verecek şekilde yapılandırdık. Elimizde 13 karakter olduğu için başka çaremiz yoktu.”

Senaryo yazarları bu noktada yeni öykünün merkezine New York’un Kralı aslan Alex karakterini yerleştirmeye karar verdiler. New York’ta hayvanat bahçesi ziyaretçilerine showmanlik yapan Alex, ailesini görmek üzere Afrika’ya gitmek ister. Ancak büyük kentteki yetenekleri Afrika’nın geniş düzlüklerinde işe yaramayacaktır. Daima sürüden ayrılma hayalleri kurmuş olan sevimli zebra Marty de, Afrika’da kalabalık zebralar grubu içerisinde ne yapacağını bilemez. Biraz daha olgunlaşmış olan su aygırı Gloria ise, yeni bir ilişki fırsatı bulunca bir ilişkinin ne olduğunu keşfetmek için zaman bulur. Zürafa Melman’a gelince, o da sadece kendisini zürafalar ordus içinde bulmakla kalmaz, aynı zamanda su aygırı Gloria’ya karşı gerçek duygularıyla da yüzyüze gelir.

“MADAGASCAR: ESCAPE 2 AFRICA”

“MADAGASCAR: ESCAPE 2 AFRICA”
28 Kasım’da Sinemalarda


Yönetmenler: Eric Darnell, Tom McGrath
Seslendirme Kadrosu: Ben Stiller, Chris Rock, David Schwimmer, Jada Pinkett Smith, Sacha Baron Cohen, Cedric The Entertainer, Andy Richter, Bernie Mac, Sherri Shepherd, Alec Baldwin
Senaryo: Etan Cohen, Eric Darnell, Tom McGrath
Yapımcılar: Mireille Soria, Mark Swift
Görüntü Yönetmeni: Guillermo Navarro, Prodüksiyon Tasarımı: Kendal Kronkhite
Görsel Efektler Süpervizörü: Philippe Gluckman, Kurgu: Paul Neal
Özgün Müzik: Hans Zimmer
DreamWorks Pictures – Paramount Pictures / UIP Filmcilik

2005’in olay yaratan animasyonu “Madagascar”ın merakla beklenen devamında Alex, Marty, Melman, Gloria, Kral Julien, Maurice, penguenler ve şempanzeler, kendilerini devasa ada Madagaskar sahillerine çıkmış bulurlar.

New York’lu kahramanlarımız bu engeli aşmak için işleyeceğini düşündükleri bir plan geliştirmişlerdir. Yere çakılmış eski bir uçağı ele alan penguenler, bu uçağı adeta askeri bir doğrulukta tamir ederler. Uçağa bindiklerinde Afrika’nın uçsuz bucaksız düzlüklerini dolaşıp her yeri görecek kadar uzun süre havada kalmayı başaramazlar. New York’taki hayvanat bahçesinde doğup büyümüş kahramanlarımız, Afrika macerasında hayatlarında ilk kez kendi cinslerinden hayvanlarla karşılaşacaktır.

Afrika çok geniş ve büyük bir yer gibi gözükmektedir. Peki ama Central Park’taki kendi yuvalarından daha iyi ve daha güvenli midir?

2005 yılının çok sevilen animasyon filmi Madagascar'ın devam filmi Madagascar dünya sinemalarında 532 milyon 680 bin 671 dolar hasılat elde etmişti.

DreamWorks Pictures’ın sunduğu “Madagascar: Escape 2 Africa”nın yönetmenliğini, üç yıl önceki orijinal filmi de yönetmiş olan Eric Darnell ile Tom McGrath üstlendi. Senaryosunu Etan Cohen, Eric Darnell ve Tom McGrath’ın yazdığı filmin yapımcığılını Mireille Soria ile Mark Swift gerçekleştirdi. Seslendirme kadrosunda Ben Stiller, Chris Rock, David Schwimmer, Jada Pinkett Smith, Sacha Baron Cohen, Cedric The Entertainer, Andy Richter, Bernie Mac, Sherri Shepherd ve Alec Baldwin yer aldı.

“High School Musical 3: Senior Year”ın kadrosu

KISA NOTLAR

“High School Musical 3: Senior Year”ın kadrosunu oluşturmak için ABD, Kanada ve İngiltere’de 1000’den fazla genç oyuncu adayının katıldığı uluslar arası düzeyde bir oyuncu arama kampanyası düzenlendi. Matt Prokop, Justin Martin ve Jemma McKenzie-Brown’dan oluşan yeni Wildcat’ler bu arama sonucunda bulundu.

Orijinal “High School Musical”, Disney Channel’da 2006 yılı Ocak ayında başladı. İlk günden itibaren bir Disney Channel yapımı orijinal film için en yüksek ratinglere ulaştı. Kısa sürede uluslar arası düzeyde de hit oldu. 100 ülkede 20 farklı dilde gösterilerek 250 milyondan fazla izleyiciye ulaştı.

İki tane Emmy Ödülü, bir DGA ödülü, bir Imagen ödülü ve bir de Amerikan Yönetmenler Birliği ödülünün yanısıra çok sayıda ödül kazandı. Billboard dergisinden bir müzik ödülü (Yılın Soundtrack’i) aldı ve Amerikan Müzik Ödülleri’ne aday gösterildi.

Bir önceki film olan “High School Musical 2”, 17 Ağustos 2007 tarihinde televizyonda gösterildiğinde 18.6 milyon seyirci tarafından izlenerek TV listelerinde 1 numara oldu. Bugüne kadar 24 farklı dilde 187 milyon kişi tarafından izlendi.

Yönetmen: Kenny Ortega

Oyuncular: Zac Efron, Vanessa Hudgens, Ashley Tisdale, Lucas Grabeel, Corbin Bleu, Monique Coleman, Olesya Rulin, Jemma McKenzie-Brown, Justin Martin

Senaryo: Peter Barsocchini

Yapımcılar: Bill Borden, Barry Rosenbush

Görüntü Yönetmeni: Daniel Aranyo

Prodüksiyon Tasarımı: Mark Hofeling

Kostüm Tasarımı: Caroline Marx, Kurgu: Seth Flaum

Set Dekorasyonu: Ken Kirchner

Özgün Müzik: David Lawrence

Walt Disney Pictures / UIP Filmcilik

“High School Musical 3: Senior Year”ın kostümleri

ŞİMDİ DE GİYİNİYORUZ: KOSTÜM TASARIMCISI CAROLINE B. MARX İŞBAŞINDA

“High School Musical 3: Senior Year”ın kostümlerini hazırlayan kostüm tasarımcısı Caroline B. Marx, çalışmalarını yaparken her detayı geniş ekrana göre ayarlamaya özen gösterdi.

“HSM3’teki kostümleri tasarlarken her karakteri açıkça tanımlayacak tarzda çalıştım. Detaylara gösterilen özen büyük ekranda çok büyük önem taşır. Bu filmde tüm karakterleri biraz daha büyümüş buluruz. Giydikleri kıyafetlerin de onların bireysel kişiliklerini göstermesi doğaldır” diyor Marx…

Caroline Marx’ın giysilere getirdiği vizyondan hoşnut kaldığını ifade eden yönetmen Ortega şunları ekliyor: “Müzikal olgusuna yepyeni harika fikirler getirme konusunda Caroline çok net ve açık yaklaşım sergiledi. Her zamankinden daha gösterişli, rengarenk ve gözalıcı kıyafetler ortaya koydu. Bu filmde geleceğe yönelik fantezi unsurlarının çokluğu nedeniyle daha önce yapılmamış olanı yapmak zorundaydık. Caroline her konuda bize yardımcı oldu.”

en son trendlere göre giydirmek istediğini söyleyen ünlü tasarımcı, “Öncelikle New York’taki Moda Haftası’na katılarak 37 show izledim. Bu arada showroomları ziyaret ederek çok sayıda partiye katıldım. Sayısız tasarımcıyla tanışarak en yeni trendleri konuştum” diyor.

Caroline B. Marx’ın uyguladığı yaklaşım doğrultusunda Zac Efron’un oynadığı Troy karakteri, bir miktar James Dean bir miktar da Genç Elvis görünümüne kanalize edildi. Çoğunlukla mavi ve gri tonlardan oluşan renk paleti tercih edildi.

Vanessa Hudgen’in oynadığı Gabriella karakterinin çok masum ve komşu-kızı havasında bir kız olması nedeniyle filmin başındaki kıyafetlerinde beyaz, mavi, yeşil ve sarı çiçekli giysiler ağırlık kazandı. Filmin öyküsü ilerledikçe daha bilinçli bir kız konumuna geldiği için daha entelektüel ve bohem giysiler seçildi. Hudgens’in giydiği markalar arasında American Eagle, Free People, Velvet, Miss Sixty (İtalyan) ve Hollandalı tasarımcı Tony Cohen’in kreasyonları yer aldı.

Sharpay karakterinin oldukça pahalı kıyafetler giymesine özen gösterildi. Bunların Swarovski kristalleri ile zenginleştirilmesi yöntemi izlendi. Bu karakterin giydiği markalar arasında Marc Jacobs, Miss Sixty, L.A.M.B., Dolce & Gabbana, Juicy Couture, Betsey Johnson, Diesel, Sheri Bodell, Rock n Republic çizmeleri ve çantaları ile Kitson’dan aksesuarlar vardı.

Kostüm tasarımcısı Marx’a göre Corbin Bleu’nun oynadığı Chad karakteri, sinema tarihinde tamamen organik yapılı elbise ve ayakkabı giyen ilk karakter oldu. Chad karakterinin giydiği kıyafetlerin hepsi doğa dostu dokuma ürünlerinden hazırlandı. G-Star, Livity Outernational, Alternative Earth, Lucky Brand, NIKE ve Maasi Treads gibi çevre dostu markalar arasından seçildi.

Haydi Dansa: HSM3’ün Dans Koreografileri

“High School Musical 3: Senior Year”ın koreografi çalışmalarını ilk iki filmde olduğu gibi yine Emmy ödüllü Kenny Ortega, Charles “Chucky” Klapow, Bonnie Story üçlüsü paylaştılar.

Yapımcı Bill Borden’in bu üçlü konusundaki yorumu şöyle: “Kenny, Chucky ve Bonnie, dans ve müzikal endüstrisindeki herkesin ulaşmaya çalıştığı yeni bir standart yarattılar. Yetenekleri ve yaptıkları işe duydukları sevginin filmdeki tüm danslara ve aktörlere yansıdığını düşünüyorum.”

Kenny Ortega dans sahnelerinde uyguladığı yaklaşımı şu sözlerle özetliyor: “Üçlü olarak çalışmamız bu filmle birlikte doruk noktasına vardı. Dans sahnelerini planlarken bir ayağım sokaklarda, bir ayağım tarih sayfalarındaydı diyebilirim. Bu filmde biraz Broadway esintisi, biraz funk, biraz spor ve bale vardır. Çok çeşitli dans ve müzik stillerini bir arada göreceksiniz. Ayrıca aralarında bir basketbol sahası, bir ev çatısı ve bir ağaç evin de yer aldığı dans mekanları da dinamik çeşitlilik gösterir. Dans sahnelerini filmin genel öykü akışı içerisine en iyi şekilde yaydık. Her dans sahnesi adeta kartpostal gibidir.”

Klapow da şunları ekliyor: “Filmde her tür dans vardır. Vals, hip-hop, break, pop, Latin salsa, jazz ve Fosse… Bu nedenle başroldeki Zac Efron filmin bir sahnesinde Fred Astaire gibiyken bir sonraki sahnede Michael Jackson gibi olduğunu görebilirsiniz.”

Filmde görev alan koreograflar büyük ekran için çıtayı iyice yükselttiler. Daha önce çekilen iki televizyon filminde 10 baş aktör, 12 baş dansçı ve 190 figüranla çalışma yapılmıştı. Büyük ekran için çekilen “High School Musical 3: Senior Year”da baş aktör sayısı 15’e çıkarken, 18 baş dansçı ve 2.000 figüran kamera karşısına geçti.

Bonnie Story de dans sahnelerinde uyguladıkları yaklaşımı şu sözlerle özetliyor: “Doldurmamız gereken ekran daha büyük olunca daha fazla dansçı görevlendirmemiz kaçınılmazdı. Sinema salonlarındaki büyük ekranın televizyondan daha geniş olduğunu her aşamada dikkate alarak farklı bir bakış açısından koreografi geliştirme yaklaşımını benimsedik.”

High School Musical 3: Senior Year

YENİ WILDCAT’LER

“High School Musical 3: Senior Year”de ilk iki filmde yer almayan üç yeni karakter daha izleyeceğiz. İzleyiciyle ilk kez bu filmde tanışacak olan bu karakterlerden Jimmie ‘the Rocket’ Zara rolünde “Hannah Montana” ve “The Office”den tanıdığımız Matt Prokop; Donny Dion rolünde “The Express” ve “The Soloist” ile adını duyuran Justin Martin; Tiara Gold rolünde İngiliz kadın oyuncu Jemma McKenzie-Brown kamera karşısına geçti.

Yapımcı Bill Borden yeni karakterlere neden ihtiyaç duyulduğunu şu sözlerle açıklıyor: “İzleyicimize yeni karakterlerle tanıştırırken yeni bir Troy veya yeni bir Taylor bulmak gibi bir derdimiz olmadı. Evet, yeni karakterler bulmak istedik ama eskilerden hiçbirisini klonlamadık. Yeni dostluklar ve yeni arkadaşlıklar okullarda ve hayatta nasıl oluyorsa bizim filmimizde de öyle olsun istedik.”

Rosenbush ise şunları ekliyor: “Her yeni sınıf yeni bir başlangıçtır. Her yeni macera ise, insanların kendi yetenek ve beklentilerini anlama ve öğrenme deneyimidir. Bu nedenle Matt, Justin ve Jemma’nın bu filmde ortaya koyacağı oyun tarzına bakıp kendi yorumlarını bulmalarını bekleyeceğiz.”

Ya Şimdi ya da Asla: Ekip Olmanın Getirisi Nedir?

OYUNCU KADROSU

Ya Şimdi ya da Asla: Ekip Olmanın Getirisi Nedir?

Zac Efron, Vanessa Hudgens, Ashley Tisdale, Lucas Grabeel, Corbin Bleu ve Monique Coleman, uluslar arası düzeyde hit olan “High School Musical” ve dünya çapında rekorlar kıran “High School Musical 2”deki rollerine geri döndüler.

“High School Musical’ serisinin en güzel yanlarından birisi bence çok yetenekli oyuncu kadrosudur. Evet hepsi birer gençlik idolü oldu ama hepsi de çok iyi genç aktörlerdir. Filmlerimizin başrolündeki oyuncular, üstlendikleri karakterleri izleyicinin çok sevdiği karakterlere dönüştürdü. Bence başarının sırrı budur” diyor senaryo yazarı Barsocchini…

Serinin yeni filminde herkesin favorisi liseli sevgililer Troy Bolton ve Gabriella Montez karakterlerinin yine ön planda olduğunu görüyoruz. Bu iki rolde sırasıyla Zac Efron ile Vanessa Hudgens oynadılar.

“’İlk ikisinde çok severek oynadığım High School Musical 3’ün TV ekranları yerine büyük ekranda boy göstereceğini duyunca çok heyecanlandım. Aslında hepimiz bunu bekliyorduk. Büyük ekranı hak ettiğimizi düşündüğümüz için kendimizi harika hissediyoruz. Bizler ilk iki HSM’nin sıradan gençleriydik, şimdi artık daha da gelişiyoruz” diyor Zac Efron…

Portresini çizdiği karakterle beraber büyüyüp olgunlaştığını söyleyen Zac Efron sözlerine şöyle devam ediyor: “Troy Bolton’da birçok farklı özellik vardır. Liseye giden, her öğrencinin başına dert olan gündelik sorunlarla uğraşan ortalama bir çocuktur ama bence onu eğlenceli kılan yanı, birtakım gizli yetenekleri olmasıdır. Bu yüzden Troy hayatında bir denge kurmak zorundadır. Bir yanda basketbol kariyeri, diğer yanda yeni yeni heveslendiği şarkıcılık isteği, öbür yanda hiç kuşkusuz Gabriella vardır. Bunlar arasında dengeyi tutturması gerekir. Ayrıca liseyi bitirdikten sonra ne olacaktır? Bunu bilemez.”

Yapımcı Bill Borden’in bu konudaki yorumu şöyle: “İlk filmin verdiği en büyük derslerden birisi, her türlü klişenin kırılması olmuştu. Diğerlerinde de bu durum devam etti. Takımın başarılı ileri oyuncusu usta aşçı olmak ister. Star basketbol oyuncusunun tiyatro oyuncusu olmak istediğini görürüz. Bu serinin çocuklara verdiği mesaj, ne olmak istiyorsan onu ol şeklindedir.”

Borden açıklamasına şöyle devam ediyor: “Troy Bolton karakteri de, en iyi arkadaşı Chad ile birlikte yerel üniversiteye gitmeyi planlamıştır. Şimdi artık hayatında Gabriella ve sahne vardır. Bu nedenle bazı tercihler yapmak zorundadır. Üstelik tercih yapması gereken tek kişi Troy değildir. Gabriella karakteri de Stanford Üniversitesi’ndeki erken kabul programına gidip gitmemek arasında tercih yapmalıdır.”

Gabriella rolünde oynayan Vanessa Hudgens şunları ekliyor: “Gabriella karakteri daima kendi kafasına göre hareket etmiş, kendi kuralını kendisi koymuştur. Bu yeni filmde onu kalbiyle beyni arasında sıkışmış halde buluruz. Arkadaşları, ailesi, ilişkileri ve okulu arasında zor kararlar verme noktasındadır.”

“High School Musical 3”ün çekimlerinin şimdiye kadar oynadığı bütün filmlerden eğlenceli olduğunu söyleyen Vanessa Hudgens izlenimlerini şu sözlerle dile getiriyor:
“İlk ve orta öğrenimimi ev ortamında aldığım için okula gitme kavramının nasıl bir şey olduğunu hiçbir zaman bilemedim. Dolayısıyla tipik lise deneyimini HSM sayesinde yaşama fırsatı buldum. Mezuniyet balosu olayını da yaşamadığım için bu film sayesinde onu da yaşadım. Diğer oyuncuların hepsiyle çok iyi anlaştık. Çekimlerin sonuna doğru o kadar bütünleştik ki, sanki hepimiz gerçek öğrenci olduk.”

İlk iki HSM’nin genç yıldızlarından Ashley Tisdale de, kendisini üne kavuşturan Sharpay Evans rolüne geri döndü. Senaryo yazarı Barsocchini bu karakterin özelliklerini şöyle tanımlıyor:
“Sharhay tüm dünyanın sevdiği bir karakterdir. Her gencin içinde Sharpay gibi olma isteği vardır. Altın gibi kalbi olan sert mizaçlı bir kızdır. Aslına bakarsanız Sharpay karakterinin ismini, beni eskiden ısırmış bir köpeğin isminden aldım.”

Ashley Tisdale’in bu karakterle ilgili yorumu ise şöyle: “Sharpay’dan nefret etmek izleyicinin hoşuna gidiyor. Grup içerisinde ortalığı sürekli karıştıran odur. Ancak derinlerde ama çok çok derinlerde gerçekten çok tatlı bir kızdır. Muhtemelen yani…”

Sharpay’ın gizemli erkek kardeşi Ryan Evans rolünde bir kez daha Lucas Grabeel kamera karşısına geçti. Yönetmen Ortega bu karakteri şu sözlerle tanımlıyor:

“Serinin bu yeni filminde en büyük çıkışı hiç kuşkusuz Ryan yapar. Önceki iki film adeta Sharpay’ın şovu gibiydi ama burada Ryan’ın tam bir patlama yaptığını görürüz. Ryan karakteri gerçek anlamda çiçek açarken izleyici onun varlığını daha önce hiç olmadığı kadar hissedecek.”
Serinin önemli karakterlerinden Chad’i üçüncü kez canlandıran genç aktör Corbin Bleu, portresini çizdiği karakter için “Chad tipik bir spor delisidir. Adeta basketbolla soluk alır. Bu arada arkadaşlarıyla da takılmayı sever. En sıkı dostu hiç kuşkusuz Troy’dur. Öte yandan güzel bir de kız arkadaşı vardır” diyor.

Senaryo yazarı Barsocchini’nin bu karakterle ilgili yorumu şöyle: “Bir yazar olarak bana en yakın duran karakterlerden birisi Chad Danforth’tur. Çünkü ben spor salonlarında büyüdüm. Salonlarda saatlerce basketbol oynadım. Chad çok fazla çelişkili bir karakter değildir. Basketbol oynamayı seven ve üniversetede de oynamaya devam etmek isteyen bir gençtir.”

Monique Coleman da Taylor McKessie rolüne geri döndü. Taylor karakterinin “Senior Year”da ilk iki filme kıyasla daha büyük sorumluluk alanı olduğunu söyleyen Monique Coleman, oynadığı karakterin geldiği yeni boyutları şöyle anlatıyor:

“Taylor yeni filmde öğrenci konseyinin başkanı ve okul yıllığı editörüdür. Oynadığım karakter için bu gelişimin son derece doğal olduğunu düşünüyorum. Zaten girişken bir kişilik yapısı olduğu için böyle görevler onun kişilik yapısına uygundur. O zaten yönetmeye hazır bir kızdır. Ayrıca bu filmde onun bir de Chad Danforth’un kız arkadaşı olduğunu görürüz. İlk iki filmde tam bağımsızken burada Chad ile birlikte hareket eder. Artık bir ilişkisi olmasına rağmen bağımsız tavırlarından ödün vermez.”

Genç yıldız Olesya Rulin, “Senior Year – Mezuniyet Yılı” adlı Bahar Müzikali’nin bestecisi Kelsi Nielsen karakterine bir kez daha hayat verdi. Oyuncunun üstlendiği rolle ilgili yorumu şöyle:
“Kelsi karakterinin ilk filme kıyasla gösterdiği değişimi oynamak benim için keyifli oldu.

Hatırlanacağı gibi ilk filmde oldukça utangaç, sessiz ve farkına varılmaz bir karakterdi. İkinci filmde birkaç arkadaş edinmekle kalmayıp kendisiyle de biraz daha barışık olmuştu. Üçüncü filmde Kelsi karakterinin tam anlamıyla kabuğundan çıktığına tanık olacağız.”

Olgunlaşmak ve Tercihler Yapmak

SON SINIF ÖĞRENCİLERİNİN HİKAYESİ

Olgunlaşmak ve Tercihler Yapmak

“High School Musical”i Disney Channel’dan alıp uzun metrajlı film haline getirmek, Ortega açısından bir rüyanın gerçekleşmesi anlamına geliyordu. Büyük ekranlar için bir müzikal yapmayı hep istemişti ve artık bu hayali gerçek olacaktı.

Bu yüzden Wildcats’in hikayesinin büyük ekran formatında devam ettirilmesi gündeme geldiğinde Ortega her açıdan hazırdı. Senaryo yazarı Barsocchini’nin bu konudaki yorumu şöyle:

“Kenny Ortega’nın ağzından duyduğum ilk söz, ‘İlk iki filmin yeniden çevrimini yapmak istemiyorum’ şeklindeydi. ‘High School Musical’ ruhuna sadık kalmak istediğini, ancak oradaki gençlerin büyüyüp olgunlaşmasını arzu ettiğini söylemişti. Onları lise son sınıf öğrencisi yapmamızın sebebi budur. Sın sınıf öğrencilerinin karşılaştığı finaller, mezuniyet, birbirlerinden ayrılma gibi baskıları hissetmelerini istedik. Burada bir denge vardır. Müzikal komedi yaptık ama aynı zamanda herşeyi duygusal gerçeklik temeline oturtmaya çalıştık. Bunu yaparken gençlerin içinde bulunduğu ortamın ilk iki filmdeki dünya ile aynı olmasına, aynı duyguları hissettirmesine özen göstermeyi de unutmadık.”

“High School Musical” fenomeni

EĞLENCELİK BİR FENOMENİN DOĞUŞU

“High School Musical” fenomeni, ünlü yapımcı Bill Borden’in evinin oturma odasında başladı. “Oturup çocuklarımla beraber seyredebileceğim bir müzikal yapmak istedim. Bu kadar basit” diyor Borden…

Son dönemde “Moulin Rouge!” ve “Chicago” gibi yetişkinlere yönelik müzikallerin elde ettiği başarının ardından müzikallerin yeniden canlanmış olmasına rağmen hiç kimse sadece genç izleyiciler için bir müzikal yapmayı düşünmediğini söyleyen Borden’in yapımcı ortağı Barry Rosenbush bu konudaki yaklaşımı şöyle:

“Bill ile ikimiz bu çok özel türün –gençler için müzikallerin- başarılı olacağını yürekten inanıyorduk. Bu serinin ilk filmini yaparken tekerleği yeniden keşfetmeye çalışmıyorduk. Tekerleği yeniden tanıtmaya çalışıyorduk. Sinema tarihi gençler için yapılmış müzikal komedilerle doludur. Bu türün geçmişi 30’lu ve 40’lı yıllara kadar giderek. Bizim kuşağın sevdiği müzikaller ise 60’larda ‘Westside Story’, ‘The Sound of Music’, 70’lerin sonunda ‘Grease’ oldu. Bunların hepsi genç insanlar için yapılmıştı.”

“High School Musical” projesinin momentum kazandığı dönemde Borden ile Rosenbush, senaryo yazarı Peter Barscocchini ile başka bir proje üzerinde çalışıyorlardı. “High School Musical”in senaryosunu da yazmasını istediler.

“Müzik ve sporla ilgili bir Disney projesi yapılacağını söylediler. Müzik ve spor dünyası benim için yabancı değildi. Gençliğimde basketbol oynamıştım. 60’lı yılların sonlarında San Francisco’da müzik eleştirmenliği yapmıştım” diyor Barsocchini…

Bu müzikalin televizyon ekranına taşınmasında Borden – Rosenbush – Barsocchini üçlüsüne daha sonra yönetmen / koreograf Kenny Ortega da katıldı.

“Kenny’de onu gerçekten fantastik bir yönetmen yapan çok özel yetenekler vardır. Müzisyendir, iyi bir dansçıdır, koreograftır ve aktördür. Ele aldığı bir senaryoyu en kusursuz biçimde şekillendirir. Bir konsepti alıp müzikal formatında hayat vermesini bilir” diyor Borden…

Yönetmen / koreograf Kenny Ortega, filmi hayata geçirirken uyguladığı yaklaşımı şu sözlerle tanımlıyor: “High School Musical’i yaparken herşeyden önce müzikal bakış açısından bir öykü anlatmak istedim. Bunu yaparken sabun köpüğü gibi keyifli olmasını istedim. Aşırı karmaşık öyküleme ve karmaşık karakterlerden uzak durdum. Tek istediğim eğlence, neşe, renk ve heyecanı hayata geçirmekti.”

High School Musical 3 Filmi

“HIGH SCHOOL MUSICAL 3: SENIOR YEAR”
14 Kasım’da Sinemalarda

Yönetmen: Kenny Ortega
Oyuncular: Zac Efron, Vanessa Hudgens, Ashley Tisdale, Lucas Grabeel, Corbin Bleu, Monique Coleman, Olesya Rulin, Jemma McKenzie-Brown, Justin Martin
Senaryo: Peter Barsocchini
Yapımcılar: Bill Borden, Barry Rosenbush
Görüntü Yönetmeni: Daniel Aranyo, Prodüksiyon Tasarımı: Mark Hofeling
Kostüm Tasarımı: Caroline Marx, Kurgu: Seth Flaum
Set Dekorasyonu: Ken Kirchner, Özgün Müzik: David Lawrence
Walt Disney Pictures / UIP Filmcilik

Disney’in “High School Musical” efsanesi, Amerika’nın en favori lise öğrencilerinin (Zac Efron, Vanessa Hudgens, Ashley Tisdale, Lucas Grabeel, Corbin Bleu, Monique Coleman) okulda mezuniyet yılına ulaştığı “High School Musical 3: Senior Year” ile büyük ekranlara taşınıyor.
Serinin yeni bölümünde lise son sınıf öğrencisi olan Troy (Zac Efron) ile Gabriella’nın (Vanessa Hudgens) her ikisi de üniversite hayalleri kurmaktadır. Ancak üniversiteyi farklı kentlerde okuyacakları için birbirlerinden uzak düşecek olmaları aşklarının geleceği üzerinde soru işaretleri bırakmıştır. (Vanessa Hudgens), üniversiteyi farklı yerlerde okuyacakları için birbirlerinden ayrılacak olmaları gerçeği ile yüzyüze kalırlar. Geri kalan kadroyu Wildcats dans grubunun tamamladığı filmde, kendi deneyimlerini, gelecek umutları ve endişelerini yansıtan seçkin bir müzikal sahneye koyarlar.

Büyük ekranın maksimum avantajından yararlanmak üzere tasarlanmış birbirinden heyecan verici dans figürleri ve yepyeni müziklerle donatılmış olan bu film, East High’ın yetenekli dansçılarından enerji yüklü eğlence vaad ediyor.

Walt Disney Pictures’ın sunduğu “High School Musical 3: Senior Year”in yönetmenliğini ve dans koreografilerini, Disney Channel’da yayınlanan ilk iki filmde de aynı görevi yapan Emmy ödüllü yönetmen Kenny Ortega üstlendi. Senaryosunu Peter Barsocchini’nin yazdığı filmin yapımcılığını Bill Borden ile Barry Rosenbush gerçekleştirdi.

Loris Harrow: Esrarengiz Mucit

LORIS HARROW: ESRARENGİZ MUCİT

Doon’un esrarengiz kişilikli mucit babası Loris Harrow rolünü Tim Robbins üstlendi. Yönetmen Gil Kenan, şehrin enkazından robotlar ve makineler yapan bu karakteri şu sözlerle tanımlıyor: “Loris karakteri, Doon’un kişilik yapısı hakkında perspektif sağladığı için önemlidir. Bu yüzden baba ile oğulun bir arada göründüğü sahneler hayati önem taşıyordu. Tim bu role gerçek bir ağırbaşlılık getirdi.”

Tim Robbins’in oynadığı karakterle ilgili gözlemleri şöyle: “Loris oğlunu çok seven bir mucittir. Geçmişte bambaşka bir hayat düşlemiştir. O dönemlerden kalan sırları vardır. Hayalinden tam olarak vazgeçmemiştir. Sihirli Şehir halkının üzerinde düşünmek bile istemediği şeyleri oğlunun düşünmesi için onu cesaretlendirir.”

DİĞER VATANDAŞLAR

Filmin yardımcı rollerinde birbirinden güçlü aktörler destek verdiler. Projeye ilave derinlik düzeyi katan bu oyuncular şöyle sıralanıyor:

Lina ve Poppy’nin kötürüm ve zihni dağınık büyükannesi rolünde İngiltere’nin çok sevilen oyuncularından Liz Smith oynadı. Uzun yıllar boyunca aklı iyice karışan büyükanne, Sihirli Şehrin sakinlerini kurtaracak sırrını sanki bilir gibidir ama neyi bildiğini bir türlü hatırlayamaz.
Belediye Başkanı Cole’un dalkavuk ruhlu ve üçkağıtçı yardımcısı Barton Snode rolünde Toby Jones kamera karşısına geçti. Deneyimli oyuncu bu rolde oynarken sanki yıllardır politikacıymış gibi davranmak suretiyle oynadığı karakterin yanıltıcı davranışlarının hakkını tam anlamıyla verdi.

Lina ve Doon’un başaracağına inandığı için herşeyi riske atmaktan çekinmeyen sera bekçisi Clary rolünde Marianne Jean-Baptiste yer aldı.

Lina ve Poppy’nin en yeni koruyucusu (vasisi) Bayan Murdo rolünde Emmy ödüllü Mary Kay Place oynadı. Sihirli Şehrin ve kurucularının gücüne yürekten inanan Bayan Murdo, çevresindeki dünya darmadağın olurken bile Sihirli Şehri kuranların insanları güvenliğe ulaştırmak için bir planı olduğuna dair inancını korumaya çalışarak teselli bulur.

Kötü niyetli karaborsa oyuncusu Looper rolünde BBC’nin sevilen dizisi “The Office” ile adını duyuran Mackenzie Crook kamera karşısına geçti.

“City of Ember”in kadrosunu tamamlayan oyunculardan birisi de, Oscar ödüllü aktör Martin Landau oldu. Deneyimli oyuncu filmde Doon’un Pipeworks’taki akıl hocası Sul rolünde oynadı. Landau’nun portresini çizdiği bu karakterin özelliği, Doon ve Lina’nın gerçeği bulma arayışına akla gelebilecek her anlamda destek vermesiydi.

BELEDİYE BAŞKANI COLE: GÜVENİLMEZ YÖNETİCİ

Lina ve Doon’un şehrin sırlarına ulaşması üzerine görünüşteki nazik havası bir anda çatırdamaya başlayan Belediye Başkanı Cole rolünde deneyimli aktör Bill Murray oynadı.

Yönetmen Gil Kenan’ın bu karakterle ilgili yorumu şöyle: “Belediye Başkanı Cole karakterinin bir miktar kötü adam kişiliğinde olmasını istiyordum. Bu rolde oynayan Bill Murray olağanüstü enerjisiyle Cole karakterine hümanist boyutlar katmasını bildi. Kötü şeyler yapıyor olsa bile karizması sayesinde bunların üzerine örtmesini bilen politikacıyı ekrana başarıyla taşıdı.”

Yazar Caroline Thompson’un çalışmalarının uzun süredir hayranı olduğunu ifade eden Bill Murray, “Bu filmde aradığım herşey vardı. Harika bir senaryo, iyi bir yönetmen, başarılı oyuncu kadrosu, hepsi birbirinden yaratıcı fantastik set tasarımları ve kostümler… Bu tip filmlerdeki kostümler genellikle geçmiş yılların rekreasyonu şeklinde olur. Ancak kostüm tasarımcımız Ruth Myers tamamen kendi tasarımlarını ortaya koydu ki, hepsi birbirinden harikaydı. Prodüksiyon ekipleri her an neler olup bittiğinin farkındaydı. Filmin setinde hep birlikte aksiyonun tadını çıkararak eğlendik” diyor.

DOON HARROW: CESUR İŞBİRLİKÇİ

Lina’nın müttefiki ve arkadaşı Doon Harrow rolünde oynayacak aktörün bulunması da aynı derecede zorlu bir süreç gerektirdi. Film yapımcıları bu önemli rolde genç aktör Harry Treadaway’in oynamasına karar verdiler.

Yönetmen Gil Kenan bu karakterin özelliklerini şöyle anlatıyor: “Doon ilginç bir karakterdir. Dışa açık ve sokulgan olduğu söylenemez. Ancak aklından çok şey geçer. Aslında herşeyin onun beyninin içinde olup bittiğini söyleyebiliriz. Böyle bir karakterin izleyici gözündeki sempatisini sağlayabilecek karizmatik bir genç aktöre ihtiyacımız vardı. Harry Treadaway bunu başardı ve Lina’nın tam zıttı bir karakter olan Doon’u başarıyla oynadı. İkisinin ekrandaki ilişkisini seyircinin inandırıcı bulacağına inanıyorum.”

Genç oyuncu Harry Treadaway portresini çizdiği karakteri şu sözlerle yorumluyor: “Doon, şehrin iyiliği adına katkıda bulunabileceğinden emindir. Jeneratörün bozulduğuna ikna olduğu andan itibaren konuyla yakından ilgilenmeye karar verir. Hem de Belediye Başkanının halka hiçbir sıkıntı olmayacağına dair güvence vermesine rağmen…”

Sihirli Şehir halkı ile günümüz toplumu arasında çevre duyarlılığı açısından birtakım paralellikler olduğunu belirten genç aktör sözlerine şöyle devam ediyor: “Sihirli Şehir’de halkın bir kısmının olan bitenler karşısında duyarsız kaldığını, kötü gidişata aldırmadığını görürüz. Günümüzde de insanlar iklim değişikliğinin yol açtığı olumsuz etkileri görmezden geliyorlar. Ancak tek tek her insanın fark yaratabileceğine inanan Doon, bu düşüncesinin doğruluğunu kanıtlıyor.”

“City of Ember”in yaratıcısı Jeanne DuPrau da, aynı duyarlılığa sahip olduğunu ifade ederek şunları ekliyor: “Bu öykü aracılığıyla, doğal dünyamızın aslında ne kadar değerli, ne kadar kırılgan olduğunun altını çizmek istedim. Yaşadığımız gezegeni yok edecek gücümüz var. Ben bu gücü çok tehlikeli görüyorum. Bu öyküyü özellikle gençler olmak üzere her kuşaktan insana anlatarak çevremizi koruma konusunda büyük sorumluluğumuz olduğu mesajını göndermek istedim.”

FİLMDEKİ ROLLERDEN ÖNCE SAYFA ÜZERİNDEKİ KARAKTERLER VARDI

Kitapta Lina Mayfleet ve Doon Harrow adını verdiği karakterleri yaratırken nereden esinlendiği sorulunca Jeanne DuPrau şu yanıtı veriyor: “Kendi çocukluğumdan esinlendim. Doon ve Lina karakterleri büyük oranda benim çocukluğumdur. Lina yaratıcı bir kızdır. Hareketli, enerji doludur. Buna karşılık Doon meraklıdır. Bulmaca çözmeyi sever. Kitap koleksiyonu yapar. Bende bu özelliklerin her ikisi de vardı. Dolayısıyla kitabı yazarken kendi çocukluğumu tanımlamış oldum.”

LINA MAYFLEET: HABERCİ, BİLGE KIZ

Arkadaşı Doon Harrow ile birlikte şehrin sırlarını birer birer çözmeye başlayan Lina Mayfleet rolünde kamera karşısına geçecek oyuncuyu bulmak zorlu bir çalışma gerektiriyordu. Yönetmen Gil Kenan, Lina rolünü üstlenen Saoirse Ronan’ın nasıl bulunduğunu şöyle anlatıyor:

“Lina’yı bulmak için altı ay boyunca dünyada dolaşmadığımız ülke kalmadı. Saoirse Ronan ile tanıştığımızda Lina’nın sesini duyduğuma ikna oldum. Tıpkı Lina gibi Saoirse de doğa harikası bir kızdır. Bugüne kadar onun gibisini görmemiştim. Yetenekleri üzerinde tam kontrole sahip olduğunu gördüm. İstediği anda gaza basıp istediği anda frene basarak yavaşlamasını bilen bir oyuncuydu. İzleyicinin özellikle Saoirse’in adeta insanı esir eden gizemli bakışlarına dikkat etmesini istiyorum.”

Görüntü yönetmeni Xavier Perez Grobet de, aynı düşüncede olduğunu belirterek izlenimlerini şu sözlerle dile getiriyor: “Saoirse ile ilk kez çalıştım ama yetenekleri karşısında afalladım diyebilirim. Bence o doğal yeteneklere sahip olan güzel bir kız… Rol yapmak ona o kadar kolay geliyordu ki, sanki üzerinde kafa yormaya bile gerek duymadan kamera önüne geçer gibi bir hali vardı. Kamera karşısında nerede durması gerektiğini tam olarak bildiği gibi kamerayla nasıl iletişim kuracağını da biliyordu. Kısacası Saoirse Ronan her görüntü yönetmeninin rüyasıydı.”

Senaryoyu çok sevdiğini söyleyen Saoirse Ronan, filmde portresini çizdiği karakteri şu sözlerle tanımlıyor: “Lina çok kararlı bir kız… Harekete geçmeye karar verdiği andan itibaren onu hiçbir şey durduramaz. En çok sevdiğim yönü bu oldu. Yapması gereken bir işi vardır. Aynı zamanda bebek kızkardeşi Poppy ile büyükannesine de bakmak zorundadır. Bu yüzden yaşına kıyasla çok yüksek sorumluluk duygusuna sahiptir. İşini büyük bir zevkle yapar. Şehrin her yerinde koşturarak mesajları dağıtır. Tanıştığı yeni insanlarla sıcak iletişim kurmasını bilir. Şehirdeki dükkanlarda hiçbir şey olmadığı için herkes son derece yaratıcı olmak zorundadır. Sürekliliği sağlayabilmek için hiçbir şeyin ziyan edilmemesi ve çöpe atılmaması gerekir. Bu da yaratıcı olmayı gerektirir. Ayrıca Sihirli Şehir’de televizyon yayını da olmadığı için herkes kendi eğlencesini yaratmak zorundadır.”

Kitabın yazarı Jeanne DuPrau’ya, Lina rolünde oynayan Saoirse’nin beklediği gibi olup olmadığı sorulduğunda şu yanıtı veriyor: “Saoirse’i ‘Atonement’ adlı filmde izlediğimde harika bir oyuncu olduğunu düşünmüştüm. Bu yüzden Lina karakterinde yaptıklarından çok memnun kaldım.”

Doon Harrow, Barton Snode, Clary, Sul, Looper

CITY OF EMBER KARAKTERLERİ

DOON HARROW

Loris’in oğlu olan yeni mezun Doon Harrow, Pipeworks asistanlığına tayin edilmiştir. Sihirli Şehrin tek enerji kaynağı jeneratörün içsel mekanizmalarını keşfederek neden aksadığını bulmaya kararlıdır. Şehrin başına dert olan problemleri çözmek için tüm bilgisini ve tutkusunu ortaya koymak ister. Bu uğurda Lina ile birlikte çıktığı yolculukta ışığı bulmak için şehrin en karanlık yerlerinde mücadele edecektir.

BARTON SNODE

Belediye Başkanı Cole’un yardakçısı olarak tanımlanabilecek Barton Snode, patronuyla aynı sorunlu ahlaki kodları paylaşır. Çalışma saatlerini belediye başkanının ofisinin dışında geçirerek giren çıkan trafiği denetler. Belediye Başkanı Cole’un en karanlık sırlarını korumak için herşeyi yapmaya hazırdır.

CLARY
Sihirli Şehrin az sayıdaki çiftçilerinden birisi olan Clary, şehrin varoşlarındaki bir serayı işletmektedir. Günlerini, şehir halkını besleyen ürünleri büyütmekle geçirir. İlave yiyecek rezervlerinin hızla azaldığı dikkate alınırsa Clary’nin işi çok önemlidir. Ayrıca normal gün ışığından yoksun ortamda ürün yetiştirmeye çalıştığı için inanılmaz karmaşık bir işi vardır. Ürünlerini yetiştirmek için özenle hazırlanmış yapay ışıklandırma sistemine yaslanmak zorundadır. Lina ile çok yakın arkadaş olan Clary, ihtiyaç olduğu her anda Lina ile Doon’a yardımcı olmaya hazırdır. Atacağı adımlarla büyük risk alacak olsa bile iki dostuna yardımcı olmaktan bir an bile çekinmez.

SUL

Doon’un Pipeworks’taki patronu olan Sul, Sihirli Şehir vatandaşlarının hepsinden daha yaşlıdır. Çalışma alanındaki konularla ilgili her türlü bilgiye doğuştan sahip olduğu için kendi direkt sorumluluk alanına girmeyen konulara az ilgi duyar. Çünkü bunlar onun işi değildir. Narkolepsi olarak bilinen şiddetli uyuma isteği hastalığından muzdarip olduğu için onu jeneratörün tekerleğinde uyurken görebilirsiniz. Ancak ihtiyaç duyulduğunda küçük bir dürtmeyle bile harekete geçmeye hazırdır.

LOOPER

Kötü karakter denince Looper’ın eline kimse su dökemez. Önemsiz suçluların Sihirli Şehir versiyonu olan Looper, şehrin artık neredeyse bomboş olan yiyecek depolarının sorumluluğuna tayin edilmiştir. Yiyecek miktarı az olunca bu işin karaborsasını başlatmıştır. Onu kuytu köşelerde karanlık anlaşmalar yaparken, yiyecek karaborsasını geliştirirken görebilirsiniz. Tahmin edileceği üzere aynı zamanda Belediye Başkanının gözü kulağıdır.

SİHİRLİ ŞEHRE YENİ GELENLER İÇİN “KİM KİMDİR?” REHBERİ

VATANDAŞ BİYOGRAFİLERİ: SİHİRLİ ŞEHRE YENİ GELENLER İÇİN “KİM KİMDİR?” REHBERİ

BELEDİYE BAŞKANI COLE

Sihirli Şehri kuran korkusuz vizyonerlerin başarılı yolunu izleyen Belediye Başkanı Cole, şehrin sürekliliğini, refahını, gelişmesini ve barış ortamını korumak için elinden geleni yapmaktadır. Ancak Sihirli Şehir artık çok büyük tehdit altındadır ve Belediye Başkanı o güne kadar böylesine büyük bir tehlikeyle hiç karşılaşmamıştır. Üstelik bu tehlikenin üstesinden nasıl geleceğini, kendisinin ve vatandaşlarının kurtuluşunu nasıl sağlayacağını bilememektedir.

LORIS HARROW
Rastgele denebilecek şekilde aceleyle geliştirilen sürecin yaratıcısı bir mucit olan Loris Harrow, tüm zekasını ve iyiniyetini şehrin sırlarını yavaş yavaş ve sessizce bir araya toplamak için kullanmıştır. Peki, topladığı bilgileri artık oğlu Doon’a aktarmaya hazır mıdır? Sihirli Şehrin tek kurtuluş yolu bu mudur? Yoksa kaderini küsüp bir kenarda oturmalı ve kendisini sonsuzluğa kadar yaşamaya mahkum ettikleri için şehrin kurucularını mı suçlamalıdır?

LINA MAYFLEET

Küçükken evlat edinilen Lina, küçük kızkardeşi Poppy ile birlikte büyükannesinin bakımı altında yaşamını sürdürmektedir. Ancak büyükannesinin sağlığının bozulup kötürüm kalmasıyla birlikte Lina kendisini hem kardeşine hem de büyükannesine bakmak gibi ciddi bir sorumluluk içerisinde bulur. Okulundan mezun olur olmaz Haberci görevine tayin edilir. Artık tüm gençlik enerjisini ve heyecanını yaşadığı kentin insanlarının iyiliği adına kullanmaya hazırdır. Sihirli Şehrin eski belediye başkanlarından birisinin soyundan gelen Lina, şehrin en eski sırlarından birisine sahip olduğunu keşfeder. Ulaştığı sırrın parçalarını birleştirdiği takdirde elde edeceği ipuçları, şehir halkını güvenliğe götürecektir.

ŞEHİR TÜM FONKSİYONLARIYLA KURULMADAN ÖNCE HERŞEY STÜDYO ORTAMINDA BAŞLADI

Yönetmen Gil Kenan’ın düşüncesine göre, şehrin tasarımı da en az karakterler kadar önemliydi. Yönetmen bu konudaki yaklaşımını şu sözlerle açıklıyor:

“Sihirli Şehir bu filmde başlıbaşına bir karakterdir. Çünkü şehri kurtarmak için atılan tüm adımlar, bulmacayı çözmek için yapılan tüm girişimler burada meydana gelir. Bu nedenle prodüksiyon tasarımcımız Martin Laing ile birlikte mümkün olduğunca gerçekçi bir şehir inşa etmemiz gerekiyordu. Öncelikle kendimizi Şehir Kurucuları’nın pozisyonuna koyarak işe başladık. Bunlara şehrin kurucu babaları da diyebiliriz. İnsanları açıklanamayan birtakım tehlikelerden korumak için şehri aceleyle inşa etmişler; en az 200 yıl boyunca insanların buraya sığınmış şekilde kalacağını öngörmüşlerdir. Şehir ilk kurulduğunda teknik açıdan gelişmiş durumdadır. Güç kaynağını ırmaktan alan bir jeneratörden enerji sağlanacağına güvenilmiştir. Bu jeneratörün sürekliliğini sağlamak için de insanlar organize şekilde çalışarak ortak çaba sarfedeceklerdir. Başlangıçta durum böyledir ama öykümüz başladığında şehir artık ‘kullanım tarihi’ni doldurmuş durumdadır. Kurucuların faaliyete geçirdiği tüm sistemler durma, hatta çökme noktasına gelmiştir.”

Sihirli Şehrin tasarımlarını hazırlamaya başlayan yönetmen ve tasarımcı, ilk kurucuların bu şehri faydacılığa yönelik yaklaşımla hazırlamasına karar verdiler. Gil Kenan bu yaklaşımı şu sözlerle açıklıyor: “Çıkış noktamız bu şehrin tamamen fonksiyonel tarzda tasarlanmış bir alan olmasıydı. Halkın barınacağı bir sığınak gibi düşünülmüştü ama insanlar orada 200 yıldan fazla süredir yaşamakta olduğu için vatandaşların yaratıcılığı sayesinde ana tasarımın değiştiğini, alanın organik şekilde geliştiğini görebilirsiniz. Binalar değişmiştir. Bir zamanlar endüstriyel tesis olarak düşünülen ışıltılı alanlar artık çürümeye terk edilmiş haldedir. Sihirli Şehrimiz artık böyle bir yerdir.”

Tüm bunları kapsayabilecek büyüklükte bir alana ihtiyacı olan film yapımcıları, dev bir stüdyo bulmak için dünyanın çeşitli ülkelerini dolaşmak zorunda kaldılar. Sonunda aradıkları geniş alanı, Kuzey İrlanda’nın başkenti Belfast yakınlarında faaliyet gösteren bir gemi yapım şirketinin The Paintworks adlı hangarında buldular. Burası, büyük okyanus gemilerinin tüm omurgasının boyanmasında kullanılan bir yerdi.

Geçtiğimiz yıllarda yönetmen James Cameron ile “Titanic”te beraber çalışan Martin Laing, kendisini geminin boyandığı gerçek tersanede bulunca çok heyecanlandığını ifade ederek şunları söylüyor:

“Titanic gemisinin rekreasyon çalışmalarını Meksika’da bir stüdyoda yapmıştık. Hayatımın bir yılını harcadığım gerçek Titanic’in boyandığı yere gelince kendimi evimde gibi hissettim. Gördüğüm orijinal fotoğraflardan dolayı Belfast tersaneleri bana çok tanıdık geldi.”

Martin Laing’i bekleyen en büyük zorlukların başında bir şehri herşeyiyle inşa etmek geliyordu. Ünlü tasarımcı bu konuda nasıl bir yaklaşım sergilediğini şu sözlerle açıklıyor:

“Bu tip filmlerde genellikle birkaç stüdyo birden kullanılır ve farklı yerlerde çekim yapılır. Ancak biz burada yaşanan bir şehir kurmak ve 250 yıl yaşlandırmak zorundaydık. Şehrin tasarımında bir bisikletin tekerleği gibi eş merkezli (ortak merkezli) daireleri temel aldık. Şehrin tam ortasında Harken Meydanı vardı ve caddeler bu merkezden itibaren bisiklet tekerleğinin jantları gibi çevreye yayılıyordu. Şehrin alelacele diyebileceğimiz şekilde kurulduğunu hayal ettiğimiz için tüm dekoratif unsurları bu anlayışa göre yaptık. Sonuçta modernist ve çizgisel yaklaşım benimsedik.”

Şehrin kalbi olduğu kabul edilen jeneratör ise şeklen bir kalbi çağrıştıracak şekilde tasarlandı. Laing bu konuda nasıl bir çalışma yapıldığını şöyle anlatıyor: “Kırmızı renkli jeneratör büyük ve paslı görünümüyle kocaman bir hayvan gibidir. Her tarafından çıkan borular, insan kalbindeki damarları akla getirir.”

Laing açıklamalarına devamla şunları aktarıyor: “Binaların mimarisinde sade bir yaklaşım sergilemekle beraber içinde yaşayan insanlara özgü bazı referanslar koyduk. Büyükannenin dükkanına ve apartman dairesine bakarsanız, pencere dışlarının ve pervazlarının yaşlı insan yüzü gibi olduğunu görürsünüz. Aynı şekilde yün dükkanının iç mekanı da tıpkı büyükannenin yaşamı gibi sökülüp dağılan materyalleri sergiler. Loris Harrow’un apartman dairesi ile dükkanı ise tıpkı onun hayatı gibi kaotiktir. Belediye Başkanının toplantı odası da kendisi gibi büyük ve gösterişlidir. Şehirde telefonlar çalışmadığı ve telefon iletişimi sözkonusu olmadığı için herşey haberciler aracılığıyla yürütülür. Bu nedenle habercilerin bir araya toplandığı karargahlar vardır ve mesajların elden iletilmesi gerekmektedir.”

Gil Kenan ve Martin Laing’in önem verdiği bir başka husus da, Sihirli Şehir’deki yaşamı yansıtacak bazı küçük detaylara yer vermek oldu. Örneğin sadece tek bir çift ayakkabının olduğu bir ayakkabı satış mağazası, vitrininde tek makas kalmış bir makas dükkanı, artık çalışmayan bir Laundry (çamaşır yıkama dükkanı), tüm çamaşırların elde yıkanması gerekliliği, artık satılacak hiçbir şey kalmamış bir giyim mağazası gibi detayların hepsine yer verildi.

KOSTÜMLERDEN ÖNCE ÇİZİMLER VARDI

Kostüm tasarımcısı Ruth Meyers ile daha önce “Monster House” adlı filmde beraber çalışmış olan Gil Kenan, “City of Ember”da onunla bir kez daha işbirliği yapmak istedi. “Monster House” için birbirinden harika sanal kostümler hazırlayan Ruth Meyers’in bu film için gerçek materyal hazırlama konusunda da aynı başarıyı göstereceğinden emindi.

Ruth ve ekibini bekleyen en büyük zorluk, tek tek her giysinin tasarlanıp üretilmesiydi. Bu konuda nasıl bir çalışma yaptığını şu sözlerle açıklıyor:

“Bu filmde çok özgün bir dünya üzerinde çalıştık. Elimizde belli referans noktaları yoktu. Aslında fantezi ağırlıklı filmlerde çalışmaya alışkınım ama bu film hepsinden farklıydı. Bir çeşit organik bilimkurgu diyebilirim. Sihirli Şehir halkının özelliği sınırlı bir alanda komün halinde yaşıyor olmalarıdır. O insanları çok sevdiğim için giysi tasarımlarını hazırlamak oldukça kolay oldu.”

Filmin tasarımlarını hazırlarken Gil Kenan ile işbirliği yapan Ruth Meyers, yönetmenin özellikle 50’li ve 70’li yılların giysilerinden etkilendiğini biliyordu. Bu yüzden renk şemalarında önceliği 50’li ve 70’li yılların renklerine verdi. Çeşitli departmanlarda yapılan çalışmalarda o dönemin stil ve renkleri uygulandı.

IŞIKTAN ÖNCE KARANLIK VARDI

Görüntü Yönetmeni Xavier Perez Grobet açısından “City of Ember” projesinin bazı çok özel zorlukları sözkonusuydu. Sihirli Şehir’e ışığı getirmek ve beyazperde üzerinde uygulamak onun göreviydi. Filmin tek bir karesi bile güneş ışığıyla çekilmediği halde odak noktasında ışık olgusu vardı. Daha doğrusu halkın ışığı kaybedeceği endişesi ve korkusu ön planda olacaktı.

“City of Ember”in yazarı Jeanne DuPrau, kitabını yazarken itici güçlerinden birisinin “ışık” kavramı olduğunun altını çizerek şunları aktarıyor:

“Elektrik ışığından başka hiçbir ışık kaynağı olmayan bir şehir fikri ilgimi çekti. Başta ışık olmak üzere her türlü yiyecek, içecek ve destek malzemelerinin hızla tükendiğini bile bile koyu karanlıkta yaşamanın nasıl bir şey olabileceğini düşündüm. Hayvanları, ağaçları ve çevreyi görmeden yaşamak nasıl olur diye kendime sordum. Tüm bunlar benim hayal gücümü ateşlemeye yetti.”

Jeanne DuPrau’nun hayal gücünü ateşleyen bu unsurlar, daha önce Gil Kenan ile “Monster House” adlı filmde çalışmış olan görüntü yönetmeni Xavier Perez Grobet’in de hayal gücünü ateşledi. Konunun hangi boyutlarından etkilendiğini kendisinden dinleyelim:

“Gil bana gelip birtakım grafik fikirler gösterdiğinde ulaşmak istediği sonuç bana çok cazip geldi. Özellikle ışıklandırma açısından bakınca çok ilginç buldum. Tüm film ışık üzerineydi ki, benim gibi bir görüntü yönetmeni için keşfedilecek çok fazla şey olduğu anlamına geliyordu.”

Ayrıca filmin setinin tüm işlevselliğiyle bir şehirden ibaret olmasının getireceği zorluklar da vardı. Örneğin büyükannenin apartman dairesinde geçen bir sahnenin Sihirli Şehir’deki bir cadde üzerindeki herhangi bir binanın ikinci katında çekilmesi gerekliydi. Bu durumun kendisini heyecanlandırdığını vurgulayan Grobet, uyguladığı yaklaşımı şu sözlerle özetliyor:

“Kamerayı özgürce hareket ettirmek, tüm sınırlamalara rağmen belirli bir perspektiften görüntü almaya çalışmak zor olduğu gibi heyecan vericiydi. İnanılmaz sıkışık ortamlarda, set içinde kurulu setlerde yapay ışıklandırmayla çalışıyorduk. Herhangi bir sahneyi çekebilmek için ihtiyaç duyduğum ışığı almanın çeşitli yöntemlerini kendim bulmak zorundaydım ki, bundan büyük zevk aldım.”

SİHİRLİ ŞEHİR: UMUTLAR HAYAT BULURKEN…

Umut ve cesaret mesajları verirken aksiyon ve macera yüklü bir film olan “City of Ember”in hem yapımcı kadrolarına hem de oyunculara sunduğu çok büyük fırsatlar vardı.
Bu projenin en çekici yanının ele alınan teması olduğunu ifade eden Tom Hanks, “City of Ember” ile ilgili düşüncelerini şu sözlerle dile getiriyor:

“Sihirli Şehir’deki genç insanlar olmasaydı bu şehirde yaşayanların başına kimbilir neler gelirdi. Genç insanlar daima herşeyin daha iyi olmasını isterler. Giderek yaşlanmakta olan bizlerin normal karşıladığı herşeyi sorgulayarak ‘Şu neden böyle, şu neden böyle değil?’ şeklinde soru yağmuruna tutarlar. Bu filmde de şehrin sırlarını keşfedenler genç insanlardır. Harekete geçerler ve sadece kendi hayatlarını daha iyi yapmakla kalmayıp Sihirli Şehri de kurtarırlar.”

“City of Ember”in cesaret verici ve moral yükseltici temasının yanısıra keyifle izlenecek bir seyirlik olduğuna dikkat çeken Tom Hanks sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Küçük bir belirtiyle başlayan büyük bir puzzle bulmaca vardır. Bu küçük belirti kısa zamanda ipucuna dönüşür. Oradan bir kanıt elde edilir. Ardından bir sırra ulaşılır. Tüm bunların sonucunda da fantastik bir maceraya geçit sağlayacak bir tünele açılan bir geçiş yolu bulunacaktır.”

Yönetmen Gil Kenan’ın filmle ilgili son sözleri ise şöyle: “Bir yönetmen olarak daima özlemini çektiğim bir dünyayı yaratma fırsatı buldum. Tamamen kendine özgü bir dünyanın çok özgün görselliği içerisinde ışık ve hayat dolu karakterlerlere eşlik eden gizem perdesi beni her düzeyde tatmin etti. Bu çok özel projenin sinema salonlarına heyecan getireceğini düşünüyorum. Evrensel temasıyla, dinamit gibi kadrosu, yaratıcı tasarımları ve çok farklı öyküsüyle her yaştan izleyiciye hitap eden bir çalışma oldu.”

Sihirli Şehir’e hoşgeldiniz

“Sihirli Şehir’e hoşgeldiniz. Bu toplumun değerli bir üyesi olarak insanoğlunun ışığını sürdürmek için seçildiniz. İnsan ırkı ancak sizin sayenizde uzun ve refah dolu bir geleceği ümit edebilecektir.”

FİLM OLMADAN ÖNCE KİTAPTI

Jeanne DuPrau, 2003’te yayınlanan ilk kurgu romanı “The City of Ember”in konusunun 1980’li yıllardan beri hep aklında olduğunu belirterek, “Benim çocukluğum 50’li yıllarda geçti. Bu nedenle aklımda hala nükleer savaş korkusunun güçlü anıları vardır. İnsanlar o yıllarda nükleer savaş çıkarsa neler olabileceği üzerinde konuşurlardı. Bomba sığınakları inşa ediyorlardı. Bütün bunların bende derin etki bırakması kaçınılmazdı” diyor.

Çocukluk döneminden aklında kalanlardan yola çıkan Jeanne DuPrau kendi kendisine şu soruyu sordu: Günün birinde tüm toplumlar dünya üzerinde bir yere mülteci olarak sığınmak zorunda kalırsa ne olur? İnsan ırkını müthiş bir tehlikeden korumak için inşa edilen Sihirli Şehir işte böyle doğdu.

Romanın el yazımı müsvettelerini okuma fırsatını bulan yönetmen Gil Kenan, yapmak istediği filmin asıl starının Sihirli Şehrin kendisi olacağını hemen fark etti. “Bu öyküde şehir başlıbaşına bir karakterdir” diyen yönetmen, bu konudaki yaklaşımını şu sözlerle dile getiriyor:

“Sihirli Şehir tıpkı insan gibi sürekli atan kalbiyle ve sinir sistemine benzer yapısıyla romanın ve filmin baş karakteridir. İnsanoğlunu içinden geçtiği karanlık dönemlerin tehlikesinden korumak için inşa edilmiştir. Dolayısyal anlatılan öykünün odak noktasındaki tüm karakterleri birleştiren gizem, Sihirli Şehrin kuruluşundaki sırdır. Şehrin nasıl kurtarılacağı daha en başında belirlenmiş ama kimsenin bilmediği bir sır olarak kalmıştır. Hepimizin gündelik hayatında yaşadığımız şehir ile bizim aramızda duygusal bir bağ vardır. Sihirli Şehir’de şehir halkının birbirleriyle olan karmaşık ve duygusal ilişkisi keşfe çıkılır. Bunun yanısıra vatandaşlar ile şehrin kendisi arasındaki bağlar da gözlemlenir.”

Kısaca UCLA olarak bilinen Los Angeles Üniversitesi Film Okulu’ndan “The Lark” adlı başarılı tez filmiyle mezun olan Gil Kenan, diplomasını aldıktan hemen sonra Tom Hanks ile Gary Goetzman’ın ortak prodüksiyon şirketi Playtone ile iletişime geçme fırsatını elde etti. Hanks ile Goetzman tanışma toplantısında ona “Ember” projesi hakkında bilgi verdiler.

Gil Kenan o gün yapılan toplantıyla ilgili izlenimlerini şu sözlerle aktarıyor: “Toplantıda nasıl bir film yapmak istediğimi anlattım. Kontrollü çevre içerisinde geçen bir aksiyon macera filmi yapmak istediğimi söyledim. Bunun üzerine elime ‘City of Ember’ kitabını tutuşturdular. Kitabı o gece okudum ve ertesi gün geri dönüş yaparak filmi yapmak istediğimi bildirdim. Üç gün sonra yine Playtone’daydım. Bu kez filmin nasıl yapılacağı üzerinde konuşuyorduk.”

Tom Hanks’in bu konudaki yorumu ise şöyle: “Kitabı okuduğumda dopdolu bir içeriğe sahip olduğunu gördüm. Daha önce böyle bir kitabı ne görmüş, ne okumuştum. Uzun zamandan beri böylesine özgün bir öykü ve karakterler sunan bir yapıt arayışındaydım. Bu kitap tam zamanında geldi.”

“City of Ember”in film haklarını opsiyonlayan Playtone yetkilileri, Caroline Thompson’dan senaryoyu yazmasını istediler. Filme çekilmiş ilk senaryosu bol ödüllü “Edward Scissorhands” olan Caroline Thompson, o günden beri kendi çalışmalarının film versiyonlarını yönetmesiyle tanınıyordu. Bu defa bir değişiklik yaparak yönetmenlik koltuğunu Gil Kenan’a bırakmayı kabul etti.

Yönetmen Gil Kenan’ın Caroline Thompson ile ilgili yorumu şöyle: “Caroline’in çalışmalarını her zaman takdirle izlemişimdir. Karakterlere hayat verirken hümanist boyutu asla ihmal etmediğini biliyorum. Filmi yaparken kitapla paralellik taşımasını, ancak ayrı bir yolda ilerlemesini istediğimi kendisine anlattım. Bu düşüncemi dikkate alarak ortaya mükemmel bir senaryo çıkarttı. Böyle durumlara pek sık rastlanmaz. Senaryo ofise geldiğinde hepimiz o eşsiz ışığı hissettik.”

Aradaki dönemde Robert Zemeckis ve Steven Spielberg’den davet alan Gil Kenan, “Monster House” adlı animasyon filminin yönetmenliğini üstlendi. Yapımı üç yıl süren “Monster House” sayesinde 2006 yılında en iyi animasyon filmi kategorisinde Oscar adaylığı aldı.

“Monster House”un yapımının devam ettiği günlerde Playtone yetkilileri de boş durmayıp “City of Ember”ın beyazperdeye uyarlanması çalışmasını sürdürdüler. 2007 yaz aylarına gelindiğinde yönetmen ve prodüksiyon ekipleri tam olarak hazırdı.

SİHİRLİ ŞEHİR: BAŞLANGIÇ MI, SON MU?

Sihirli Şehrin insanları uzun yıllardan beri yeraltında ışıl ışıl yanan büyüleyici bir dünyada gelişimlerini sürdürmüşlerdir. İnsanoğlu için bir sığınak olarak inşa edilen ve güç kaynağını büyük bir jeneratörden alan bu şehir, varlığını sadece 200 yıl sürdürecektir. Ancak jeneratörün bozulmasıyla Sihirli Şehir karanlığa düşmüş, pırıl pırıl ışıklar titreşmeye, giderek solmaya başlamıştır.

Çok sevdikleri şehrin geleceğiyle ilgili endişelerin hızla artmasına rağmen Sihirli Şehrin öğrencileri, yaşamlarının yeni bir aşamasının eşiğindedirler. “Görevlendirme Günü” olarak bilinen ve tüm mezunlar için uygulanan bir tören başlamak üzeredir. Bu çok özel günde Belediye Başkanı, yeni mezun öğrencilerin karşısında durur ve başlayacakları yeni görevleri için kura çekimini izler. Her öğrencinin bundan sonrasında toplumu için hangi branşta çalışacağı kura sonucuna göre belirlenecektir.

Kurada habercilik (messenger) görevi çıkması için dua eden Lina, kentin altında “Pipeworks” olarak adlandırılan boru hatları şebekesine tayin edilince donakalır. Jeneratör bölümünde çalışmak için yanıp tutuşan sınıf arkadaşı Doon Harrow’a ise kurada habercilik görevini çekince paniğe kapılmıştır. Pipeworks ile Jeneratör aynı bölümler değildir ama en azından birbirine yakın görevler olduğu için Lina’ya görevlerini karşılıklı olarak takas etmeyi önerir. Bu teklif karşısında çok heyecanlanan Lina, görev değişimini kabul eder. Böylece ikisi arasında sıradışı bir dostluk oluşurken Sihirli Şehir’de yaşayan herkesin kaderini etkileyecek değişimler de başlayacaktır.

Habercilik görevine istekle sarılan Lina, Sihirli Şehrin her yanını dolaşarak tüm enerjisini bu iş için harcamaya başlar. Önemli mektupları başta Belediye Başkanı’nın kendisi olmak üzere önemli insanlara dağıtmaktadır. Evdeyken de yaşlı ve unutkan babaannesi ile bebek kardeşi Poppy’nin bakımını yapar. Evdeki gömme dolapta eski bir metal kutu keşfedilince Lina’nın büyükannesinin çok hoşuna gider. Metal kutunun içindekilerin çok önemli olduğundan kesinlikle emindir ama hafızası zayıfladığı için neden önemli olduğunu unutmuştur.

Kilitli kutuyu açmayı başaran Lina, içerisinde bazı şifreli yıpranmış kağıtlar olduğunu keşfeder. Kağıtları bir araya getirmeyi başaramayınca şifrelerin anlamını çözmek için çözümü Doon’un yardımına başvurmakta bulur.

Şehirdeki elektrik kesintileri giderek sıklaşırken Lina ile Doon, kutunun içindeki bilgiler sayesinde şehir ve insanların kurtulabileceğinin farkına varırlar. Saate karşı yarışa başlayan iki arkadaş, elde ettikleri ipuçlarının izini sürerken kendilerini hedeften uzaklaştırmaya çalışan yozlaşmış politikacılar ve kötü karakterlerin kurduğu komplolara karşı zekice manevralar yaparlar. İkisinin tek hedefi vardır: Sihirli Şehrin ışıklandırma sistemini tamir etmek…
Walden Media’nın sunduğu bir Playtone prodüksiyonu olan “City of Ember – Sihirli Şehir”in yönetmenliğini “Monster House”daki çalışmasıyla Oscar adaylığı alan Gil Kenan üstlendi. Jeanne Duprau’nun aynı adlı çok-satan romanından uyarlanan filmin senaryosunu “Edward Scissorhands”ten tanıdığımız Caroline Thompson yazdı. Yapımcılığını Playtone’un ortakları Tom Hanks ile Gary Goetzman gerçekleştirdi.

Filmin genç ve deneyimli oyuncuları bir araya getiren kadrosunda şu isimler yer aldı:

Lina rolünde “Atonement” adlı filmdeki rolüyle küçük yaşta Oscar adaylığı alan Saoirse Ronan;
Sihirli Şehir Belediye Başkanı Cole rolünde Oscar adayı aktör Bill Murray
Doon rolünde Harry Treadway;
Clary rolünde Oscar adayı Marianne Jean-Baptiste;
Sihirli Şehir Belediye Başkanının sağ kolu Barton Snode rolünde Toby Jones;
Doon’un babası Loris Harrow rolünde Oscar ödüllü aktör Tim Robbins;
Pipeworks Ölçüm Merkezi Koruyucusu Sul rolünde Oscar ödüllü aktör Martin Landau.

CITY OF EMBER – SİHİRLİ ŞEHİR

“CITY OF EMBER – SİHİRLİ ŞEHİR”

24 Ekim’de Sinemalarda

Yönetmen: Gil Kenan
Oyuncular: Saoirse Ronan, Harry Treadaway, Bill Murray, Tim Robbins, Martin Landau, Toby Jones, Mary Kay Place, Marianne Jean-Baptiste
Senaryo: Caroline Thompson (Jeanne DuPrau’nun aynı adlı romanından)
Yapımcılar: Gary Goetzman, Tom Hanks
Görüntü Yönetmeni: Xavier Perez Grobet, Prodüksiyon Tasarımı: Martin Laing
Kostüm Tasarımı: Ruth Myers, Kurgu: Adam P. Scott
Set Dekorasyonu: Celia Bobak, Özgün Müzik: Andrew Lockington
Walden Media - Playtone / UIP Filmcilik

SİHİRLİ ŞEHİR VATANDAŞLARININ SADAKAT YEMİNİ

“Şehrimize ve onu yaratan bilgeliğe sonsuz sadakat yemini ediyoruz. Bu şehri olağanüstü bir özenle inşa eden kurucularımıza sınırsız şükran duygularımızı deklare ediyoruz. Işıl ışıl parlayan ırmağımızın üzerindeki şehrimizde gelişip büyüyoruz. Şehrimizin tam ortasında hepimize hayat veren kalp atışları gibi çalışan Jeneratörümüzün sınırsız kapasitesine teşekkür ediyoruz. Bizler çok sıkı çalışan, yaratıcı insanlarız. Hepimiz yol gösterici birer deniz feneri gibiyiz. Sihirli Şehrin dışarısında her yöne doğru uçsuz bucaksız karanlıklar vardır. Bizim şehrimiz karanlık bir dünyadaki tek ışıktır.”

Jason Ritter’den “Beyaz Saray – W” set izlenimleri…

Edinburgh Film Festivali'nde bu yıl biraz tuhaf işler yaptık. Söyleşi serilerimizi Keira Knightley ile başlatıp "Beverly Hills 90210"un yapımcısı ve "Candyman"in yönetmeniyle bir taksinin arka koltuğunda Barack Obama'yı tartışarak kapattık.

Bu yılki festival favorilerimizden birisi, "Good Dick" adlı film oldu. Sıradışı bir İskoç filmi olarak tanımlayabileceğimiz "Good Dick"in starı Jason Ritter ile bir sonraki yeni projesi "W" üzerine sohbet etme fırsatı bulduk. Oliver Stone'un yönettiği "W"de ABD Başkanı George W. Bush'un kardeşi Jeb rolünde oynayan Jason Ritter, filmin setindeki ilginç izlenimlerini bizimle paylaştı.

Filmin çekimlerinin nasıl gittiğini sorunca bize şunları anlattı: "Çok yoğun geçti. Kamera çalışması gerçekten ilginç bir tarzda yapıldı. Kameraman çekimi yaparken sürekli olarak odanın her tarafında hareket halindeydi. George W. Bush'un eve içkili geldiği bir günde onu sımsıkı tutup yere devirmem gereken bir sahne vardı. Onu durduktan sonra anne-babama dönüp onlara da birşeyler söyleyecek, ardından yeniden George'a birşeyler söyleyecektim. George'u yere devirdikten sonra anne-babama dönüp konuştum. Tekrar geri dönüp George'un olması gereken yere baktığımda orada artık kamera vardı. Sanki kameraya direkt bakıyormuşum gibi hissettim. Bu da beni endişelendirdi. Çünkü aklım hemen bundan 3 ay sonrasına kaydı. Oliver Stone'un kurgu odasında 'Neee? Jason kameraya mı baktı? Tanrım, inanmıyorum....' diye sızlanabileceği aklıma geldi."

Gerçi Jason Ritter'in bu filmdeki rolü çok büyük değil... Oynadığı tek sahne bundan ibaret... Ancak film hakkında yazılıp çizilenler bir bütün olarak değerlendirilirse, "Natural Born Killers"tan bu yana yaptığı en akılcı film olduğunu söyleyebiliriz.

Jason Statham yine bildiğimiz gibi…

"Transporter 2" kötü bir filmdi. Jason Statham'ın oynadığı Frank Martin karakterinin arabasının altındaki bir bombayı kaybettiği, bunun üzerine bir rampayı hızla çıkarak arabayı ters çevirdiği ve patlayıcı maddeyi böylece yakaladığı bir sahne vardı. Neo-gerçekçi bir film değildi. Buna rağmen popüler oldu. 32 milyon dolarlık bütçeyle hazırlanan "Transporter 2"nin dünya hasılatının 85 milyon doları aşması üzerine üçüncüsünün gelmesi kaçınılmaz oldu.

Statham? İkinci filmde Florida'dan Paris'e geri dönen Frank Martin, üçüncü filmde de yine sorgusuz sualsiz paket dağıtımına devam ediyor. Ancak bu kez küçük bir fark var. Zaten filmin sloganı da böyle: "Bu kez kurallar yine aynı ama bir farkla..."

Sloganın böyle olmasına rağmen Statham'ın her filmi öyle ya da böyle birbirine benziyor. Her yeni filmi özellikle "Crank" gibi... Kaldı ki "Crank"in de devamı 2009'da "Crank 2: High Voltage" adıyla gelmeye hazır...

Ünlü aktör bir söyleşisinde, "Evet, iki devam filmi. Yapmak istediğim filmleri yapıyorum. Ayrıca insanların benden yapmamı istediği filmleri yapmaya özen gösteriyorum. Sonuçta sırf farklı olsun diye bir film yapmak istemezsiniz. Bazen aynı şeyin tekrarı gibi de olabilir. 'Transporter 3' ile 'Crank 2'nin her ikisinde de izleyicinin hoşuna giden karakterler var. Eleştirmenler beni, 'Zaten bütün yapabileceği bu kadar' şeklinde sınıflandırarak köşeye sıkıştırmak istiyorlar. Peki onların da yaptığı iş hep aynı değil mi? Sonuçta herkesi birden memnun edemezsiniz."

Ancak son tahlilde "Transporter 3"ün bu serinin hayranlarını keyiflendireceği kesin... Serinin ikinci filmindeki BMW'nin yerini bu kez yine ilk filmdeki Audi alacak. Ayrıca Martin'in düşmanını oynamak için "Prison Break"ten tanıdığımız Robert Knepper sözleşme yaptı. Filmin ateşli pilicini ise Natalya Rudakova oynayacak.

- Total Film

Sacha Baron Cohen'in yeni kreasyonu "Bruno" geliyor

Sacha Baron Cohen'in ikinci kimliği Bruno'nun, ünlü komedyenin daha önceki ünlü kreasyonları olan aklı karışık Kazak gazeteci Borat gibi geniş izleyici kesimlerini salonlara çekmesi bekleniyor. Peki, Borat'ın 2006'da yaptığı gibi sinema salonlarını tamamen doldurmayı başarabilecek mi? Universal yetkilileri öyle olmasını umuyor olmalılır ki, filmin dünya dağıtım haklarını almak için 42,5 milyon doları gözden çıkarttılar.

Gündemde yeni bir hit olmaya aday dev bir proje olunca Baron Cohen üzerindeki baskının da artması doğal... Ancak bu defa ilave bir zorluk var: Bilindiği gibi "Borat"ın çekimleri "gerilla stili" olarak tanımlanan şekilde gerçekleştirilmişti. Dolayısıyla çekimler medyanın radarına girmeden yapılmıştı. Böyle olunca da "Borat"ın çekim ekipleri medyaya yakalanmadan Amerika'nın her yerinde rahat rahat çalışma fırsatı bulmuştu. Şimdi Baron Cohen'in uluslararası çapta ulaştığı yeni şöhreti nedeniyle eski rahatlığı bulamayacağı ortada... Ancak yine şöhretinin katkıları sayesinde her antikalığının medya gündemine düşecek olması da tanıtım açısından avantaj getirebilir.

Sacha Baron Cohen'in sık sık medyada yer alacak olması nedeniyle gelecek yaza kadar herhangi bir sürpriz kalır mı? Cevabın evet olacağından eminiz ama potansiyel set haberlerinden çok azı da olsa şimdiden medyada yer almaya başladı bile... Örneğin Kaliforniya Valisi Arnold Schwarzenegger ile tanışması var. Bu karşılaşmada Vali'nin homoseksüellik üzerine sorular karşısında sert tepki verdiği belirtiliyor. Ayrıca Wichita havaalanındaki güvenlik alarmı yüzünden çekimlerin zor koşullar altında geçtiği biliniyor. Bunlara ek olarak Arkansas'ta ucuz bira verileceği reklamlarıyla toplanan kalabalıkların iki erkeğin el kadar mayolarıyla yaptığı güreşi seyretmek zorunda bırakılması üzerine ayaklandığı haberleri geliyor.

Avusturya televizyon kanalı ÖJRF'nin muhabiri olduğunu iddia eden Bruno'nun halkın limitlerini zorlayacak bir karakter şeklinde dizayn edilmiş olmasına bir de bu karakteri Amerika'nın muhafazakarlığıyla bilinen Güney bölgesine gönderirseniz havai fişek benzeri tepkiler şimdiden garanti olur. Bu nedenle Baron Cohen'in sınırları aştığını söyleyenlere biz de Bruno karakterinin sözleriyle karşılık verelim: "Ben böyle düşünmüyorum!"

Sacha Baron Cohen'in "Bruno"su 29 Mayıs 2009'da sinemalarda...

- Empire Magazine

Leonardo DiCaprio - 20. Yüzyılın Son Starı

Sinema... Gençlerin birlikte nefes alıp verdiği, büyük bir sevgiyle, aşkla hayatlarına kabul ettikleri en genç, en dinamik endüstri... O duyguların, tutkuların, isteklerin ve aşkın müzikle birlikte iki anlatım yolundan biri. Belki de en etkilisi...

20. yüzyıla damgasını vuran sinema çılgınlığının sadece yüzyıllık bir geçmişi var. Bu kısacık zaman içinde sinema, özellikle Amerikan sineması pekçok starlar yarattı. Rudolph Valentino'lar, James Dean'ler, Tom Cruise'lar, John Travolta'lar... Milyonlarca genç kızı peşlerinden sürükleyen y,akışıklılar... Yüzyıl sona ererken "Acaba 20. yüzyılın starı kimdi?" sorusuna yanıt vermek için zamanın henüz çok erken olduğu ortaya çıktı. Çünkü Leonardo Di Caprio geldi.

Sinema endüstrisi en büyük sürprizini en sona saklamıştı adeta. 90'lı yılların son yarısında aniden parlayan bu yeni star 21. yüzyıl gençliğinin beğenisinin, zevkinin ve seçiminin işaretlerini de veriyordu.Kimdi bu Leonardo DiCaprio? Ya da hayranlarının ona seslenişiyle "Leo". Belki bunu kelimelerle ifade etmek imkansız...Çünkü o bir tutku, o bir aşk, o kalbin hızlı bir şekilde çarpmaya başlaması...
Yada Amerikalı bir hayranının anlatımıyla:

L: LOVE - AŞK

E: EMOTION - DUYGU

O: ONE AND ONLY - BİR BAŞKASI YOK

Leo'yu "Demir Maskeli Adam"ın Casting Yönetmeni Amanda Mackey şöyle tanımlıyor: "Bugün Hollywood'da hemen şimdi sayabileceğim en az on yakışıklı aktör var. Ama hiçbirinde Leo'daki canlı ruh yok. Bakışlannda çok hassas, savunmasız bir ifade var. Bu bakışlar karşı cinse ona annelik yapma hissi veriyor." "Titanic"in koreogratı Lynne Hockney ise şöyle diyor: "Ben yıllardır bu işi yapıyorum. Her zaman yeni yüzler olacak. Ama hiçbir zaman Leonardo gibisi gelmeyecek. O kimseyi etkilerneye çalışmıyor. Belki de onun en etkileyici yanı bu..... Hockney şunlan da ekliyor: "Leo'nun fast-foodu çok sevdiğini, en çok sevdiği restorantın ise Mc Donald's olduğunu keşfettim. O günden beri devamlı Mc Donald's'dayım."

20. yüzyıl İtalyan kökenli bir starla Rudolf Valentino ile açılmıştı. Ve işte karşınızda 20. yüzyılın İtalyan kökenli son starı Leonardo DiCaprio...