Kelsey Grammer ile “Swing Vote” söyleşisi

53 yaşındaki Kelsey Grammer, Amerika’nın en ünlü televizyon efsanelerinden birisidir. 1984 yılında “Cheers” dizisindeki radyo psikaytirsti Frasier Crane karakteriyle üne kavuştu. Orada portresini çizdiği karakter, 10 yıl sonra “Frasier” adlı diziye esin kaynağı oldu. 10 yıl boyunca devam eden “Frasier” dizisi sayesinde Amerikan televizyonlarının en yüksek ücret alan aktörü haline geldi.

Dizinin sona ermesinden sonra kamera karşısına çok az geçti ama kamera arkasında birçok iş yaptı. Bunlar arasında başrolünü Patricia Arquette’in oynadığı başarılı televizyon dizisi “Medium”un prodüksiyon amirliği geliyordu. Ayrıca “The Simpsons”taki Sideshow Bob karakterinin seslendirmesini yaptı.

“Swing Vote”da Kevin Costner’a karşı oynayan Kelsey Grammer, Amerikan Başkanı rolüyle kamera karşısına geçti. Üçüncü karısı Camille ve iki çocuğuyla birlikte Los Angeles’ta yaşamını sürdürüyor.

Başkanı oynamak heyecan verici oldu mu?

Oh, bu sadece bir iş… Ayrıca Air Force One adı verilen uçak sadece eski ve büyük bir kargo uçağıdır. Zannedildiği kadar büyüleyici bir uçak değil… Sadece film hilesi…

“Başkanı oynamanızı istiyoruz” sözünü duyunca heyecanlandınız mı?

Harikaydı. Bu ülkedeki en büyük iş olduğunu düşünüyorum. Bu ülkedeki her çocuğa, eğer yeteri kadar sıkı çalışırsa ve yeteri kadar büyük hayallere sahip olursa herkesin Birleşik Amerika Başkanı olabileceği öğretilir. En azından bana böyle öğretildi. Başkanı oynarken ortaya koyduğum performans, bir başkanın nasıl olması gerektiği konusundaki kendi versiyonumdu. Bu filmde büyük krizlerle ilgilenmiyoruz. Öyle yapsaydık filmin değeri sınırlanmış olurdu. Sonuçta biz burada, halkın temsil edilmesi ve tek bir insanın oyunun ne kadar önemli olduğu özelinden yola çıkarak Amerikan deneyimini işliyoruz.

Ancak Başkomutan olacağınız düşüncesi bu filmi yapmanız için yeterli bir gerekçe olmadı mı?

Filmi yapmak istememize yol açan şey, filmin kendisinde bile yer almayan bir sahneydi. Benim oynadığım Başkan karakteri, kızılderili koruma bölgesine gider ve orada bir film tarafından ziyaret edilince kalbini yeniden bulur.

Başkanlara özgü bir davranış değil gibi…

Son noktada bu filmin iyi yanı, politik sürecin hangi tarafında olursak olalım hepimizi birleştiren unsurun ne olduğunu vurgulamasıdır diye düşünüyorum. Hangi görüşü savunursak savunalım hepimizin ortak rüyası Amerikan rüyasıdır. Sonuçta bu sadece eğlence amaçlı çekilmiş bir film olabilir ama herşeyi bir yana bırakırsak, geriye sadece Amerika’yı daha iyi bir ülke yapma arzusu kalır.

Politik bir filmde oynama kararı vermenizin ardında herhangi bir özel sebep var mıydı?

Hayır, sadece eğlenmek için oynadım. Sonuçta çağdaş kültürün bir parçası olmak üzerine bir film olduğu için oynamak hoşuma gitti.

Siz Hollywood’daki az sayıda Cumhuriyetçi’den birisiniz. Kendinizi bazen dışlanmış gibi hissediyor musunuz?

Hollywood sağlamdır ama olayların derinine inmeden özetleyip korkmayı ve ürkmeyi sever. Bu benim tabiatımda yoktur. Radikal veya hoşgörüsüz olamam. Ortada yaşayan bir adamım kendimi John McCain’e yakın hissediyorum. Daha önce söylediğim gibi değişim kaçınılmaz birşeydir ama şahsen değişime inanmıyorum. Hiç kimse değişmez ama değişmiş gibi yapar. Ben odaklanmaya inanıyorum. McCain de yaptığı işe odaklandığını kanıtlamış birisidir. Etik doğruluğunu da dikkate alırsak, kredibilitesi vardır. Kariyerine bağlılığı işini iyi yapması sonucunu getirir ki, bence bu çok önemlidir.

Bir tanıtım ofisi işletmeyi hiç düşündünüz mü?

Daha önce düşünmüştüm ama yapamadım. Aileme, karıma ve özel hayatımıza olan düşkünlüğüm bu arzumun önüne geçti. Aslında benim özel hayatım da sorun değil ama politika dünyası son derece acımasızdır. İnternetin dünyayı daha iyi bir yer yapmadığını düşünüyorum. Tam tersine daha acımasız bir dünya yaptı. Uygarlığın internet yüzünden kaybolduğu düşüncesindeyim. Ancak herşeye rağmen hala tek tek kişisel farklılıklar yaratabilme şansımız olduğunu umuyorum.

Çocuklarınızı oyunculuktan vazgeçirecek misiniz?

Hayır. Eğer oyunculuk yapma arzuları varsa engel olmak istemem. En büyük kızım Spencer şu anda oyunculuk yapıyor. Ünlü olması için en büyük desteği de annesi veriyor. Ünlü olmayı neden istediğini bilemiyorum. Kızım henüz ergenlik çağındayken onunla uzun bir konuşma yapmıştım. Eğer tek isteği ünlü olmak ise, bunu yapmanın birçok yolu olduğunu, istediği yolu seçebileceğini ama bu tercihlerin büyük kısmının kötü tercih olacağını söylemiştim. “Eğer oyunculuk tutkun varsa; insanlara iyi mesajlar veren birşeyler yapman gerektiğine inanıyorsan o zaman oyuncu ol” demiştim. Sonuçta ünlü olmak bir iş değildir.

Şöhretin kalıcılığı olmadığını mı düşünüyorsunuz?

Doğrusunu söylemek gerekirse televizyonun gücü sayesinde 20 yıldır devam eden kalıcı bir şöhretim oldu. Şu anda başak şeyler de yapma lüksüne sahibim.

Bundan sonra ne yapacaksınız?

Aslında ufukta bazı şeyler vardı ama bir süre beklemek zorunda kalacaklar. Çünkü bildiğiniz gibi son dönemde bir kalp krizi geçirdim ve şu an tedavi görüyorum. Kalbimi tedavi etmeye çalışıyorum. Biraz korktuğumu itiraf etmeliyim. Bu nedenle şu an için uzun soluklu işler yapabileceğimi sanmıyorum. Ancak setlerdeki çekimi bir ay sürdükten sonra kurgusu altı ay devam eden işler benim için uygun olabilir.

Yaşadığınız kalp krizi hayata yepyeni bir perspektiften bakmanızı sağladı mı?

Bugüne kadarki perspektifim daima yaşam-merkezli olmuştu. Hayatı seviyorum, bu nedenle evde kalmak biraz zor geldi. Hayatımda bazı ayarlamalar yapmak zorunda kaldım. Kesinlikle beklenmedik bir durumdu. Biraz kilo vermeyi amaçladım ve temelde “Tüm kilolarımı tek günde kaybedeceğim” tadında bir egzersiz programına başladım. Pek akıllıca değil biliyorum. Şu anda bazı ayarlamalar yapmak için atmam gereken adımlar var. Aslında durum o kadar da kötü değil… Doktorum bana şöyle dedi: “Aklını başına topla. Kanserden ölmüyorsun. Beyin tümörün yok. Herşey daha iyi olacak.”

Bazı şeyleri değiştirmek için aktif adımlar atmaya başladınız…

Kesinlikle… Artık kendim için daha çok şey yapıyor ve hayatın tadını biraz daha fazla çıkarıyorum. Bu iyi birşey… Her yeni gün artık daha değerli… Ailemle birlikte geçirdiğim anlar daha önemli ve değerli… Şu andaki tek isteğim, daha bilgili olmak, herşeyi daha iyi kavramak ve daha anlayışlı olmak… Umarım iyi bir baba olurum ve bir süre daha iyi rollerde oynamaya devam ederim.

Yapmak istediğiniz eğlenceli şeyler var mı?

Aslında dünyayı daha çok keşfetmek isterim. Ailemle birlikte dünyanın her köşesini dolaşmak gibi bir fantezim var. Fantezilerin çok gerçekçi olması gerekmez! Büyük bir teknem olmasını ve o teknede yaşamayı istiyorum. Aslında bunlar uzanabileceğim mesafede değil ama imkansız da sayılmaz. Kendimi bu vizyona adadım. Ayrıca müzik eğitimi almak, üniversiteye gitmek istiyorum. Müziğe her zaman ilgi duydum ama kariyer anlamında keşfetme fırsatım olmadı. Bu konuya gerçek anlamda niyetlenmedim.

Kevin filmde şarkı söylüyor ve gerçek yaşamdaki müzik grubuyla birlikte sahnede çalıyor. Müzikal stilleriniz birbiriyle uyumlu mu?

Ben jazz müziğine daha çok ilgi duyarım ama Kevin’ı severim. Fantastik bir yönetmendir. Bu konuda sorumluluk duygusuyla hareket eder. Onunla birlikte geçirdiğim zamanlardan keyif aldım. Umarım ileride onunla birşeyler yaparız. Bazı şeyler konuştuk ama bakalım göreceğiz.

Bu filmden önce onunla tanışıyor muydunuz?

Sadece birkaç bağış etkinliğinde karşılaşmıştık ama onun çalışmalarına her zaman saygı duymuşumdur. Film çekim sürecine yaklaşımlarını severim. İyi bir aktör ve iyi bir insandır. Kendisini her zaman yenilemeyi bilir.

Dennis Hopper için ne diyorsunuz?

Oh, Dennis ile yakın arkadaşız. Birbirimizi uzun yıllardır tanıyoruz. Onun çok büyük hayranıyım. Genellikle geyik muhabbeti yaparız ama ikimiz de keyif alırız.

Yönetmen Josh Stern ile “Swing Vote” üzerine söyleşi

Bu filmi yapmak nasıl aklınıza geldi?

Yazım ortağım Jason Richman ile aramızda başladı. Onun aklında şöyle bir fikir vardı: Eğer seçim sonucu tek bir adamın oyuna kalırsa nasıl olur? Bunun harika bir fikir olduğunu düşündüm. Ülkemizde son dönemde politikaya karşı bir duyarsızlık eğilimi olduğunu ikimiz de hissediyorduk. Politik duyarsızlık her kültür için tehlikeli bir gelişmedir. Bunu düşünerek, “Politikaya ilgi duymanın önemi üzerine bir film senaryosu yazalım” dedik.

Kevin Costner’ın oynadığı karakterin filmde temsil ettiği düaliteyi (ikili davranışı) hissediyorduk. Dıştan bakınca politikayla ilgili değilmiş gibi gözükürken benliğinin derinliğindeki küçük bir ses belki de birşeyler yapması gerektiğini söyler gibiydi. İşte filmde bu düaliteyi vermeye çalıştık.

Bunda en son ABD seçimlerinin rolü oldu mu?

Evet. Ülkedeki seçim sistemi nedeniyle 2000 seçiminin kaderi Florida’daki tek bir bölgeye kalmıştı. Bu durumun bu ülke için bir tehlike çanı olması gerektiğini düşünüyorum. Ülkemizi dört yıl boyunca yönetecek başkanın kim olacağını tek bölgedeki 400 seçmen belirlemiş oldu. Bizim filmimiz sadece bir fantezi olmakla birlikte 2000 seçimleri elbette çıkış noktası oluşturdu.

Kariyerinizde bugüne kadar herhangi bir yönetmen veya filmden etkilendiniz mi?

Büyük bir Frank Capra hayranıyımdır. Bu senaryo üzerinde çalışarak Frank Capra düzeyinde bir film yaratmak için büyük bir fırsat olduğunu hissettim. Zaman zaman dramaya kayan bir komedi yaparken insanları çok fazla incitmeden ve yaralamadan mesaj veren bir yapım ortaya çıkabilir diye düşündüm.

Filmin seçim yılında gösterime girmesinin yardımı oldu mu?

Hem yardımı oldu, hem de olmadı. Uluslararası ve yerel dağıtımcıların politik dramalardan korktuğunu düşünüyorum. Olaya tarihsel açıdan bakarsak, izleyiciler perdede politika görmek istemiyorlar, bu kadar basit… Ayrıca başkan olmadığı halde başkanı canlandıran birisini de görmek istemiyorlar. Sizin de bildiğiniz gibi bu tip filmlerde her zaman bir yapaylık vardır ama biz olayı baba/kız ilişkisi temeline oturmak suretiyle bir miktar gelişme sağladık.

Dennis Hopper ile Kelsey Grammer’ın portresini çizdiği Demokrat ve Cumhuriyetçi adayların her ikisinin de nezih ve saygın insanlar olması bilinçli bir tercih miydi?

Her iki tarafta da belli miktarda ikiyüzlülük vardır diye düşünüyorum. Bu nedenle biz her iki tarafı da gündemimize aldık.

Başrolde Kevin Costner’ın oynaması nasıl gerçekleşti?

Kevin Costner her zaman Amerikalı sıradan insanı çok iyi oynar. Burada tam performans gerektiren bir rol olduğu için Kevin Costner’ın oynaması çok önemliydi. Filmlerinde çok sempatik olmaya ihtiyaç duymayan bir başrol oyuncusudur. Bu filmde de izleyici karşısına dağınık ve düzensiz çıkmaktan çekinmedi. İzleyince göreceksiniz, saçı başı tam bir dağınıklık içerisindedir. Ancak rolüne sımsıkı sarıldı ve bana sonuna kadar güvendi. Kimi zaman, “Acaba fazla mı abarttık?” diye sorduğu anlar oldu ama kendisine herşeyin tam dozunda olduğunu ve gayet iyi gittiğini söyledim.

Filmdeki ikinci önemli karakter, küçük oyuncu Madeline Carroll’un oynadığı küçük kız karakteridir? Bu oyuncuyu bulmanız nasıl oldu?

Bence Madeline eşsiz bir hazinedir. Onu bulduğumuz için Tanrı’ya şükrediyorum. Eğer bu rolde o olmasaydı film büyük ihtimalle başarısız olurdu. Madeline’i açık çağrı yöntemiyle bulduk. Bazı Hollywood oyuncularına baktık ama oyunculuk dünyasında herhangi bir deneyimi olmadığı halde büyük iş çıkarttı. Onda kesinlikle birşeyler var.

Kelsey Grammer ile Dennis Lane’in farklı politik düşünceye sahip olmalarına rağmen çok iyi arkadaş olduklarını biliyor muydunuz?

Bundan daha iyisi olamazdı. Aslına bakarsanız filmi çekmeye başlamadan önce bunu bilmiyordum. Ancak bu filmde herkes politik düşüncesini kapının dışında bıraktı. Hiç kimse politik görüşünü sete getirmedi ki, ilginç olan buydu. İnsanlar bana bu filmde güncel sorunlar hakkında politik tartışmalar olup olmadığını soruyorlar. Var diyemem.

Filmde taşlaması yapılan (hicvedilen) az sayıda “konu” var. Bu konularda ne kadar ileri gidileceğine nasıl karar verdiniz?

Ele alacağımız üç-dört konunun hangileri olacağına karar verirken epeyce zorlandık. Bazı konulara mutlaka değinmeliydik. Filmimizin ayaklarının yere basmasını, gündem dışı kalmamasını istiyorduk. Ülkenin her dönem var olan sorunlarının neler olduğu üzerinde kafa yorduk. Sonuçta kürtaj sorununun hiçbir zaman gündemden düşmediğine karar verdik. Aynı şekilde gay evliliği konusu her zaman sorun oldu. Öte yandan göçmenlik konusunu da unutmadık. Bunların güvenli alanlar olduğunu düşündük.

Büyük oranda umut dolu bir film olduğunu görüyoruz. Varmak istediğiniz sonuç bu muydu?

Filmde herşeye rağmen bir miktar alaycılık var. Dikkat etmemiz gereken noktalardan birisi buydu. Ancak filmin en son sözüne bakarsanız, bu alaycılığı dile getirecek bir ses bulmak zorunda olduğumuzu hissediyorduk. Aynı zamanda tüm bu sorunların içinde bir umut bulmaya çalıştık.

Kevin Costner gibi Oscar ödüllü bir yönetmeni yönetmek sinir bozucu oldu mu?

Evet, hayli zor oldu ama Kevin benim bu filmde uyguladığım sürece ve vizyonuma son derece saygılı davrandı. Kendi oyununu ortaya koyarken bana saygısını da gösterdi. Kendi sahneleriyle ilgili olarak bazı önerilerde bulundu. Bunların çoğu oyunculuk boyutuyla ilgiliydi. Bunun dışında benim vizyonuma karışmadı. Olağanüstü deneyimi vardı. Oyunculuk konusunda çok çok iyiydi. Eğer sözlerini ağzına tıkmış olsaydım, bana olan güvenini ilk anda kaybederdi. Kariyerinizin herhangi bir noktasında böylesine dev bir aktörle çalışıyorsanız mutlaka onun güvenini kazanmalısınız. Böyle yapmakla birşey kaybetmezsiniz ama onun güvenini bir kere kazandınız mı, oynadığı karaktere tam anlamıyla odaklanır. Artık filmin iyi olmayacağından korkmanıza gerek kalmaz.

Kevin Costner ayrıca sevimsiz karakterleri sevimli kılmakta çok iyidir. Bu filmde bu konu ne kadar önemliydi?

Bence çok önemliydi. Bir filmin işlemesinin en önemli koşulu budur. İzleyicinin güvenini kazanmış bir aktöre ihtiyacımız olduğunu biliyordum. Yaptığı her davranışa rağmen tuhaf bir biçimde masumiyetini koruma yeteneğine sahip bir oyuncu gerekliydi. İzleyici eğer bu davranışların masumiyetten veya bilgisizlikten kaynaklandığını hissederse en kötü karakteri bile affeder. Kevin Costner bunu başarmakta ustadır.

Filmde Larry King, Chris Matthews, Bill Maher gibi Amerikan medyasının ünlü isimlerine de konuk oyuncu olarak yer verdiniz? Onları nasıl ikna ettiniz?

İnsanlar iyi niyetle yapılmış projelere yer vererek katkıda bulunmak istiyorlar. Filme ilk başladığımızda prodüksiyon görevlilerini gerçek haber bültenleri kullanmamız gerektiği konusunda ikna ettim. CLY gibi uydurma kanal isimleri yerine CNN’in kendi isminin olmasını tercih ederim. Çünkü uydurma kanal isimleriyle yola çıkarsanız ekranda berbat bir grafik belirince izleyici gerçek dünyadan kopar.

Bundan sonra sırada ne var?

Şu anda Kral Lear versiyonu üzerinde çalışıyorum. Anthony Hopkins ve diğer büyük aktörlerle görüşme halindeyim. Bekleyip göreceğiz.

Oldukça farklı…

Evet, kalıplaşıp kalmak istemiyorum.

Paula Patton ile “Swing Vote” üzerine söyleşi

32 yaşındaki Paula Patton, prestijli Güney Kaliforniya Üniversitesinde film yapımı eğitimi aldı. Bugüne kadar çeşitli belgesellerin yapımcılığını üstlendi. Sonra işinin hoşuna gittiğinin ama sevmediğinin farkına vardı ve oyuncu olmaya karar verdi.

2005 yılında oynadığı ilk film, başrollerini Will Smith ve Eva Mendes ile paylaştığı “Hitch” oldu. Ertesi yıl hedefini büyüterek, “Déjà vu” adlı filmde Denzel Washington ve Val Kilmer’a karşı baş kadın oyunculuğa terfi etti.

Kevin Costner’a karşı oynadığı son filmi “Swing Vote”da yaşadığı küçük kasabanın sakinlerinden birisinin yeni Amerikan başkanını belirleyecek noktaya geldiğini öğrenince mesleğinde büyük patlama yapan yerel televizyon kanalı gazetecisini oynadı.

Başarılı şarkıcı Robin Thicke ile evli olan Paula Patton yaşamını Los Angeles’ta sürdürüyor.

Bu rolü nasıl aldınız?

Bükreş’teyken senaryo taslağını okuma fırsatı bulmuştum. Bol bol güldüm. “Bu filmde yer almak için ne yapabilirim?” diye sordum. Sonra Josh Stern’in (yönetmen) benimle telefonda konuşmak istediğini haber aldım. Yaklaşık bir saat konuştuk. Aradan birkaç gün geçtikten sonra beni tekrar arayıp, “Rolü aldın!” dedi. Düşünebiliyor musunuz, rolü telefonda aldım! Çok mutlu oldum ve, “Oh Tanrım, bu bir mucize…” diye düşündüm.

Telefonda bir saat ne konuştunuz?

Kendi politik görüşümden ve filmde tam olarak neyin anlatıldığından emin olmak istedim. Senaryo taslağını okuduğumda bu filmde üstleneceğim karakterle neyi başarmak istediğimden emin oldum. Oynayacağım karakteri en detaylı şekliyle gördüm.

Filmin diğer ‘bayan’ başrol oyuncusu Madeline Carroll için ne diyorsunuz? (Costner’ın küçük kızını oynadı)

Bakın açıkça söylüyorum ki, Madeline Carroll günümüzün yeni Jodie Foster’idir. Bu kadar basit… Seyredin, siz de görün. Jodie Foster kıvamına gelmesi için daha birkaç yılı var ama gerçekten başarılı bir küçük oyuncu…

Portresini çizdiğiniz karakter öylesine tutkulu bir kadın ki, çalıştığı televizyon kanalına haber yapabilmek için etik olmayan yollara girdiğini görüyoruz. Siz de film dünyasındaki rakiplerinizle baş etmek için böyle yollara girdiniz mi?

Dürüst olmak gerekirse hepimiz büyük bir mücadele içindeyiz. Günümüz Amerika’sında artık “Mutlaka kazan. Hangi araçla olursa olsun, ne pahasına olursa olsun kazan!” mantığının geçerli olduğunu düşünüyorum. Eğer bu mantığa uygun hareket ediyorsanız, hem kendiniz için hem de başkaları için birtakım ahlaki değerleri çiğnemek zorundasınız. Böyle bir yola girmektense kurban olmayı tercih ederim. Belki biraz daha az ünlü olurum ama en azından ruhum bana kalır. Ruhumu kaybetmektense daha az üne razıyım.

Gerçekten almayı istediğiniz bir rol olduğunda hangi ölçüde rekabetçisiniz?

Rekabetçi değilim desem yalan söylemiş olurum. Bu nedenle böyle birşey olmadı diyemem. Kaybedilmiş bir rol için sonradan çok pişmanlık duyabiliyorsunuz. Öyle anlar geliyor ki, o filmin bitmiş halini seyrederken, “Ah, orada ben olmalıydım” diyorsunuz. Ancak genel anlamda diğer kadın oyunculara karşı rekabetçi bir yaklaşım içerisinde olmamaya çalıştığımı söyleyebilirim. Çünkü rekabete girdiğim zaman içimden bir parça kopmuş gibi oluyorum ve kendimi iyi hissetmiyorum. Bu nedenle kendime karşı rekabet halinde olmaya çalışıyorum. Elimden gelenin en iyisini yapmaya gayret ediyorum.

Kevin Costner’ın deneyiminden bolca yararlandınız mı?

Oh, Kevin Costner ile oynamak büyük bir hediye gibiydi. Olağanüstü bilgi birikimi ve bilgeliğe sahipti. İnanılmaz bir aktör olmasının yanısıra büyüleyici bir yönetmendir. Bir filmin tüm dünyasını anlayabilen usta bir oyuncu, yapımcı ve yönetmen…

Sadece oturup onun çalışma tarzını seyretmek, söylediklerini dinlemek bile hoşuma gitti. Diğer aktörlerin rahat olması için, en iyi çalışmayı sergilemesi için elinden geleni yapıyordu. Kesinlkle bencil birisi olmadığını gördüm. Her zaman için kendi birikiminden parçaları bizlere aktarmaya çalışıyordu.

Yapımcı olarak çalıştınız. Gelecekte yönetmenlik olabilir mi?

Kendimi kesinlikle kamera arkası için uygun görüyorum ama yönetmen olabilir miyim, orasını bilemem. Yönetmenlik gerçekten zor bir iş ama ‘asla olmaz’ demeyi de sevmem.

Ne kadar zamandır sinema hayranısınız?

Küçüklüğümden beri filmleri hep sevdim. Annem beni hep yabancı filmlere götürürdü. Benim için mükemmel bir kaçış olurdu. Bu nedenle önüme fırsat çıkarsa bir filmin yapım sürecinin parçası olmaya hayır demem.

İlk seyrettiğiniz filmi hatırlıyor musunuz?

Hayır ama bende derin etki yapan bir filmi çok iyi hatırlıyorum. Küçük bir kızken “Pollyanna” bende çok derin etkiler bırakmıştı.

Küçükken ileride oyuncu olmayı hiç hayal etmiş miydiniz?

Yürümeye ve konuşmaya başladığım andan itibaren oyunculuk istedim sanırım. Küçükken çeşitli oyunlar sahneleyerek ağabeyimi arkadaşlarının karşısında zor durumda bırakmaya bayılırdım. Yaptığım oyunlar karşısında bana sinir olurdu.

Sonra performans sanatları lisesine gittim ama ergenlik yıllarımda ani bir karar değişimi oldu ve oyunculuğu meslek olarak seçmemeye karar verdim. Bunun nedenini tam olarak bilemiyorum, belki de kendime güvensizlikti. Sonuç olarak USC Film Okulu’na gittim ve bir süre kamera arkasında çalıştım. Ardından Discovery Channel için belgesel tipte filmlerin yapımcılığını üstlendim.

Öyleyse, oyunculuğa geri dönme kararını neden verdiniz?

Şöyle hissettim: “Bu iş hoşuma gidiyor ama sevmiyorum.” Yaptığım işle ilgili bir problemim vardı sanki… Tutkuyla yapacağım bir iş olsun istiyordum. Öyle bir iş olmalıydı ki, geceyarılarına kadar çalışsam bıkmamalıydım. Günde iki saatlik uykuyla bile istekle sarılabileceğim bir iş olmalıydı.

27 yaşıma girdiğim gün bu noktaya geldiğimi hissettim. “Oyunculuğu seviyorum, küçük bir kız olduğum günden beri yapmak istediğim iş bu…” diye düşündüğüm 27 yaşımı hiç unutamam. Ne kadar zor olursa olsun, insan mutlaka ve mutlaka sevdiği işi yapmalı… Ardından oyunculuk dersleri almaya başladım ve bing, bang, booommm…

Ayrıca “Mirrors – Aynalar” adlı psikolojik gerilim filminde Kiefer Sutherland ile birlikte oynuyorsunuz. Onunla ilişkiniz nasıl?

Karısıyla sorunları olan kocayı oynadı. Büyük bir aktör… Daima 10 numara oyun ortaya koyduğu için onunla çalışmak harikaydı.

“24” dizisinin hayranı mısınız?

Gerçek anlamda hayranıyım. Ayrıca ilk siyah başkanı onlar sundukları için ayrıca sevmek gerekir. Psişik bir durum değil mi?

Öyleyse sizin de bir Barack Obama hayranı olduğunuz anlamını çıkarabilir miyiz?

Evet. Özellikle Irak politikalarına bakınca “Tanrım, en doğru adam bu galiba…” diye düşündüm. Obama ile ilgili olarak gerçekten umut doluyum.

“Swing Vote”un bir politik mesajı olduğunu düşünüyor musunuz?

Politikaya karşı bu kadar duyarsız olmaktan vazgeçmeliyiz mesajı var. Doğrusunu söylemek gerekirse teknoloji malesef hepimizi işimizin kölesi haline getirdi. Geceleri yatağının başucunda laptopuyla uyuyan arkadaşlarım var. İnsanlar sürekli çalışıyorlarsa politik açıdan nasıl aktif olabilirler? Dünya üzerinde neler olup bittiğini nasıl bilebiliriz?

İnsanların şu anda yaptığı tek şey, kendi ailesine zaman ayırmak ve arabasına nasıl benzin alabileceğini, masaya nasıl yemek koyabileceğini merak etmek… Milyonlarca insan açısından durum öyle berbat ki, politik kayıtsızlığın ve duyarsızlığın da ötesinde bir tablo var. Durumun umutsuz olduğunu hissediyorlar ve bence en büyük problem bu… Ne iş yapıyorsak yapalım politik açıdan aktif olmaya ihtiyacımız var. Toplumsal duyarlılığımız mutlaka olmalı… Değişimin tek yolu bence bu…

Seçimlerde her zaman oy verir misiniz?

Her zaman… Toplumsal konular ve politikayla yakından ilgilenen bir aileden geliyorum. Annem küçük kasabalarda 27 yıl boyunca öğretmenlik yaptı. Okuma yazma dahi öğrenme şansı olmayan çocukların rehberi oldu. Babam cinayet davalarına bakan bir savunma avukatıydı ama daima avukat tutabilecek parası bile olmayanların savunmasını üstlendi. Ağabeyim bir cemaat servisinde görev yaptı. Üniversitedeyken ben de bazı şeyler yaptım ama şu an bencil, çirkin insanlardan birisiyim. Düşünsenize, bunca çabama rağmen yeteri kadar ünlü birisi bile değilim.

Ama siz ve kocanız, Hollywood’un oldukça ünlü çiftleri arasında yer alıyorsunuz…

Doğrusunu söylemek gerekirse ben olayı böyle görmüyorum. Kocamla uzun yıllardan beri tanışıyoruz. İlk tanıştığımızda o 14, ben 15 yaşımdaydım. Hayatımızda bugüne kadar çok büyük olaylar yoktu. Kocamın ulaştığı başarı şu an onun için yepyeni birşey… Bana bir kamyon çarpsa kimse farkında olmaz ama o fark edilir. Kocamın başarıları gerçekten çok hoşuma gidiyor. Ayrıca sadece kendisini düşünmeyip, benim kariyerimin gelişmesine yardımcı olduğunu, özen gösterdiğini bilmek de çok güzel… Bu nedenle kocama teşekkür borçluyum.

Ancak belli bir düzeyde ünlü olmanın getirdiği diğer boyutların biraz ürkütücü olduğunu söylemeliyim. Özel yaşamın kaybolduğu düşüncesi hiç de heyecan verici değil… Geçen yıl kocamla beraber The Ivy’de öğle yemeği yiyorduk. Orasının yemeklerini ikimiz de severiz. Bir anda fotoğrafçılar ordusu ortaya çıkıverdi. Bir daha o caddeye adımımı bile atacağımı sanmıyorum.

Gelecek planlarınızda bebeğe de yer olacak mı?

Benim açımdan geri sayım başladı. Yakında bu konuyu çözümlemeye ihtiyacım var. Aslına bakarsınız kendim de çocuk gibi olduğum için beni endişelendiriyor. Çocuk sahibi olma fikrine henüz alışamadım ama kesinlikle bir tane istiyorum. Keşke saati tersine çevirebilseydim. Bir süre daha kendimi eğlendirmek isterdim!

Kevin Costner ile yeni filmi “Swing Vote” ve aşk üzerine bir söyleşi

53 yaşındaki Kevin Costner’ın en başarılı profesyonel yılı, yönetmenliğini yapıp başrolünde oynadığı “Dances With Wolves – Kurtlarla Dans” ile en iyi yönetmen ve en iyi film dalında Oscar kazandığı 1991 yılıydı. Ondan öncesinde Sean Young ve Susan Sarandon gibi oyuncularla beraber kamera karşısına geçtiği “No Way Out” ve “Bull Durham” gibi filmlerde seksi başrol oyuncusu olarak isim yapmıştı.

Kevin Costner bugünlerde hayatını Los Angeles’ın kuzeyindeki evleri ile Colorado’da ikinci karısı Christine Baumgartner ve 1 yaşındaki oğlu Caden ile beraber yaşadığı çiftlik arasında mekik dokuyarak geçiriyor. İlk karısı Cindy’den de düzenli olarak gördüğü üç çocuğu daha var.

Kevin Costner’ın büyük oranda kendisinin finanse ettiği yeni filmi “Swing Vote”, şansı hiç yaver gitmeyen, alkol ve ebeveynlik problemleri olan orta sınıftan bir adamın vereceği oyla yeni Amerikan Başkanının kim olacağına karar verme noktasına gelmesini anlatıyor.

Filmin başarısının temelinde oynadığınız karakterin kızı Molly’i canlandıran küçük oyuncunun doğru seçilmiş olması var. Bu rolde oynayan Madeline Carroll’un nasıl bulunduğunu anlatabilir misiniz?

Zeki ve akıllı bir kızdan daha fazlasına ihtiyacımız vardı. Aslında zeki kızları her yerde bulabilirsiniz. Bizim ihtiyacımız olan şey, kendisinden ne istendiğini gerçekten anlayabilecek düzeyde küçük bir oyuncuydu. Madeline kendisinden istenilenleri tam olarak anladı. Dediğim gibi zeki küçük oyuncuları her zaman bulabilirsiniz ama zeki olmaktan daha fazlasını sunan oyuncu sayısı azdır. Madeline filmdeki baba-kız ilişkisini yansıtacak şekilde bir performans sergiledi. O olmasaydı bu film yürümezdi.

Bu filmde yapımcı olarak da görev yapıp çok miktarda paranızı koydunuz. Bir politik komediye yatırım yapmak, ticari açıdan risk değil mi?

Filmlerdeki karakterler daima bizim seçtiğimiz arka planların önünde hareket ederler. Bu filmdeki arka planımız ülkenin politik sistemidir. Ancak özünde bir komedidir. Bu nedenle politik ortamı arka plana almakla birlikte aslında olgun bir adam ile ergenlik çağındaki küçük kızı arasındaki ilişkiyi anlatır. Küçük kızın babasından şikayetleri vardır. Sorumsuz yapısına öfke duyar. Kendisi için en küçük bir adım dahi atmadığına kızar. Ancak sonuçta ikisinin birbirini sevdiğini hissedersiniz.

Ancak Bud karakterinin haylisevimsiz bir karakter olduğunu unutmayalım. Oynadığınız karakterin bu yapısından sıkıntı duydunuz mu?

Bundan hiçbir zaman korkmadım. Bud karakterinin birçok farklı yönü vardı. Bunları da vermek istedik. Sonuçta Bud kendi konumuna bir bakış atmak zorunda kalır. Kendisine son derece sofistike bir bakış attığını fark edersiniz. Bud karakterinde hepimizin derinden hissettiği bir duygusuzluk vardır. Politikaya karşı da kayıtsızdır. Politikadan biraz anlar ama bu konuda eğitimsizdir.

Filmlerinizi kimin için yapıyorsunuz?

Erkekler için film yapıyorum. Tüm erkeklerin ortak zeminini arıyorum. Aynı zamanda iyi kadın rolleri olan filmlerin de arayışı içerisindeyim. Filmlerde kadınlar için yeteri kadar iyi roller olmadığını hep duyarız. Bu benim filmlerim için geçerli değildir.

“Swing Vote”, Kevin Costner’ın yakışıklılığın sergilendiği bir film değil… Egonuz buna dayanabildi mi?

Yapmam gereken buydu diye düşünüyorum. Güzelliğe ve yakışıklılığa dayanmayan bir rol aldım ve öykü akışı boyunca sadece karakterin diğer özelliklerine odaklandım. Karım benim hala yakışıklı olduğumu düşünüyor. Sokağa çıktığım zaman birkaç bakışın bana çevrildiğini görüyorum. Belki ünlü olduğum içindir, belki de yakışıklı olduğum için… Bunu bilemiyorum. Aslında çok da umurumda değil… Eğer 18 yaşındaki kızları cezbetmeye çalışıyor olsaydım umurumda olurdu ama böyle bir düşüncem yok. Milyon yıl geçse böyle birşeyi yine de yapamam.

Bu aralar ikinci kez baba olmanın korkusunu yaşadığınızı söylemiştiniz. Bu durum şimdi size enerji veriyor mu?

Bir çocuk size enerji vermez. Şunu açıklıkla söyleyebilirim ki, çocuk sizin enerjinizi kullanır. Evet, bir ailem var ve ailemi seviyorum. Yapabildiğim kadar da geliştirerek sürdürmek istiyorum. Ancak ikinci kez baba olup çocuk büyütmenin zorluklarına ikinci kez yeniden başlama fikri bana başlangıçta cazip gelmedi. Böyle birşeye ihtiyacım olmadığını düşündüm. Ancak derinlemesine düşününce karım için önemli olan birşeye benim de önem vermem gerektiği noktasına geldim. Eğer hayatınızda bir partneriniz varsa, onun için önemli olan birşeyin sizin için de önemli olması gerekir.

Bu noktaya geldikten sonra kararlarım da netleşti. Şöyle düşündüm: “Eğer olmamı istediği gibi olamıyorsam bu kadından uzaklaşmalıyım. Eğer kalacaksam da onun istediği şeyleri yapmalıyım.” Hepimizin hayatta seçimleri vardır. Ben de tercih yapmak durumunda kaldım. Tercihimi sevgiden yana kullandım. Belki pratik gelmeyebilir ama sevgiyi kaybetmek istemedim.

Sözlerinize bakılırsa, kararınızdan pişmanlık var gibi…

Bilemiyorum. “Ne yapmalıyım?” sorusunun yanıtını içeren bir kitap yok. Bir tarafta, “Bekar kal, mutlaka bekar kal…” diyenler var. Buna bir de, “Neden durup dururken evlenip kendi elini kolunu bağlıyorsun” diye koro halinde şarkı söyleyenleri eklersek insanın kafası karışıyor.

Yeniden aşık olduğunuzu düşündünüz mü?

Hepimizin bu şansı var. Aşk sürekli inip çıkan bir asansör gibidir. Gerçekleştiği anda kendine özgü gizemi vardır. Haftada birkaç defa aşık olan erkek arkadaşlarım var. Ancak aynı hızda sevgililerinden ayrıldıklarını görüyorum. Bu çok cansıkıcı birşey… Ayrıca kendi keyfimiz için başka bir insanı incitmek de sözkonusu…

Christine ile tanışıncaya kadar aşkı gerçek anlamda yaşamamıştım. Çevremdeki ilişkilerden hep kavgalı dövüşlü örnekler gördüğüm için ciddi bir ilişkiye kalkışmamıştım. Bence eğer bir ilişkide “aşk” sözcüğünü kullanıyorsanız dikkatli olmalısınız. Çünkü aradan iki ay geçtikten sonra o kişiyi sevmiyorsunuz. Bir insanla ilişkiye girmek zor bir olay olduğu için “aşk” sözcüğünü kullanmamalısınız.

Ancak kadınlar için bu tavır pek alışık oldukları birşey değildir. Çünkü onlar, “Ne zaman bana aşık olduğunu söyleyeceksin?” diye düşünerek bekliyorlar. Eğer “aşk” sözcüğünü kullanacaksanız bu duygunuz gerçek olmalı ve tam konsantre olmalısınız. Sonuçta aşk ilişkileri normal ticari ilişkiler gibi değildir. Emin değilseniz söylememelisiniz.

Herşeyin belli bir sebep sonucu oluştuğuna inananlardan mısınız?

Sanırım ama tam emin değilim. Bunu anlayabildiğimi iddia edemem. Benim için hala bir gizemini koruyan bir konudur. Şu anda hayatımın tam anlamıyla mükemmel olduğunu söyleyemem. Hayatımda değişimlerin olduğu bir dönemdeyim. Herşeyi belli bir düzene koymam gerekiyor. Ancak ben hayatım boyunca bu akıcı durumları her zaman hissetmişimdir.

Amerika’nın politik süreci konusunda alaycı bir yaklaşımınız var mı?

Evet her geçen gün biraz daha alaycı yaklaşımım oluyor…

Filmde Bud karakteri biraz yalnız bir karakterdir. Siz hiç böyle hissettiniz mi?

Yalnızlık duygusunu hissettim ama yalnız olduğum için değil… Sadece yalnız kalmaktan korkmadığım için… Bu camiada çoğu zaman kendimi izole olmuş buldum. Bakın size bir örnek vereyim. Bu filmi finanse etmeye karar verişimin sebebi, bana “ABD dışında fazla para kazanamazsın” denilmiş olmasıdır. Uluslararası hasılatının pek parlak olmayacağı söylendi. Ben de onlara şu cevabı verdim: “Okey, ben pratik bir insanım. Ne dediğinizi anlayabiliyorum. Sonuçta bu bir Amerikan komedisidir ve uluslararası arenada fazla şansı olmaz. Bunu anlıyorum ama böyle olması bu filmin yapılmaması gerektiği anlamına mı gelir?”. Onlara bu cevabı verdikten sonra oturup kendim yapmaya karar verdim. Kendimi bu camiada zaman zaman yalnız hissedişimin sebebi bu işte…

Aslında bu film, yapılması için büyük mücadele verdiğiniz filmlerin ilki değil… “Dances With Wolves”ta da aynı mücadeleyi verdiniz…

Evet, sadece “Dances of Wolves”le de sınırlı değil, “Field of Dreams”I de yapmak istememişlerdi. Onların yapmak istemeyip de benim yaptığım çok sayıda film vardır. Bunlardan birisi de “Open Range”dır. Bunların belli bir değeri olacağı için yapılabileceğini düşündüm. Belki mega değerleri yoktur ama sonuçta belli bir değerleri vardır. Haksız mıyım? En azından benim için değerlidirler. 200 milyon dolarlık bir filmde oynamayı isterdim. Nitekim oynadım da… Ancak filmin bütçesinin yüksekliği benim için bir değer ifade etmez. Herşeyden önce kendi egoma bakarım. Kendi egom bir filmin parçası olmayı istiyorsa yapmak isterim. Sonuçta benim de bir egom var.

Bolt - bilgisayar animasyonu

Bolt

“Truman Show”un dört-ayaklı güncellemesi olarak nitelenebilecek bu bilgisayar animasyonunda, filme adını veren yavru köpek, (John Travolta seslendirdi) aslında süper güçlere sahip bir köpek olmadığını; sadece bir TV starı olduğunu keşfeder.

Filmin yönetmenliğini başlangıçta “Lilo & Stitch”ten tanıdığımız Chris Sanders yapacaktı. Aklında “underground” tadında gergin öğelerle yüklü bir animasyon yapmak vardı. Ancak Disney’in animasyon operasyonlarını Pixar’dan gelen John Lasseter ile Ed Catmull üstlenince “Bolt” projesinden ayrılmak zorunda kaldı.

Yeni yönetmenler (Byron Howard ile Chris Williams), izleyiciyi fazla zorlamayan daha hafif bir stil uyguladılar. Köpeğin sahibesi Penny karakterinin seslendirmesini son dönemin parlayan yıldızı Miley Cyrus’a verebildikleri için şanslıydılar. Miley Cyrus’un programı öylesine doluydu ki, yönetmen Howard’ın deyimiyle “dünya üzerinde yaşayan her insanı ezecek” bir yoğunluk sözkonusuydu. Buna rağmen köpeğin sahibesi Penny’i seslendirdi.

Filmin ön gösterimlerinden ortaya çıkan izlenim, her sahnesinin müthiş eğlenceli olduğu, özellikle de hamster Rhino’nun yer aldığı sahnelerin ön plana çıktığını ortaya koyuyor.

Tony ödüllü drama “Doubt”

Doubt

John Patrick Shanley, yakın zaman öncesine kadar “Moonstruck’ı yazan adam” tanımının biyografisine ölüm fermanı gibi yapışıp kaldığından şikayet ederdi. 2004 yılında tiyatro sahnesine koyduğu “Doubt” adlı oyuna kadar bu şikayetine zaman zaman devam etti. Oyunun elde ettiği başarıdan sonra bir daha “Moonstruck”ı anmadı.

Konusu 1964 yılında Bronx’taki bir Katolik okulunda geçen Tony ödüllü drama “Doubt” iki karakter üzerinde odaklanır. Bunlardan birisi Rahibe Aloysius (Meryl Streep), diğeri ise okulun tek siyah öğrencisi olan 12 yaşındaki bir erkek çocuğuna cinsel tacizde bulunmakla suçlanan bir cemaat rahibidir (Philip Seymour Hoffman).

Dünyanın çeşitli ülkelerindeki tiyatro izleyicileri, elinde çok az kanıt olduğu halde rahibin okuldan uzaklaştırılmasını ateşleyen Rahibe Aloysius’un haklı olup olmadığı üzerinde yoğun tartışmalara girmişlerdi. (Oyunun Paris’teki sahnelemesinin yönetmenliğini seks skandalı mültecisi Roman Polanski yapmıştı).

Peki, yönetmen Shanley, oyunun Broadway kadrosundan Tony ödüllü Cherry Jones (Ocean’s Twelve) ile Brian F. O’Byrne’ı (No Reservations) neden transfer etmedi?

“Bunun nedeni gerçek anlamda bir yenilenme ihtiyacıdır. Yepyeni bir yaklaşım olsun istedim” diyor Shanley… Ayrıca 1990’lı yıllardaki ilk yönetmenlik denemesi “Joe Versus the Volcano” sonrasındaki ilk yönetmenlik sınavında A-sınıf isimlerle çalışmak istemiş olabilir.

Elindeki materyalin son derece güçlü olması nedeniyle Meryl Streep’i ikna etmesinin zor olmadığını ifade eden Shanley, rol arkadaşı olarak Hoffman’ı seçmesinin temelinde Çehov’dan uyarlanan bir oyunda Streep’e eşlik etmesinin yattığını belirtiyor ve şöyle diyor: “Filmde nasıl bir oyun sergileyeceğini bilemem ama emin olduğum tek şey var: Meryl’i terletebilecek tek oyuncu Hoffman’dır.”

Filmde cinsel tecavüze uğrayan çocuğun annesini oynayan Amy Davis’in bu yılki Oscar ödüllerinde Yardımcı Kadın Oyuncu adaylığını kaçırmayacağına; Meryl Streep’in ise 15. kez Oscar adaylığı alacağına neredeyse kesin gözüyle bakılıyor.

High School Musical 3: Senior Year

High School Musical 3: Senior Year

Onlar gençliğin yeni ilahları, yeni sevgilisi oldular. Sadece Amerikalı gençlerin gözdesi olmakla kalmayıp filmleriyle dünya çapında 455 milyon izleyiciye de ulaştılar. 15 milyondan fazla DVD, 13 milyonun üzerinde soundtrack albüm ve 1 milyon konser bileti onların satış gücünün en büyük göstergesi oldu. Tüm bu başarıların sonucunda bir TV filminin genç starları, Disney için mülti milyon dolarlık marka haline geldi.

Disney Channel’ın dünya çapında ün kazanan TV filmi “High School Musical”den söz ediyoruz. Şimdiye kadar iki bölüm halinde çekilen “High School Musical” filmlerinin her ikisi de başarıdan başarıya koşunca sinema salonlarının büyük ekranlarına taşınma zamanı geldi ve “High School Musical 3: Senior Year” izleyiciyle bu sonbaharda buluşacak.

Genç izleyicilerin kısaca “HSM” dediği “High School Musical 3”ün kadrosunda ilk iki filmin genç starları var. Kuzey Amerika sinemalarında 24 Ekim’de gösterime girecek filmde yakışıklı basketbolcu Troy Bolton rolünde Zac Efron’u; zeki ve akıllı Gabrielle Montac rolünde Vanessa Hudgens’i izleyeceğiz. Sadece bu ikisi değil, diğer kadronun neredeyse tamamı da 24 Ekim’de sinema salonlarındaki büyük buluşmada yer alacak.

Geçtiğimiz yıl “HSM2”nin Disney Channel’da rekor izleyci toplayan prömiyerinden sonra Disney uzmanları bu serinin artık sinema salonlarındaki box-office yarışına tam anlamıyla hazır olduğuna kanaat getirdiler. Bundan önceki iki “HSM”nin de yapımcılığını üstlenen Disney yapımcısı Bill Borden, bu kararın tamamen ticari bir karar olduğunu; herhangi bir sanatsal yönü bulunmadığını itiraf ediyor.

Disney Channel’da yayınlanan iki bölümü yöneten Kenny Ortega aslında sinema salonlarında gösterilecek üçüncü bölüme farklı bir boyut getirmek istemiş. Geçtiğimiz sezonun 3 boyutlu çekilen hit filmi “Hannah Montana and Miley Cyrus”un dans koreografilerini hazırlayan Ortega, “HSM3”ün de 3 boyutlu olmasını istediğini belirterek şunları söylüyor: “3 boyut konusunda destek bulamadım. Sonuçta filmimiz 2 boyutlu oldu ama buna rağmen genç ve gönlü genç hayranların sadakati sayesinde gişe hasılatı yarışında merdivenleri hızla tırmanacağımıza inanıyorum.”

Disney’in prodüksiyonlardan sorumlu başkanı Oren Aviv de şunları ekliyor: “Bizim en büyük avantajımız izleyicidir. Onların fanatik ve sadık olduğunu biliyoruz. Televizyon filmlerinden daha iyisini büyük ekranda görmeye ihtiyaçları var.”

Oren Aviv’in sözünü ettiği “iyiler”, HSM dünyasında birbirinden gösterişli dans figürleri, eğlenceli şarkılar, “herşeyden önce kendin ol” şeklindeki öykü çizgisi anlamına gelir. Ancak belki de hepsinden önemlisi yakışıklı başrol oyuncusu Zac Efron’dur.

Zac Efron’un diğer rol arkadaşları, “High School Musical” sayesinde elde ettikleri şöhreti başka mecralara taşıdılar. Kimisi solo müzik albümü yaptı, kimisi Disney Channel filmlerinde oynadı, kimisi de bazı küçük bütçeli bağımsız filmlerde boy gösterdi. (Lucas Graabel’i 26 Kasım’da Gus Van Sant imzalı ‘Milk’te izleyeceğiz).

Buna karşılık Zac Efron hepsinden daha iddialı bir duruş sergiledi. Geçtiğimiz sezon 119 milyon dolar hasılat toplayan hit müzikal “Hairspray”de rol alarak Hollywood’un tehlikeli sularını test etti. Efron’un elde ettiği bu başarı, onun “Senior Year”de rol almak istemeyeceği şeklinde kuşkuları beraberinde getirdi.

Yönetmen Kenny Ortega çekeceği filmde Zac Efron’u mutlaka görmek istiyor, bu dileğini de, “O bizim adamımızdır. Onun yer almadığı bir HSM3 çekmeyi istemezdim” sözleriyle dile getiriyordu.

Söylentilere göre Zac Efron oynamak için daha fazla para istiyordu. Ancak genç aktör, asıl meselenin para olmadığını ifade ederek, “High School Musical 3’ü sadece yapmış olmak için yapmak istemem. Lisenin öğrencileri okulun son yılını büyük bir patlamayla bitirmeli…” diyordu. Sonuçta 3 milyon dolara imza atan Zac Efron istediği herşeyi aldı.

Yeni filmde tam 10 tane orijinal şarkı var. Ayrıca HSM ruhunun multiplex sinema salonlarına taşınmasına yardım edecek birbirinden görkemli setler yer alacak. Ortega’nın verdiği bilgiye göre tüm bunlar yaklaşık 30 milyon dolar bütçeyle hayata geçirildi. HSM2’yi yalnızca 6 milyon dolarlık bütçeyle çektiği düşünülürse 5 katına varan bir bütçeyle hareket etme şansını buldu. Yine de 70 milyon dolar gibi bütçeyle çekilen “Dreamgirls” gibi masraflı müzikallerin yanında bu rakamın çok da fazla olmadığı bir gerçek…

HSM filmlerinde konu boyutu hiçbir zaman en güçlü nokta olmadı. Filmlerin öykü akışı genellikle sevgililerin çabuk çözümlenen tartışmaları şeklinde gelişti. Troy ile Gabriella arasındaki bu tartışmaların ardından bir zamanların ünlü dans ikilisi Judy Garland – Mickey Rooney’i bile gururlandıracak dans ve şarkılar gelir.

Büyük ekran desteğini arkasına alan “HSM 3” bu trendi devam ettireceğe benziyor. Wildcats grubunun üyelerini bu kez mezuniyet yılının en büyük bombası olarak gördükleri bahar müzikalini sahneye koymaya çalışırken izleyeceğiz. Ancak Troy ile Gabriella’nın lise sonrasında farklı farklı üniversiteler gidecek olmaları nedeniyle aşklarına gölge düşecek.

“Herşey bir yana bu filmin tonlaması daha olgun… ‘High School Musical’de çocuk olarak tanıdığımız gençlerin ergenliğe geçişine tanık oluyoruz” diyor Zac Efron…

Benzer dönüşümler ekran dışında da meydana geldi. HSM2’nin Disney Channel’da yayınlanmasından önce Zac Efron ile Vanessa Hudgens’in Hawaii plajlarında çekilen resimleri, ilk HSM’nin setinde filizlendiği iddia edilen aşkla ilgili söylentileri doğrular nitelikteydi.

Ancak o olay sadece bir başlangıçtı. Geçtiğimiz Eylül ayında Vanessa Hudgens’in çıplak resimleri internete yayılınca serinin hayranları hayal kırıklığına uğradı. Muhafazakar yapısıyla tanınan Disney’in üçüncü filmde Vanessa Hudgens’e rol vermeyeceği düşünülüyordu. Ancak böyle olmadı ve güzel oyuncu HSM3 için sözleşmeyi imzaladı. Buna rağmen yaşanan bu skandalın, “komşu kızı” kimliğiyle tanınan güzel yıldızın popülaritesini ne ölçüde zedeleyeceğini şimdiden kestirmek kolay değil… Bu arada Vanessa’nın 24 Haziran’da yayınlanan son albümü “Identified”in listelerde Top 20’ye giremediğini belirtelim.

“HSM3”ün setlerinde oyuncuların hepsinin paylaştığı ortak bir üzüntü vardı. Bu film beraber oynadıkları son film olacağı için üzgündüler. Zac Efron duygularını şu sözlerle dile getiriyordu: “Büyük ekrandaki ilk film olduğu halde bizler için final anlamına geldiğinin farkındaydık.”

Durum böyle olunca çekimlerin son gününün tam bir gözyaşı festivaline dönüşmesi sürpriz olmadı. Filmin oyuncularından Ashley Tisdale son günü şu sözlerle anımsıyor: “Kenny Ortega bu açıklamayı bize öğle yemeği sırasında yaptı. Hepimiz gözyaşlarına boğulduk. Makyaj ekiplerimiz öğleden sonraki çekimlerde bizi yeniden toparlamak için epeyce uğraşmak zorunda kaldılar.”

Öte yandan starları elinden gidecek olan Disney’ciler de milyar dolarlık bir film serisini kaybetme gerçeğiyle yüzyüze… Seriyi yenilemenin bir çaresini bulmak zorundalar… Bunu garantilemek için “HSM3”te izleyiciyi üç yeni karakterle tanıştıracaklar. Bunlar sırasıyla Jemma-McKenzie Brown’ın oynadığı İngiliz drama kraliçesi Tiara Gold; Matt Prokop’un oynadığı star atlet Jimmie ve Justin Martin’in oynadığı Donny Fox karakterleri…

Henüz herhangi bir sözleşme imzalanmadı ama yapımcı Borden, bu üçlünün önümüzdeki yıl çekilecek dördüncü filmde orijinal üçlünün yerini alacağını söylüyor. Yalnız hatırlatmakta fayda var. Çekilmesi düşünülen dördüncü film, Disney Channel için televizyon filmi formatında hayata geçirilecek.

Seriye yeni gelenlerin işi zor elbette… Artık deneyim kazanmış oyuncuların yerini doldurmak gibi zor bir görev onları bekliyor. Ancak en azından bir tanesi hayli deneyimli… Londra’daki Performans Sanatları Akademisinde okurken kadroya alınan 14 yaşındaki Jemma-McKenzie Brown, “Çok sıkı bir High School Musical hayranıyım. Tüm şarkıları biliyorum ve dansların birçoğunu yapabiliyorum” diyerek iddiasını dile getiriyor.

Peki, HSM meşalesini kaybedecek olan orijinal Wildcats üyeleri bundan sonra ne yapacak? East High’ın koridorları dışında hayatta kalabilecekler mi?

Bu sorunun yanıtını, önümüzdeki ilkbaharda “17 Again” adlı komedi filmiyle imajını yenilemeye hazırlanan Zac Efron’dan alalım: “Beni üne kavuşturan High School Musical’i bir çeşit ayakbağı gibi görmenin anlamı yok. Harekete geçmek için daima uygun bir zaman vardır. Sonuçta sonsuza kadar lise öğrencisi olamazsınız…”

Zac Efron doğru söylüyor ama Disney’cilerin de önümüzdeki yıllarda “eski öğrencilerin beşinci yıl buluşması”nı organize etmekten mutlu olacağına bahse girerim.

When in Rome Komedi

When in Rome

Türü: Komedi
Yönetmen: Mark Steven Johnson
Oyuncular: Kristen Bell, Josh Duhamel, Will Arnett, Jon Heder, Dax Shepard, Alexis Dziena, Kate Micucci, Danny DeVito, Angelica Huston
Senaryo: David Diamond, David Weissman
Yapımcılar: Gary Foster, Mark Steven Johnson, Andrew Panay
Yapım Stüdyosu: Walt Disney Pictures
Gösterim Tarihi: 2009 yazı

Aşkta sürekli hayal kırıklığına uğrayan New Yorklu bir kız (Kristen Bell), Roma’ya yaptığı bir yolculuk sırasında “aptalca” olarak nitelediği aşk çeşmesine atılmış büyülü madeni paraları çalmaya cüret edince esrarengiz bir şekilde dört talibi birden olur. Bunlar, bir sosis tüccarı (Danny DeVito), bir sokak sihirbazı (Jon Heder), taparcasına seven bir ressam (Will Arnett) ve kendini beğenmiş bir fotomodeldir. Ancak yakışıklı bir gazeteci de (Josh Duhamel) büyük bir tutkuyla peşine düşünce onun aşkının gerçek olup olmadığından nasıl emin olacaktır?

Harry Potter’ın yerini “Twilight” aldı

Warner Bros.’un 21 Kasım’da gösterime çıkartmayı planladığı “Harry Potter and the Half-Blood Prince”in gösterimini sürpriz bir kararla 2009 Temmuz’una bırakmasının ardından boşalan yeri Summit Entertainment’ın merakla beklenen vampir filmi “Twilight” dolduracak.

Stephenie Meyer imzalı dört vampir kitabı serisinin ilkinden uyarlanan “Twilight”ın 12 Aralık günü gösterime girmesi ve başrolünde Keanu Reeves’in oynadığı 20th Century Fox yapımı “The Day the Earth Stood Still” ile mücadele etmesi planlanmıştı. Warner Bros’un “Harry Potter”ı önümüzdeki yıla bırakması üzerine Summit’çiler hemen filmi 21 Kasım’a çektiler.

Summit Entertainmet CEO’su Rob Friedman konuyla ilgili yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Ortada ‘Harry Potter’ gibi dev bir film serisi olunca mümkün olduğunda uzak kalmamız gerekiyordu. Bu nedenle 3 hafta sonrasını planlamıştık. Warner’ın bu kararı, bize filmimizi 3 hafta önceye çekme fırsatını getirdi. Kitapların hayranları özellikle Comic-Con fuarında bu filme bir an önce kavuşmak istediklerini söylüyorlardı. Karşımıza çıkan böyle bir fırsatı kaçırmamamız gerektiğini hissettik.”

“Twilight” kitapları her ne kadar J.K. Howling’in “Harry Potter” serileri düzeyinde satılmasa da gözlemciler iki fantezi serisi arasında kıyaslama yapıyorlar. “Twilight” kitaplarında yetişkinlik çağının eşiğindeki gençlerin, özellikle de kadınların ağırlığı olduğu biliniyor. Aylardır internet ortamında çok fazla tartışılan “Twilight”ın film versiyonunda kamera arkası ekipleri de büyük oranda kadınlardan oluştu. Yönetmenliğini Catherine Hardwicke’in üstlendiği filmin senaryosunu Melissa Rosenberg ile Karen Rosenfelt yazdılar.

Summit Entertainment yetkililerinin verdiği bilgiye göre, 3000’den fazla salonda gösterime girecek filmin tek güçlü rakibi, gösterimi 26 Kasım’dan 21 Kasım’a çekilen Walt Disney’in yeni animasyonu “Bolt” olacak.

The Princess and the Frog Animasyon

The Princess and the Frog

Türü: Animasyon
Yönetmenler: John Musker, Ron Clements
Seslendirme: Anika Noni Rose, Keith David, Jennifer Lewis, John Goodman
Yapımcı: Peter Del Vecho
Müzik: Randy Newman
Yapım Stüdyosu: Walt Disney Animasyon Stüdyoları
Gösterim Tarihi: Noel 2009

Konusu New Orleans’ta geçen müzikal “The Princess and the Frog”, Disney’in uzun bir aradan sonra geleneksel animasyon formatına geri dönüşünü simgeliyor.

Filmin yönetmenliğini, daha önce “The Little Mermaid” ile “Aladdin” gibi iki dev animasyona imza atan Ron Clements ile John Musker üstlendi. Kurbağaların, voodoo büyülerinin ve şarkı söyleyen bir timsahla dopdolu olan, gelmiş geçmiş en güzel aşk hikayesinin anlatımına Oscar ödüllü besteci Randy Newman da besteleriyle katıldı.

Surrogates Bilimkurgu Gerilim

Surrogates

Türü: Bilimkurgu Gerilim
Yönetmen: Jonathan Mostow
Oyuncular: Bruce Willis, Radha Mitchell, Rosamund Pike, Boris Kodjoe, James Frances Ginty, Ving Rhames
Senaryo: John Brancato, Michael Ferris
Yapımcılar: David Hoberman, Todd Lieberman, Max Handelman
Yapım Stüdyosu: Walt Disney Pictures
Gösterim Tarihi: 2009 Sonbaharı

Bir üniversite öğrencisinin ölümünü soruşturan iki FBI ajanı (Bruce Willis ve Radha Mitchell), öldürülen gencin esrarengiz bir adamla bağlantısına ulaşırlar. Bu adam ileri teknoloji ürünü yapay bir ortam yaratmıştır. İsteyen herkes, kendisinin kusursuz robot versiyonlarını satın alabilmektedir. Uzaktan kumandalı kusursuz makineler şeklinde olan bu robotlar, satın alan kişinin hayatını yaşayabilmektedir. Böylece insanlara kendi evlerinin güvenliğinden ve konforundan ayrılmadan mükemmel yaşam sürebilme imkanı sağlanmıştır.

Yalnız bu cinayet, mutlaka cevaplanması gereken bir soruyu da beraberinde getirmiştir: Maskelerle dolu bir dünya kim gerçektir ve kime güvenebilirsiniz?

“Secretariat”ın yönetmenliğine Randall Wallace getirildi

Walt Disney Pictures’ın önümüzdeki yıl için hazırladığı “Secretariat”ın yönetmenliğine Randall Wallace’ın getirildiği açıklandı. Senaryosunu Mike Rich’in yazacağı filmde, 1973 yılında üç kupa birden kazanan Secretariat adlı yarış atı ile sahibesi Penny Chenery’nin gerçek yaşam öyküsü anlatılıyor.

Disney geçtiğimiz yıl Chenery’nin yaşam öyküsüyle ilgili hakları satın almıştı. Filmin yapımcılığını Mayhem Pictures ortakları Mark Ciardi ile Gordon Gray gerçekleştirecek.

Filmde öyküsü anlatılan Penny Chenery, atlar hakkında çok az bilgisi olan bir anneydi. Kötürüm babasının ölümünden sonra Virginia’daki at çiftliğinin yönetimini üstlenmek zorunda kaldı. Secretariat isimli atın geleceğin şampiyonu olarak ortaya çıkışına kadar Chenery maddi açıdan son derece zor durumdaydı. Milyonlarca dolarlık miras borçları yüzünden neredeyse çiftliği satacak noktaya gelmişti.

Secretariat’ın gücüne inanan Penny Chenery hem çiftliği hem de atı kurtardı. Secretariat da üzerine düşeni yaparak, sırasıyla Kentucky Derbisi, Preakness ve Belmont Yarışları olmak üzere üç önemli yarışı ardarda kazanarak üç kupa birden getirdi. Böylece Chenery yarış dünyasının ilk first lady’si ünvanını elde etti.

Disney yetkilileri filmin prodüksiyonuna önümüzdeki yılın ilk günlerinde başlamayı planlıyorlar.

Race to Witch Mountain Aksiyon, Macera

Race to Witch Mountain

Türü: Aksiyon, Macera
Yönetmen: Andy Fickman
Oyuncular: Dwayne Johnson, AnnaSophia Robb, Carla Gugino, Ciaran Hinds
Senaryo: Andy Fickman, Mark Bomback, Lloyd Taylor, Matt Lopez
Yapımcı: Andrew Gunn
Yapım Stüdyosu: Walt Disney Pictures
Gösterim Tarihi: 13 Mart 2009

Las Vegas’lı şanssız taksi sürücüsü Jack Bruno’nun (Dwayne Johnson), arabasına aldığı Sara (AnnaSophia Robb) ve Seth (Alexander Ludwig) adlı iki “kaçak” genç yüzünden hayatının bir anda kaosa dönüşmesini konu alan heyecan yüklü bir aksiyon-macera çalışması…

Gençleri arabasına alan Jack Bruno, ikisinin de sıradışı paranormal güçlere sahip olduğunu fark eder. Peşlerinde acımasız katillerin olduğunu öğrenince onları korumak zorundadır.

Old Dogs Komedi

Old Dogs

Türü: Komedi
Yönetmen: Walt Becker
Oyuncular: John Travolta, Robin Williams, Kelly Preston, Seth Green, Ella Bleu Travolta, Lori Loughlin, Matt Dillon
Senaryo David Diamond, David Weissman
Yapımcılar: Andrew Panay, Robert Levy, Peter Abrams
Yapım Stüdyosu: Walt Disney Pictures
Gösterim Tarihi: 10 Nisan 2009

İki samimi arkadaş… Birisi, aşktan yana şansı olmayan boşanmış bir erkek (Robin Williams), diğeri gezmeyi eğlenmeyi seven bir bekar (John Travolta)… Tam hayatlarının en büyük iş anlaşmasının eşiğindeyken altı yaşındaki ikizlerin bakımını üstlenmek zorunda kalınca ikisinin de hayatı altüst olur.

Çocuklara pek de alışkın olmayan iki erkek, ikizlere en iyi şekilde bakmak için acemice de olsa çaba gösterirken tam bir bozguna uğrarlar. Bu maceranın sonunda belki de hayatta neyin gerçekten önemli olduğunu keşfedeceklerdir.

Notlar:

Yönetmen Walt Becker ile John Travolta bu orijinal komedi için ikinci kez işbirliği yaptılar. İkili daha önce 2007’nin hit filmi “Wild Hogs”ta beraber çalışmışlardı.

Filmin bir başka özelliği de, John Travolta ile karısı Kelly Preston’ın 1987’de beraber oynadıkları ve sette tanışıp evlendikleri “The Experts”ten beri birlikte kamera karşısına geçtikleri ilk film olması… Filmde ayrıca John Travolta – Kelly Preston çiftinin küçük kızları Ella Bleu Travolta da ikizlerden birisini oynadığı için “Old Dogs” tam bir aile filmine dönüştü.

Morning Light Belgesel

Morning Light

Türü: Belgesel
Yönetmen: Mark Monroe
Tim: Chris Banning, Graham Brant-Zawadzki, Chris Clark, Charlie Enright
Senaryo: Mark Monroe
Yapımcı: Morgan Sackett
Yapım Stüdyosu: Walt Disney Pictures
Gösterim Tarihi: 17 Ekim 2008

Onbeş genç denizci… Altı aylık yoğun eğitim süreci… Ödül kazanmak için tek bir şans…

Bu gerçek yaşam belgeselinde ergenlik çağındaki beş cesur genç erkek ve kızın hayatlarının ilk büyük macerasına atılmasının gerçek öyküsü anlatılır. Açık okyanuslarda düzenlenen ve yüksek performans gerektiren TRANSPAC adlı yarışmaya katılan “Morning Light” adlı tek direkli yelkenli geminin mürettebatı, deneyimli profesyonellere karşı mücadele edecekleri 2300 millik müthiş bir mücadeleye girerler.

Hawaii’de dünyaca ünlü öğretmenlerden aldıkları ilk eğitim seanslarından açık denizlerdeki cesaret sınavına kadar her aşamada bu 15 genç insan, ekip ruhunun tek tek üyelerden daha önemli olduğunu öğrenirlerken kendi aralarında kırılması imkansız bir bağlılık oluştururlar.

Yönetmenliğini ve kurgusunu 2004 yapımı sörf belgeseli “Riding Giants” ile adını duyuran ve son dönemde “Amazing Journey: The Story of Who” adlı rock belgeseline imza atan Mark Monroe – Paul Crowder ikilisinin yaptığı “Morning Light”, her kesimden izleyiciye olağanüstü macera duygusu yaşatacak bir belgesel çalışma…

Notlar:

Yarış timinde çeşitli üniversitelerden öğrenciler yer aldı. Hepsi 23 yaşın altında olan ekip üyeleri arasında bir Harvard mezunu, Amerikan Deniz Akademisinde görev yapan bir antrenör ve Ticari Deniz Akademisinin bir üyesi vardı.

Roy E. Disney, Transpac’ta 16 kez yarıştı. En iyi finiş derecesini 1999 yılında elde ederek birinci oldu. En kötü derecesi ise, 1977’de çok zorlu geçen 17 günlük yolculuğun sonunda aldığı 27.lik oldu.

High School Musical 3: Senior Year

High School Musical 3: Senior Year

Türü: Müzikal
Yönetmen: Kenny Ortega
Oyuncular: Zac Efron, Vanessa Hudgens, Ashley Tisdale, Lucas Grabeel, Corbin Bleu, Monique Coleman, Bart Johnson, Alyson Reed, Olesya Rulin, Justin Martin
Senaryo: Peter Barsocchini
Yapımcılar: Bill Borden, Barry Rosenbush
Yapım Stüdyosu: Walt Disney Pictures
Gösterim Tarihi: 24 Ekim 2008

Disney’in “High School Musical” efsanesi, Amerika’nın en favori lise öğrencilerinin (Zac Efron, Vanessa Hudgens, Ashley Tisdale, Lucas Grabeel, Corbin Bleu, Monique Coleman) okulda mezuniyet yılına ulaştığı “High School Musical 3: Senior Year” ile büyük ekranlara taşınıyor.

Serinin yeni bölümünde lise son sınıf öğrencisi olan Troy (Zac Efron) ile Gabriella (Vanessa Hudgens), üniversiteyi farklı yerlerde okuyacakları için birbirlerinden ayrılacak olmaları gerçeği ile yüzyüze kalırlar. Geri kalan kadroyu Wildcats dans grubunun tamamladığı filmde, kendi deneyimlerini, gelecek umutları ve endişelerini yansıtan seçkin bir müzikal sahneye koyarlar.

Büyük ekranın maksimum avantajından yararlanmak üzere tasarlanmış birbirinden heyecan verici dans figürleri ve yepyeni müziklerle donatılmış olan bu film, East High’ın yetenekli dansçılarından enerji yüklü eğlence vaad ediyor.

Notlar:

“High School Musical 3: Senior Year”ın kadrosunu oluşturmak için ABD, Kanada ve İngiltere’de 1000’den fazla genç oyuncu adayının katıldığı uluslar arası düzeyde bir oyuncu arama kampanyası düzenlendi. Matt Prokop, Justin Martin ve Jemma McKenzie-Brown’dan oluşan yeni Wildcat’ler bu arama sonucunda bulundu.

Orijinal “High School Musical”, Disney Channel’da 2006 yılı Ocak ayında başladı. İlk günden itibaren bir Disney Channel yapımı orijinal film için en yüksek ratinglere ulaştı. Kısa sürede uluslar arası düzeyde de hit oldu. 100 ülkede 20 farklı dilde gösterilerek 250 milyondan fazla izleyiciye ulaştı.

İki tane Emmy Ödülü, bir DGA ödülü, bir Imagen ödülü ve bir de Amerikan Yönetmenler Birliği ödülünün yanısıra çok sayıda ödül kazandı. Billboard dergisinden bir müzik ödülü (Yılın Soundtrack’i) aldı ve Amerikan Müzik Ödülleri’ne aday gösterildi.

Bir önceki film olan “High School Musical 2”, 17 Ağustos 2007 tarihinde televizyonda gösterildiğinde 18.6 milyon seyirci tarafından izlenerek TV listelerinde 1 numara oldu. Bugüne kadar 24 farklı dilde 187 milyon kişi tarafından izlendi.

Hannah Montana: The Movie

Hannah Montana: The Movie

Yönetmen: Peter Chelsom
Oyuncular: Miley Cyrus, Emily Osment, Jason Earles, Mitchel Musso, Moises Arias, Melora Hardin, Margo Martindale, Barry Botswick, Vanessa Williams
Senaryo: Dan Berendsen
Yapımcılar: Miles Millar, Alfred Gough
Yapım Stüdyosu: Walt Disney Pictures
Gösterim Tarihi: 1 Mayıs 2009

Yönetmen Peter Chelsom, Disney Channel’ın fenomen haline gelen dizisi “Hannah Montana”yı büyük ekranda sinemaseverlerle buluşturacak.

Miley Stewart (Miley Cyrus), herkesten gizlediği pop starı kimliği ile okulu ve arkadaşları arasında bocalamaktadır. Hannah Montana’nın günden güne büyüyen popülaritesinin, biricik kızının hayatını mahvedecek noktaya geldiğini gören babası bu gidişata müdahale etmeye karar verir. Miley de işi oluruna bırakınca ikisi birlikte Crowley Corners’ta küçüklüğünün geçtiği eve taşınırlar. Bundan sonrasında Hannah Montana’nın bile hayal edemeyeceği kadar çok eğlence, kahkaha ve romantizmle dolu maceralı günler başlayacaktır.

Notlar:

Disney Channel’ın hit televizyon dizisi “Hannah Montana”, bugüne kadar dünya çapında 164 milyondan fazla izleyiciye ulaştı. ABD kablolu televizyonlarını izleyen 6-14 yaş grubu çocukların seçimiyle üstüste iki yıl birinciliği kazandı.

Disney’in reytinglerde 1 numara dizisinin soundtrack albümü ile Miley Cryus’un piyasaya çıkarttığı ilk albümünün satış rakamı 8 milyon CD’nin üzerine çıktı.

“Hannah Montana & Miley Cyrus: Best of Both Worlds” adını taşıyan 70 günlük konser turnesinin her gününde biletler tamamen satıldı ve 2007 yılının en büyük hasılat toplayan konser turneleri arasında yer aldı.

Walt Disney Pictures’ın 3 boyutlu olarak gösterime çıkardığı “Hannah Montana & Miley Cyrus: Best of Both Worlds Concert” adını taşıyan film, açılış haftasında 30 milyon dolardan fazla hasılat topladı. ABD’de Süper Kupa haftasında gösterime girmiş filmler arasında bugüne kadarki en yüksek hasılat rakamına ulaştı.

Miley Cyrus’un en yeni albümü Temmuz ayında Hollywood Records tarafından yayınlandı.

Bolt Filmi - Animasyon, Komedi-Macera

Bolt

Türü: Animasyon, Komedi-Macera
Yönetmenler: Chris Williams, Byron Howard
Seslendirme: John Travolta, Miley Cyrus, Susie Essman, Mark Walton
Yapımcı: Clark Spencer
Yapım Stüdyosu: Walt Disney Pictures
Gösterim Tarihi: 26 Kasım 2008


Ekranların süper yetenekli köpeği BOLT’un (John Travolta seslendirdi) hayatının her günü maceralar, tehlikeler ve ilginçliklerle doludur. Tabii ki kameralar duruncaya kadar…

Ancak televizyon ekranlarının star köpeği kazayla Hollywood stüdyolarından New York’a nakledilince gerçek dünyayla tanışır ve o andan itibaren hayatının en büyük macerası başlar. BOLT’un tek isteği, sahibine ve rol-arkadaşı Penny’e (Miley Cyrus seslendirdi) bir an önce dönebilmektir.

Gerçek dünyada ne yapacağını bilemeden ortalıkta kalan BOLT’a New York sokaklarında rastladığı iki arkadaş yardım edecektir. Bunlardan birisi sokağa atılmış ev kedisi Mittens, diğeri ise, Rhino adlı televizyon seyretme manyağı bir hamsterdir. BOLT bu ikisinin yardımları sayesinde kahraman olmak için mutlaka süper güçlere sahip olmak gerekmediğini keşfedecektir.

Notlar:

Chris Williams ile Byron Howard, Disney’in 36. animasyon filmi “Mulan”da çalışmışlardı. O filmde Williams öykü ekibinde yer alırken Howard da animatör olarak görev yapmıştı.

Bu film, genç şarkıcı Miley Cyrus’un ilk animasyon karakteri seslendirmesi…

Evinize bir evcil hayvan getirmeden önce onları nasıl besleyeceğinizi bilmeli; evinize alacağınız hayvanın ya iyi bir sığınaktan veya bir kurtarma programından gelmesi gerektiğini unutmamalısınız.

Bedtime Stories Filmi Bilgileri

Bedtime Stories

Türü: Komedi / Macera
Yönetmen: Adam Shankman
Oyuncular: Adam Sandler, Guy Pearce, Keri Russell, Richard Griffiths, Courteney Cox, Lucy Lawless, Teresa Palmer, Russell Brand, Aisha Tyler, Jonathan Pryce
Senaryo Matt Lopez, Tim Herlihy
Yapımcılar: Adam Sandler, Jack Giarraputo, Andrew Gunn
Yapım Stüdyosu: Walt Disney Pictures
Gösterim Tarihi: 25 Aralık 2008


Küçük yeğenlerine anlattığı başucu hikayelerinin ansızın gerçeğe dönüşmesiyle hayatı bir anda değişen Skeeter Bronson adlı bir otel işçisinin başına gelenleri anlatan komedi / macera filminin başrolünde Adam Sandler oynuyor.

Skeeter Bronson her akşam küçük yeğenlerine başucu hikayeleri anlatırken aralarına kendi beklentilerini de katarak kendince avantajlar sağlamaya çalışır. Ancak küçük çocukların beklenmedik katkılarıyla Skeeter’in hayatı bir anda altüst olacaktır.

“Hairspray” ve “The Wedding Planner”ın yönetmeni Adam Shankman’in imzasını attığı “Bedtime Stories”in başrollerinde Adam Sandler, Guy Pearce, Keri Russell, Courteney Cox ve Russell Brand gibi yıldız isimlerin yer aldığı bir kadro var.

Notlar:

Adam Sandler bugüne kadar 26 filmin başrolünde oynadı ve yapımcılığına katıldı. Bu filmlerin sadece ABD hasılatı 2 milyar doları geçti.

Yönetmen Adam Shankman’ın bugütne kadar imzasını attığı filmler arasında “Hairspray”, “Cheaper by the Dozen 2”, “The Pacifier”, “Bringing Down the House” ve “The Wedding Planner” gibi komedi ve müzikaller yer alıyor.

A Christmas Carol Filmi Bilgileri

A Christmas Carol

Yönetmen: Robert Zemeckis
Oyuncular: Jim Carrey, Gary Oldman, Colin Firth, Bob Hoskins, Robin Wright Penn, Cary Elwes, Fionnula Flanagan
Senaryo: Roberz Zemeckis (Charles Dickenss’ın klasik romanından)
Yapımcılar: Steve Starkey, Robert Zemeckis, Jack Rapke
Yapım Stüdyosu: Walt Disney Pictures
Gösterim Tarihi: 6 Kasım 2009

Oscar ödüllü yönetmen Robert Zemeckis’ten, Charles Dickens’ın klasik romanının fantastik özünü yakalayan, performans-yakalama tekniğine dayalı 3 boyutlu sinema olayı…

Ebenezer Scrooge’nin (Jim Carrey) Noel tatili her zamanki gibi mutsuz edici aşağılama girişimleriyle başlamıştır. Kendisine sadık çalışanına (Gary Oldman) ve sevimli yeğenine (Colin Firth) bağırıp çağırarak aşağılar. Ancak Noel’in dünü, bugünü ve yarınının hayaletlerinin onu alıp fantastik bir yolculuğa çıkartmasıyla herşey değişir. Yaşlı Scrooge bu yolculukta yüzleşmekten korktuğu gerçeklerle tanışacak, çok geç olmadan yüreğini insanlara açması, hastalıklı tavırlarla üzdüğü insanların gönlünü alması gerektiğini öğrenecektir.

Notlar:

Filmdeki birçok rol arkadaşı gibi Jim Carrey de birkaç rolde birden oynadı. Bunlar arasında yaşlı Ebenezer Scrooge, Noel’in geçmişi, bugünü ve yarınının hayaletleri vardı.

Charles Dickens’ın ilk kez 19 Aralık 1843’te yayınlanan aynı adlı kitabı, piyasaya çıktığı anda büyük başarı elde ederek çok sevilmişti.

Performans yakalama teknolojisi, insanların oynadığı “live-action” film yapımının digital ortamdaki bir uzantısıdır. Filmde yer alan her aktör, yüksek teknoloji ürünü kask kameralarla donatılır. Bunların hepsi, bilgisayarlar tarafından “okunacak” şekilde tasarlanmıştır.

Ziyaretçiler - The Strangers

ZİYARETÇİLER - THE STRANGERS

Senaryo ve Yönetmen: Bryan Bertino
Oyuncular: Liv Tyler, Scott Speedman
Müzik: Tomandandy
Kurgu: Kevin Greutert
Prodüksiyon Tasarımı: John D. Kretschmer
Görüntü Yönetmeni: Peter Sova
Yapımcı: Doug Dsvison, Joe Drake, Sonny Mallhi, Trevor Macy, Marc D. Evans
Dağıtımcı: UIP
Gösterim Tarihi: 08 Ağustos 2008

SİNOPSİS

Pencereleri kapattınız, kapıyı kilitlediniz… Gerçekten güvende misiniz?

Hoyt ailesinin 1801 Clark Road’da bulunan yazlık evinde 11 Şubat 2005 tarihinde neler yaşandığı hala meçhul.

Şampanya... Gül yaprakları... Mum ışığı... Kristen McKay (Liv Tyler of The Lord of the Rings trilogy, Reign Over Me) ve James Hoyt (Scott Speedman of Anamorph, Underworld: Evolution) için o gece James’in ailesinin gözlerden uzak yazlık evinde bir kutlama gecesi olacaktı. Bir dostlarının düğününden eve dönen mutlu çiftin planları hiç de bekledikleri gibi gelişmedi. Sabahın dördünde kapı çalındı ve rahatsız edici bir ses sordu:

Tamara orada mı?

Tyler ve Speedman ikilisi senaryo yazarı ve yönetmen Bryan Bertino ile The Strangers ile en evrensel korkularımızı keşfe çıkıyorlar.

Maskeli yabancılar tarafından kuşatılan ve kaçabilecekleri çıkışlar dehşet veren terör alanlarına dönüşen bir çiftin gerilim dolu hikayesi.

Bu yüzleşme Kristen ve James’i kurtulabilmek için yapabileceklerinden çok daha fazlasını yapmaya zorlar.

Yapım Hakkında

İlk yönetmenlik ve senaryo yazarlığı deneyimi olan Bryan Bertino uzun süredir karmaşık karakterler ve onların hikayeleri üzerinde çalışıyor.

İzleyicisiyle daha iyi iletişim kurabilmek için umut ve korkunun karışımı bir tür üzerinde çalıştı.
Yönetmen 1970’li yılların gerilim filmlerinden esinlendi.

Başarılı gerilim filmlerinin çoğunda olduğu gibi The Strangers’da da hikayenin bazı parçaları yaşanmış olaylara dayanıyor.

Bertino çocukluğunda yaşadığı bir olaydan esinlendi. “Çocukken etrafı tenha olan bir evde yaşıyordum. Bir gece ailem dışarıdayken, birisi ön kapıyı çaldı ve küçük kız kardeşim baktı. Kapıda o muhitte yaşamayan birileri vardı. Daha sonra öğrendiğimize göre o insanlar evde kimsenin olmadığı evleri soyuyorlarmış. The Strangers’da tersi oluyor, ön kapıyı çalan kişileri evde birilerinin olup olmadığı ilgilendirmiyor.

Filmde bir çok gerilim filminde görmediğimiz bir unsur var: Kristen ve James’in ilişkisi, filmde önemsediğimiz iki kişi var.

Filmde cast oluşturulurken kadın başrol oyuncusunun gerilim türünde yeni olması istendi.
“Şimdiye kadar hiç bir aktörle bu kadar yakın çalışmadım, hemen her sahnemiz birlikteydi. Scott cömert ve verici olduğu için senaryonun gerektirdiği samimiyeti ifade edebildik.”

Ziyaretçileri seçerken bu üçlüyü bulabilmek için özel bir seçme yapıldı. İfadesiz maskeli suratlarıyla izleyiciye dehşeti yaşatabilmeliydiler.

Kapıyı ilk çalacak olan ziyaretçi için Bertino bebek yüzlü bir oyuncu aradı. Bu karakterin karanlık yönünün yanı sıra güzel ve sıcak olmasını istiyordu.

Role uygun bulunan Gemma Ward aynı zamanda bir model.

Erkek ziyaretçinin ürkütücü ama korku filmlerindeki ikonlaşmış maskeli karakterlerden farklı olmasını istedikleri için Kip Weeks onlar için doğru seçim oldu.

Betty Boop benzeri bir maske takan üçüncü ziyaretçi üçlü içindeki en uysal karakterdir. ABC dizisi Dirty Sexy Money’nin oyuncularından Laura Margolis bu role uygun görüldü.

Senaryoda evin konumu hakkında bilgi verilmemekte. Sebebi izleyiciye “bu sizin de başınıza gelebilir” hissini yaratabilmek.

Seti oluşturmak 8 hafta sürdü.

Hemen herkesin büyüdüğü, hatıralarla dolu güvenli bir ev olması hikayeyi daha da korkutucu bir hale getiriyor. En rahat hissettiğiniz yerde bile bu dehşetin yaşanabileceği düşüncesi izleyiciye verilmek isteniyor.

Çekimler 3 ay sürdü.

Star Wars:: Klon Savaşları Karakterleri

STAR WARS: KLON SAVAŞLARI

KARAKTER TASVİRLERİ

Anakin Skywalker

Her ne kadar atılgan ve asi mizacı bir gün onu karanlık bir yola sürükleyecekse de, serüveninin bu noktasında, Anakin Skywalker idealist bir Jedi Savaşçısı, Galaktik Cumhuriyet’in bir önderi ve kahramanıdır. Kibirlik sınırındaki özgüveninden ötürü, cüretkar ve saldırgandır ama olgunlaştıkça bazen strateji ve ölçülülüğün kılıç çekmekten daha etkili olduğunu öğrenmiştir. Buna rağmen, Anakin’in ani tepkileri yüzünden, Yoda Usta, sivriliklerini törpüleme umuduyla onu yeni bir çırakla eşleştirir.

Anakin öğretmen rolüne soyunurken, nihayet Usta-Çırak (Padawan) ilişkisinin diğer yüzünü görür ve kendisinin eski ustası Obi-Wan Kenobi için yaratmış olduğu sorunları kavrar. Dik kafalı bir öğrenci olarak edindiği deneyimlerden yararlanan Anakin kendi çırağına iyi bir örnek olmakta kararlıdır; ama sıkıntılı durumlarda, yine de yiğitliğe ve içgüdülerine güvenir.

Obi-Wan Kenobi

Işın kılıcıyla ölümcül bir sanat savaşı uzmanı olsa da, Jedi Ustası Obi-Wan Kenobi barışçıl ruhludur. Şiddetin ve Klon Savaşları’nın yıkımının ortasında bile empati ruhuyla hareket eder. Çoğu zaman savaşmanın alternatiflerinin olduğunu bilir ve sadece Galaktik Cumhuriyeti’nin değer ve ideallerini savunmak için silahına sarılır.

Fevri eski öğrencisi Anakin’inle taban tabana zıt olan Obi-Wan en tehlikeli durumlarda bile sakin ve makul olup mantığa, disipline ve zekasına başvurur. Oysa Anakin’in bu durumlarda tercihi şiddettir. Anakin’in kısa süre önce Jedi Savaşçılığına yükseldiğini gören Obi-Wan şimdi bir zamanlar öğrencisi olan dostunun kendi dik kafalı öğrencisi Ahsoka Tano’yla cebelleşmesini izlemekten sonsuz zevk alır.

Ahsoka Tano

Henüz küçük bir bebekken Jedi Ustası Plo Koon tarafından bulunup Jedi Tapınağı’nda yetiştirilen Ahsoka, Jedi öğretilerinin çalışkan bir öğrencisidir ve kendini ustası Anakin Skywalker’a kanıtlamak istemektedir. Dik kafalı ve hevesli olduğu kadar masumiyet ve iyimserlik dolu bir kız da olan Ahsoka, gençlik coşkusunu ifade etmekte nadiren tereddüt eder… Ama diplomasi ve zamanlamanın inceliklerini öğrenmesi gerekecektir. Harika bir kılıç dövüşçüsü, gelişmekte olan bir taktisyen ve eleştirel düşüncede parlak bir zekaya sahiptir ama hâlâ gençtir ve henüz geleneksel mezuniyet yaşına ulaşmamıştır. Öte yandan, galakside gitgide artan çatışmalar yüzünden Jedi savaşçı gücü yetersiz kalmaktadır. Bu yüzden, Ahsoka yetenekleri sayesinde erken bir terfi alır.

Anakin’in atılganlığı ile Obi-Wan’ın sükuneti ve mantığı arasında bir yerde duran Ahsoka ön cephelere barışçıl zekasını yansıtır ve doğru zamanda yaptığı esprilerle, içgörüsel manevralarıyla savaşın yükünü hafifletmeyi bilir. Aldığı disiplinli eğitimin sonucu olarak, Ahsoka çoğu durumda kitaba ustasından daha çok uysa da, zaman zaman doğru dozda doğaçlama ve cesaret gösterisinin yerini hiçbir şeyin tutamayacağını çabucak öğrenir. Deneyimsizliğine rağmen emirleri sorgulamakta ve kendi görüşünü belirtmekte nadiren tereddüt etmesi Anakin için büyük bir utanç kaynağıdır.

Klon Birlikleri

Dış Dünya su gezegeni Kamino’da büyüyen ve eğitim alan bir klon askeri şaşmaz bir sadakatle Cumhuriyet’e hizmet etmek için vardır. Bu askerler acımasızlığı ve ölümcül yetenekleri yüzünden tüm galakside korku uyandıran kelle avcısı Jango Fett’in genetik şablonundan yaratılmıştırlar. Ortak genlere ve ortak bir misyona sahip olmalarına rağmen, klonlar hiçbir şekilde beyinsiz savaşçılar ya da Fett’in kopyaları değildirler. Her asker kendi eşsiz kişiliğinden büyük gurur duyar ve çoğu zaman bireyselliğini ortaya koymanın yollarını bulmak için çok şeyi göze alır. Kendilerine isim koymak, diğerlerinden ayrılmak için farklı saç stilleri ve dövmeler yaptırmak klonlar arasında yaygındır. Yoğun eğitim programları klonları galakside süregiden çatışmadaki rollerini sorgulamamaya şartlarken, kimi zaman şüphe ve pişmanlık gibi insani duyguların yükünü omuzlarında hissederler.

Asajj Ventress

Esnek ve ölümcül Asajj Ventress kötü kalpli Kont Dooku’nun güvenilir suikastçisidir. Kont, Klon Savaşları boyunca hile ağlarını örerken, Asajj gölgeler arkasından ona yardım eder. Resmi olarak bir Sith öğrencisi olmasa da, karanlık güçler konusunda iyi eğitim almıştır ve ikiz ışın kılıçlarını bir cerrah hassasiyetiyle ve öldürücü bir güçle kullanabilmektedir. Üstelik, sahip olduğu yılan kıvraklığı ve şeytani kurnazlığı onu en deneyimli Jedi Savaşçıları için bile ölümcül bir düşman yapmaktadır.

Tüm yaşamı boyunca maruz kaldığı zulüm, kötü yüreğinden tüm şefkat duygusunu silip atmıştır. Kendi kanlı dünyasının kötülüğüyle kavrulduğu için çok derinlerine işlemiş öfke ve gizlenemez kızgınlığı Asajj’ı karanlık yolda tutmakta ve karanlık güçlerini beslemektedir.

George Lucas Son STAR WARS Macerasını Değerlendiriyor

STAR WARS: KLON SAVAŞLARI

Galaksiyi Keşfetmek

Clone Wars Yönetmeni Dave Filoni ve Yönetici Yapımcı George Lucas Son STAR WARS Macerasını Değerlendiriyorlar

15 Ağustos’ta, Lucasfilm Ltd. ve Warner Bros. Pictures animasyon türünde ilk Star Wars filmi olan “Star Wars: Klon Savaşları”nı sunacaklar. Bu geniş kapsamlı uzay macerası galaksiyi değiştiren Klon Savaşları’nı, “Star Wars: Episode II Attack of the Clones” ile “Star Wars: Episode III Revenge of the Sith” arasında kalan yoğun savaş ve büyük maceralar dönemini işliyor. Bu röportajda, Star Wars’un yaratıcısı George Lucas ve “Klon Savaşları”un yönetmeni Dave Filoni, Lucasfilm Animation’ın çığır açan bu yeni filmini değerlendiriyorlar.

SORU : Animasyon türünde bir Star Wars filmi yapma fikri nasıl ortaya çıktı?

GEORGE LUCAS: Klon Savaşları’nın ilginç yanı, Skywalker destanını anlatan altı Star Wars filminin normal seyri içinde, o dönem boyunca olan tüm hikayenin anlatılmamış, atlanmış olması. “Episode II”nun başında, “Episode III”nin de sonunda biraz söz ediliyor. Ama elbette bir savaş sırasında çok ama çok sayıda hikaye, heyecan verici aksiyon, dram, üzüntü ve hatta mizah vardır. “Klon Savaşları”un animasyon versiyonunu yapma düşüncesi ilgimi çekti çünkü bize gerçekten de başka hikayeleri anlatma, diğer Jedi’ları gösterme, yeni karakterler yaratma ve hatta bizzat klonlar hakkında hikayeler anlatma olanağı sağlayacaktı. Bazılarının çok ilginç hikayeleri var. Bu sayede Star Wars tablosunu daha geniş bir tuvale taşıma olanağı bulduk.

DAVE FILONI: Beni her zaman en çok şaşırtan şeylerden biri, çok küçük gözüken bir zaman diliminde ne kadar çok hikaye anlatılabildiği olmuştur. “Episode II” ile “Episode III” arasında sadece üç yıl var. Buna rağmen bir sürü hikaye anlatabiliyor, yeni karakterlerle tanışabiliyor ve yeni yerlere, hayal bile edemeyeceğim yerlere gidebiliyoruz.

Animasyon türü Star Wars destanına ne getirdi?

GEORGE LUCAS: Daha en başından, daha önce hiç görülmemiş bir şekliyle BY animasyon kullanmak istiyorduk. Çok yeni ve farklı bir şey yaptığımızı düşünüyoruz. Stil anlamında, BY animasyon filmleri canlı aksiyondan oldukça farklı. Animasyon başarabileceğiniz şeyler için çok daha fazla olanak tanıyor. Animasyon bir bakıma çizim defteri gibi.

DAVE FILONI: Bir sahneyi yaparken sonsuz esneklik var. Orijinal aksesuarlar için samanlıkta iğne aramak ya da tekrar çekimler için oyuncuları çağırmak zorunda değilsiniz. Animasyon sayesinde, kurguda bir sahneye baktığımızda, ertesi gün o sahneye geri dönüp tamamen farklı bir şekilde yeniden yapabiliyoruz. Canlı aksiyonda bunu yapmak imkansız olurdu. Tüm setlerimiz, tüm oyuncularımız her zaman emrimize amade. Her şeyi görmek istediğimiz şekilde yapabiliriz. Bu gerçekten heyecan verici bir şey.

Bize son Star Wars kadın kahramanı Ahsoka hakkında neler söyleyebilirsiniz?

GEORGE LUCAS: Anakin ve Obi-Wan’ın harika bir ilişkileri var, ama aralarındaki dinamiği daha önce gördük.

DAVE FILONI: Atılganlık açısından Anakin ile Obi-Wan arasında bir karakter olması gerektiğini her zaman düşündük. Anakin her yere balıklama dalıyor, Obi-Wan ise harekete geçmeden önce düşünmek istiyor. Ahsoka, Anakin’in atılganlığını takdir ediyor ama Obi-Wan’ın sabrına ve mantığına hayran. Her ikisinden de öğreneceği çok şey varsa da, güçlü ve kendi ayakları üzerinde durabilen bir şahsiyet olması açısından, içine düştükleri durumlardaki yaklaşımlarıyla bazen Anakin’i şaşırtıyor. Ahsoka görünümü, kişiliği ve tavrıyla Anakin’e harika bir tezat oluşturuyor. Onu bir bakıma çıldırtıyor ama yine de, filmde de göreceğiniz gibi, Anakin ona çok bağlanıyor.

GEORGE LUCAS: Star Wars filmlerinde, bir kişinin müthiş bir yolculuğa çıkması ve Jedi olmayı öğrenmesi geleneği vardır; Luke, Asiler İttifak’ına katılan bir çiftlik çocuğuydu; Anakin, Tatooine’de küçük bir çocuktu. “Klon Savaşları”da, Anakin artık bir Padawan (çırak) değil, bir Jedi. Dolayısıyla Ahsoka eğitim alan genç rolüne soyunuyor ve “öğrenci”nin hikayeye kattığı dinamiği getiriyor. Onun hakkında sayısız düşünce arasında gidip geldik: İnsan mı olmalıydı uzaylı mı, erkek mi olmalıydı kadın mı? Hikayede bir kız olmasının daha eğlenceli olacağını düşündük.

“Klon Savaşları” size Skywalker destanı dışında kalan karakterleri irdelemek için büyük bir fırsat sunuyor. Favorilerinizden bazıları kimler?

GEORGE LUCAS: “A New Hope”un kantin sahnesindeki mavi uzaylı Duro’lar hep hoşuma gitmiştir. Bunlar Neimoidian ailesinden geliyor ama Neimoidian’lar daha yeşil ve kırışıklar.

DAVE FILONI: Benim favorim ise Jedi Konseyi. Çok az gördüğümüz ama kendi dönemlerinde efsane olan bu karakterleri irdeleme fırsatına bayılıyorum. Kit Fisto, Ki-Adi-Mundi, Luminara, Plo Koon...

GEORGE LUCAS: Dave’e kalsaydı, Plo Koon her sahnede olacaktı! Dave’in bu kadar önemsediği karakterlerin artık sadece savaşlarda ya da kısa sahnelerde ya da arka planda bir yerlerde gözüken karakterler olmaktan çıkmaları harika.

DAVE FILONI: Gerçekten önemli olan da bu. Bu karakterleri, onların başına gelenleri, filmdeki gelişimlerini önemsiyorum; bu filmde göstermekten büyük heyecan duyduğumuz bir macera.


“Klon Savaşları”nın görünümünü nasıl tanımlarsınız?

GEORGE LUCAS: “Klon Savaşları”nda, tüm karakterler ve ortamlar sanki resmedilmişler gibi duruyorlar ki zaten filme kendine özgü görünümünü veren de bu. Çok dramatik ışıklandırma ve son derece hırçın kareler yaratma anlayışındaki sinema stilimize animasyon ve derinlik etkileri de kattık.

DAVE FILONI: Filmlerinin sanat yönetimine bakarsanız, Star Wars’un zaten son derece zekice tasarlanmış olduğunu görürsünüz. O bütünlüğü korumak önemliydi ama izleyicilere daha önce görmedikleri bir şey de vermek zorundaydık. Bu film görünüm olarak daha stilize. Foto-gerçekçiliği ön planda tutmuyor; daha çok kendi görsel gerçekçiliğini önde tutuyor; bir ressamın farklı görünümler yaratmak için farklı teknikler kullanması gibi. Biz stilize gerçekliği yakalamak için BYG kullanıyoruz.

GEORGE LUCAS: Bence biraz sıradışı, sinematik stile sahip bir hikaye anlatımı yarattık; animasyondaki herhangi bir şeyden tamamen farklı.

Star Wars Beyaz Perdeye Geri Dönüyor

STAR WARS: KLON SAVAŞLARI

Star Wars Daha Önce Hiç Olmadığı Bir Şekilde Beyaz Perdeye Geri Dönüyor...

Tamamen Yeni, Animasyonu CGI ile Yapılan Bir Sinema Filmi Olan“Star Wars: Klon Savaşları“ 15 Ağustos’ta Gösterime Giriyor

2005 yılında, “Star Wars: Episode III Revenge of the Sith” sinemadaki canlı aksiyon Star Wars destanını bir sona getirdi. Ama yaratıcı George Lucas ve Lucasfilm Animation’daki hikaye anlatıcıların “çok, çok uzak galaksiler” hakkında hâlâ anlatacak hikayeleri vardı.

Galaksiyi değiştiren büyük Klon Savaşları’na “Revenge of the Sith”te ve “Episode II Attack of the Clones”un sonunda sadece kaçamak bir şekilde değinildi. Ama bu savaşın Star Wars galaksisi üzerindeki etkisi muazzam: Cumhuriyet’in bir imparatorluk olmasına ve “Episode IV A New Hope”un başında sıkça sözü geçen “iç savaş dönemi”ne yol açıyor.

Luke Skywalker ile Obi-Wan Kenobi arasında 30 yıldan fazla zaman önce, ilk Star Wars filminde geçen aşağıdaki diyalogdan beri, konu sinemaseverlerin hayal güçlerini ateşledi:

LUKE
Sen Klon Savaşları’nda yer aldın mı?

OBI-WAN
Evet. Bir zamanlar Jedi Savaşçısıydım,
tıpkı baban gibi.

LUKE
Onu tanımış olmayı dilerdim.

OBI-WAN
O tüm galaksinin en iyi yıldız pilotu ve kurnaz bir savaşçıydı.
Görüyorum ki sen de oldukça iyi bir pilot olmuşsun.
Baban çok iyi bir dosttu.

“Uzun yıllar boyunca, insanlar çok kısaca sözü edilmesine rağmen Klon Savaşları’nın ne olduğunu merak etti” diyor “Clone Wars”un yönetmeni Dave Filoni ve ekliyor: “Canlı aksiyon filmler esasen Skywalker ailesine odaklandığı için çatışmanın tüm yönlerini ve gelişimini asla göremedik”.

Şimdi, yeni animasyon filmi “Star Wars: Klon Savaşları” ile izleyiciler nihayet galaksiyi değiştiren çatışmayı izleyebilecekler. Üstelik bu film, hem “Star Wars”un ufkunu daha önceki filmlerde hiç görülmemiş bir noktaya taşıyor, hem de sinemaseverlere yeni karakterler, yeni hikayeler ve yeni maceralar sunuyor.

Filoni’ye göre, Klon Savaşları’nın arka planı bir Cumhuriyeti İmparatorluğa dönüştürmüş ve en nihayetinde galaksinin özgürlüğünü sağlayacak iç savaşın tohumlarını atmış çatışmanın hikayesini anlatma şansını sunuyor. “Elimizde küçük bir zaman aralığı olabilir ama savaşın, özellikle galaksi çapında bir savaşın boyutu oldukça önemli sonuçlar doğuruyor” diyor Filoni ve ekliyor: “Kahramanlar, kötüler, entrika ve maceralarla dolu bir öykü. Tüm bunlar zaten bildiğimiz hikayenin birer parçası ama hep arka plandaydılar. Ta ki şimdiye dek”.


“Star Wars: Klon Savaşları”nı perdeye taşımanın ilk adımlarından biri doğru giriş noktasını bulmaktı. Önceki filmler Skywalker destanıyla sınırlıydı, ama “Klon Savaşları” neredeyse sınırsız seçenek sunuyordu.

“Savaş doğası gereği, anlatılmamış hikayelerin oluşturduğu bir kolajdır” diyen Star Wars yaratıcısı George Lucas, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Benim için büyüleyici olan şey, önemli sonuçları olan bu olayları motive eden insanların olması ve bu bireylerin büyük sıklıkla genel tablo ya da bizzat olaylar tarafından gölgelenmesi. Galaksiye ne olduğunu biliyoruz ama bugünlere nasıl geldiğini tam olarak bilmiyoruz. Filmde hikayenin ardındaki hikayeler var”.

Nesillerdir hayranlarının zihnine kazınan bir filmler serisine bütünüyle yeni bir yaklaşım getiren Lucas, filmlerin ruhunu taşıyacak özel görsel stili yaratırken, bir yandan da ilk animasyon Star Wars filmine benzersiz, kendine özgü bir görünüm de kazandırmak istedi.

Lucas bunu şöyle açıklıyor: “Foto-gerçekçi görünmesini istemedik. Animasyonla çalıştığımız için bu formatı gerçek anlamda kullanmayı arzu ettik. Bu da düşünce biçimimizi biraz değiştirmemizi gerektirdi. Animasyon, hikaye anlatımının bambaşka bir yolu olup, bize canlı aksiyonda mümkün olmayan şeyleri yapma olanağı tanıyor”.

Lucas, yönetici yapımcısı olarak projenin başında olsa da, filmin yönetimi için “Avatar: The Last Airbender” başta olmak üzere çeşitli animasyon filmlerinin deneyimli ismi Dave Filoni’ye teklif götürdü. Star Wars evreninin büyük bir hayranı olan ve bu konuda neredeyse ansiklopedik bilgiye sahip Filoni yönetmenlik koltuğu için mükemmel seçim olduğunu kanıtladı.

“Kardeşimle arka bahçede oyuncaklarla oynayan bir çocukken bile Star Wars hayalleri kurardım” diyor Filoni ve ekliyor: “Gerçekten bir Star Wars filminde görev almak ise hayal bile edemeyeceğim bir şeydi. Böylesine sevdiğim bir dünyada, üstelik George Lucas’la çalışmak, harika bir şey. Aynı zamanda serinin bir hayranı olduğum için işimi doğru yapmanın ne kadar önemli olduğunun da farkındayım”.
Tamamen yeni bir hikaye ve kayda değer şekilde gelişim gösteren karakterlere sahip olan “Star Wars: Klon Savaşları”nın kendisinden önceki filmlere sadık olmakla birlikte Star Wars galaksisine yeni bir macera ve heyecan anlayışı kattığını söylüyor Filoni: “Her şeyden önemli olarak sunmamız gereken şeyin bir Star Wars filmi olduğunu biliyorduk: Karakterlerin kendilerine özgü stillere sahip olmaları, çevrelerinin neredeyse foto-gerçekçi bir şekilde hayata geçmesi, bir başka deyişle, insanların bir Star Wars filminde görmeyi umdukları kapsamlı dünyayı yaratmamız gerekiyordu”.

STAR WARS: KLON SAVAŞLARI

STAR WARS: KLON SAVAŞLARI
“STAR WARS: THE CLONE WARS”

15 Ağustos 2008’de sinemalarda.
Dağıtım: Warner Bros.


Star Wars, Lucasfilm Animation’ın gelmiş geçmiş ilk animasyon filmi “Star Wars:: Klon Savaşları” ile baş döndürücü yeni bir görünüm kazanıyor.

Klonlar galaksinin tozunu attırırken, kahraman Jedi Savaşçıları düzeni ve barışı korumaya çalışmaktadırlar. Gitgide daha çok sistem kara güçlerin ağına düşmektedir çünkü Galaksi Cumhuriyeti’nde Bölücülerin ve ellerindeki robot (droid) orduların sayısı her geçen gün daha da artmaktadır.

Anakin Skywalker ve Padawan öğrencisi Ahsoka Tano kendilerini suç patronu Hutt Jabba’yla karşı karşıya getirecek, ciddi sonuçları olan bir görevin içinde bulurlar. Ama Kont Dooku ve aralarında sefil Asajj Ventress’in de bulunduğu sinsi ajanları, Anakin ile Ahsoka’nın görevlerinde başarısız olmalarını temin etmek için dur durak bilmeyecektirler.

Bu arada, Klon Savaşları’nın ön cephelerinde, Obi-Wan Kenobi ve Yoda Usta karanlık güçlere direnmek için muazzam klon ordusuna önderlik ederken kahramanca bir çaba içindedirler...

Filmde Anakin Skywalker’ı Matt Lanter; Ahsoka Tano’yu Ashley Eckstein; Obi-Wan Kenobi’yi James Arnold Taylor; Kaptan Rex’i ve Klon Birlikleri’ni Dee Bradley Baker; Yoda’yı Tom Kane; Asajj Ventress’i Nika Futterman; Başkan Palpatine’i Ian Abercrombie; C-3PO’yu Anthony Daniels; Kont Dooku’yu Christopher Lee; ve Mace Windu’yu da Samuel L. Jackson seslendirdi.

Lucasfilm Ltd. yapımı “Star Wars: Klon Savaşları”nı Dave Filoni yönetti. Senaryosunu Henry Gilroy, Steven Melching ve Scott Murphy’nin kaleme aldığı filmin yapımcısı Catherine Winder, yönetici yapımcısı ise George Lucas.

Filmde Kevin Kiner’in müziğinin yanı sıra, John Williams’ın yazdığı orijinal Star Wars şarkıları ve müziği de yer alıyor. “Star Wars: Klon Savaşları”un kurgusunu Jason W.A. Tucker, ses kurgu amirliğini Matthew Wood, animasyon müdürlüğünü Jesse Yeh ve Kevin Jong üstlendi. Gail Currey ise Lucasfilm Animation’ın yapımlardan sorumlu yöneticisi.

“Star Wars: Klon Savaşları”un dünya çapındaki dağıtımını bir Warner Bros. Entertainment kuruluşu olan Warner Bros. Pictures gerçekleştirecek.

Bombalar Altında (Under The Bombs)

Yönetmen: Philippe Aractingi
Oyuncular: Nada Abou Farhat, Georges Khabbaz, Rawia Elchab, Bshara Atallah
Senaryo: Philippe Aractingi, Michel Leviant
Yapım: Herve Chabalier, François Cohen-Seat, Paul Raphael, Philippe Aractingi
Görüntü Yönetmeni: Nidal Abdel Khalek
Kurgu: Deena Charara
Müzik: Rene Aubry, Lazare Boghossian
İthalat: Bir Film
Dağıtım: Bir Film
Gösterim Tarihi: 01 Ağustos 2008


Bombalar Altında (Under The Bombs)

Zeina, Dubai’de yaşamaktadır. Kocasıyla boşanmanın eşiğindeyken oğlu Karim’i, evdeki gerilim ve kavgalardan uzak tutmak adına güney Lübnan’da küçük bir köy olan Kherbet Selem’de yaşayan kız kardeşinin yanına yollar. Birkaç gün sonra, Lübnan’da savaş patlak verir. Büyük bir kaygı duyan Zeina, ambargo dolayısıyla Beyrut limanına ulaşamadığı için Türkiye üzerinden Lübnan’a geçiş yapar. Burada ülkeyi terk etmeyi düşünen bir Hristiyan ve Zeina’yı güneye götürmeyi kabul eden tek taksi şoförü olan Tony ile tanışır. Paylaştıkları endişenin ağırlığına rağmen, Tony ve Zeina birbirlerine aşık olurlar. Aşkları etraflarında kol gezen ölüme verilmiş bir cevap gibidir.

YENİ BİR KORKU KAPIMIZDA: “AYNALAR” ARDINDAKİ DÜNYA

YENİ BİR KORKU KAPIMIZDA: “AYNALAR” ARDINDAKİ DÜNYA:

Destanlardan mitlere, masallardan dini vecizelere kadar yayılan geniş bir yelpazede, aynalara dair mitolojiler her daim karanlığı sembolize etmiştir.

Romalılar aynaların kişinin ruhunu yansıttığına ve refahını etkilediğine inanırlardı. Hayatın kendisini 7 yılda bir yenilediğine inanan Romalıların bu inancı yerini, daha sonra ayna kırmanın 7 yıl boyunca uğursuzluk getireceği inancına bırakmıştır.

Film ve edebiyat dünyasında da aynalar genelde kibir, doğruluğa açılan bir kapı, boyut-zaman atlama gibi farklı anlamları sembolize etmiştir. Yahudi inancına göre, sevdiğiniz birisini kaybettiğiniz yas gününde aynalar ters çevrilir; inanca göre aksi durumda ölen kişinin bedeni ve ruhu fiziksel dünyadaki güzellikler uğruna hapsolup kalacaktır.

Narsisizm ve kötü şans temelli bu mitler, aynalara dair en bilindik fenomen yanında yine de sönük kalıyorlar: Ölüm…

Romalılardan Uzak Doğu’ya yayılmış bilgiler neticesinde, aynaların ruhu hapseden şeytani oluşlar olduğu kanısında hemfikir oluna gelmiş –ve bu yüzden de ölümle özdeşleştirilmiş– ölünün öbür taraftaki hayata geçişini engellediğine inanılmış ve bu ebedi tutsaklık içerisinde ruhların lanetlenmiş olduğuna inanılmıştır. (Vampirlerin yansıması olmadığı inancı da buna dayanır çünkü vampir ölmemiş fakat ruhunu çoktan kaybetmiş bir yaratıktır.)

Böylece aynalar ve ölüm arasındaki özdeşleştirme jenerasyonlar boyunca süregelmiş ve insanoğlunun sadece Büyük Bilinmeyen ile değil, yansımasıyla olan ilişkisine de nüfuz etmiştir farklı farklı toplumlarda.

Filmin ünlü başrol oyuncusu Kiefer Sutherland’a göre “Aynalar oluş halleri itibariyle kendi içimize bakma çelişkisini yaratırlar”. Ve ekliyor… “İnsanın kendine bakması zordur. Ne kadar güzel, iyi görünüşlü olduğunuz da fark etmez. Fiziksel ve ruhsal açıdan da insanın kendisiyle aynada yüz yüze gelmesi zordur. Gördüğün şeyler çok korkutucu da olabilir.

Aynalara dair bu kolektif mitolojinin en karanlık noktaları “Aynalar” filminde 21.yy’a uyarlanmış haliyle başı belada olan bir polis, evlerine aynaları kullanarak girmeye çalışan, ne olduğu belirsiz bir yaratığa karşı ailesini korumaya çalışmaktadır.

2003 Güney Kore yapımı film “Into the Mirror”ın New Regency için yeniden yapımı esnasında prodüktör Alexandra Milchan “The Shining” geleneğini takip eden bir psikolojik gerilim çekme potansiyelini öne sürdü.

“Goodbye Lover” ve “Righteous Kill.” filmlerinin yapımcısı olan Milchan şöyle diyor: “Orijinal filmin korku öğelerinin yanı sıra, aynaların kültürel algılanışına dayalı olarak evrensel ve enteresan bir yanları var ve bu da dramatik öğeyi desteklemesi açısından çok iyi bir zemin oluşturuyor.

Prodüktörün yönetmen Alexandra Aja’yı (“Tepenin Gözleri” ve “High Tension”) seçmesindeki sebep, hikaye anlatımındaki hissiyatına ve cesaretine güvenmesi olmuş. “Korkuyu yeni bir yoldan keşfetmemi sağlayacak bir proje arıyordum” diyor Aja. Yönetmen, Fransız hit haline gelen “High Tension” ve 1977 yapımı bir filmin yeniden yapımı olup, bir ailenin mutant yamyamlardan kaçışını konu alan“Tepenin Gözleri” adlı korku filmleriyle türün yeni ve farklı sesi olarak görülmüştü.

“Into the Mirror”un temelinde, aynalarla ilintili olarak gerçekleşen bir seri tüyler ürpertici cinayeti araştıran dedektifin hikayesi yatıyor. Bu hikayede aradığını bulan Aja ekliyor: “Herkesin kendi yansımasıyla bir nevi ilişkisi vardır”. “Bu bilinçli olarak yapılan bir şey değildir ama vardır. Bazı insanlar aynada kendilerine bakmayı çok severler, bazıları da nefret eder. Aynalar bize bilinçaltımızda su yüzüne çıkmayı bekleyen travmalarımızı ve gerçeklikleri gösterirler.”

Daha önce insan doğasının sadistlik sınırlarını keşfe çıkan Aja böylece doğaüstü olaylara bakma fırsatını da ele geçiriyor. “Orijinal bir konseptti ve ben de seyircilerin kendileriyle ve korkularıyla hayal etmedikleri bir şekilde yüzleşmelerini sağlamak istedim.”

“Aynalar” filminde “High Tension” ve “Tepenin Gözleri”nin ortak senaristi Gregory Levasseur ile ailesini bir araya getirmeye çalışan bir adın hikayesini ölüm kalım savaşı haline getirecek bir noktaya bağlayarak tüyler ürpertici bir etki yarattılar.

Aja, Ben Carson karakteri için “Etrafındaki her şey bir bir yıkılıyor. İşini, ailesini ve ruhunu kaybetmenin eşiğinde bir adam” diyor.

Suçluluk duygusu ve öfke sonucu kendini alkole verip ailesinden uzaklaşan Carson için Sutherland “Hayatının en kötü noktasında” diyor. Milchan da “Geçmişini gözden gelip, kendiyle ve hatalarıyla yüzleşmekten kaçıyor; sadece bir polis olarak değil ama bir aile babası olarak da” diye ekliyor.

Sutherland’ın hikayeyi beğenmesinde de bir aile dramı üzerine kurulmuş olması etkili olmuş. Fox TV’nin en gözde dizilerinden “24”teki başarısıyla Emmy ve Altın Küre Ödülleri kazanan aktör “Alex bana çok güzel bir hikaye ile geldi” diyor. “Korku filmleri her daim ilgimi çekmiştir ama bu hikayede özel olan şey tekrar bir araya gelmenin yollarını arayan bir ailenin hikayesi üzerinden ilerlemesi oldu. İnsana tanınan ikinci şanslarla ilgiliydi. En kötüyü yaşadığı anlar elinden gelenin en iyisini yaptığı anlar oluyor. Ve bu beni gerçekten etkiledi.”

“Tepenin Gözleri”ni dahi izlemeden filmde oynamayı kabul eden aktör “Korku filmi izlerken çok zorlanırım” diyor. “Kızımı Kayıp Balık Nemo’yu izlemeye götürmüştüm; köpekbalığının bota girdiği sahnede elimdeki pop-cornu yere düşürdüm korkudan ve 10 yaşındaki kızım saatlerce bana güldü.” diyor.

Paramparça olmuş hayatına, büyük bir yangına kadar çok lüks bir alışveriş merkezi olan Mayflower’da gece bekçiliği yaparak devam eden Carson, yıkıntılar arasında düzgün kalan tek şey olan süs aynalarında garip şeyler görmeye başlar. Bu yanan insan ve kemiğe yapışmış deri parçaları görüntüleri o kadar güçlü ve etkileyicidir ki, Carson bu etkiyi sanki kendisi de yaşamışçasına hissetmeye başlar.

Bu noktada Aja ve Levasseur ayna fikrini bir üst noktaya taşır ve yansımamızın içine hapsolmuş güçlerin hayatımızı nasıl mahvedebileceğinin üzerine giderler. “Başka uzamda yaşayanların, dünyamızı yansımalarımız aracılığıyla izliyor ve orada hapsoluyor olmaları çok korkunç bir fikir.” diyor Sutherland.

Filmdeki korku faktörü olabilecek tüm yansıtıcı düzlemlerle (pencereler, su, TV ekranı, bıçak yüzü, resim çerçeveleri gibi) şeytanın ölümcül yollarına dönüştürülüyor. Sonunda Ben, yansımasını ele geçiren kendi içindeki canavarlarla savaş vermek durumunda kalıyor.

“Yansımalar nelere kadir olabildiğimizi temsil ederler” diyor Sutherland, aynaların ikilik sahibi doğasını göze alarak… “Bizi en uç özelliklerimizle yansıtır aynalar, iyi ve de kötü özelliklerimizle. Yapmayı hiçbir zaman istemeyeceğimiz şeyleri yaptırma gücüne sahiptirler.”

Aynalar kendi görüntümüz üzerinden bilinçaltında kalan korkularımızı keşfetmemizi sağlarlar. “Yansımanız içerisinde kim olduğunuz fikrine kendinizi hapsedebilir ve başkalarının size bakınca görmediği şeyleri yansımanızda görebilirsiniz-gerçekten var olmayan şeyler olsa da.” Diyor filmde Ben’le arasına mesafe girmiş olan karısı Amy’yi oynayan Paula Patton (“Hitch,” “Déjà Vu”). “…Bir anoreksik aynada zayıf birini görmektedir aslında ama gördüğünü sandığı şey şişman olduğudur.Beynimizin görmek istediği şeyi gösterme özelliğini kullanır ve bu anlamda asla kendimizin gerçek bir yansıması değildir aynada gördüğümüz.”

Yapımcı Milchan; Aja ve Levasseur’ın filmde yansıtıcı yüzeyler kullanmasını sosyal bir duruma bağlıyor; “Dubai, New York ve Las Vegas gibi şehirlerin mimarisine baktığımızda tek gördüğümüz cam, aynalar ve parlak yüzeylerdir. Filmdeki ayna ve yansıtıcı yüzeyler bizim kültürümüzü yansıtıyor ve yaptıkları vurgu para ile narsizm odaklı. ‘Buradayım işte, karşındayım, izle beni’ dercesine adeta.”

Sutherland de “Kaçtığın şey ta kendinse, bizim toplumumuzda bu imkansız” diyor. “Çok fazla yansıtıcı yüzey var etrafımızda. Şehirde iki blok yürüyüp de kendinizi bir cam, ayna, su gibi bir yerden yansımanızı görmeden geçmeyi bir kere deneyin; imkansız bir şey. Bu Ben’de de paranoya yaratıyor ve bu yüzden Ben rolünü oynamak mükemmeldi.”

Sutherland gerçek hayatta aynaları sevmediğini de söylüyor. “Bir tane banyomuzda bir tane de giyinme odamızda var, çorap giyip giymediğimden emin olabilmem için, fakat bunun dışında aynaya bakmaktan hiç hoşlanmıyorum. Çalışırken sürekli aynaya bakmakta çok garip gelmiştir bana hep. Bu yüzden filmin çekim süreci benim açımdan oldukça enteresandı.”

Carson Mayflower’da gizemli biçimde ölen güvenlik görevlisinin ölümünü ve mağazadaki aynalarla bağlantısını araştırırken, bu şeytani güç kendisini ve ailesini hedef alır ve New Jersey’deki mütevazi evleri oğlu Michael’ın görüntüsünün hapsedildiği sanal bir oyun alanına dönüşür. “Mağazada gördüğü şeylerin çoğunu kendi kafasında kurduğuna inanmaya çalışıyor” diyor Sutherland. “İnsanlar depresyona girdikleri ve bu derece kötü hissettikleri dönemlerde ilk düşündükleri şey akıl sağlığını kaybediyor olduğu yönünde olur. Ben de bunu bir noktaya kadar yapıyor fakat ailesinin de tehdit altında olduğunu fark ettiği anda, aklında her şey netleşiveriyor.

Yönetmen Aja’nın Mirrors’ın eğlenceli olduğu kadar kışkırtıcı da olmasını hedef almış. “Umuyorum ki filmin izleyiciler üzerinde büyük bir psikolojik etkisi de olacak. Filmi izledikten sonra ‘Aynaya acaba bir daha bakabilecek miyim yoksa bu çok ürkütücü mü olur’ diye düşünmelerini istiyorum. Seyirci film sonrası kendini aynada gördüğünde, yalnız olmadığına dair bir hisse kapılacak.”

Peki ya Sutherland izleyebilecek mi filmi dersiniz? Kendisine sorduk; “En azından yanıma patlamış mısır almayacak kadar zekice davranırım bu sefer, alacak olursam da zaten hepsi havaya uçacaktır eminim ki” diyor ve gülüyor...