ELENA ANAYA İLE “VAN HELSING” ÜZERİNE SÖYLEŞİ

Nerede ve ne zaman dünyaya geldiniz? Sanatçı bir aileden mi geliyorsunuz?

11 Temmuz 1975’te İspanya’nın Palencia kentinde doğdum. 29 yaşındayım. Bildiğim kadarıyla ailede oyunculuk yapan ilk kişiyim. Büyük dedelerimden birisi heykeltraşmış. Kız kardeşim Marina plastik sanatlarla uğraşır. Annem Salud kukla yapar. Bazı sanatsal genler kalıtım yoluyla geçti sanırım.

Sizdeki oyunculuk arzusunu ateşleyen herhangi bir özel olay var mı?

Belirli bir olay yok. Anımsayabildiğim kadarıyla herşey benliğimin derinliklerinden geliyor. İçimden gelen sesi anlayabilmek oldukça zaman aldı. Lisedeyken okulun öğrenci danışma merkezine sık sık uğrardım. Yeteneklerime uygun birçok seçenek önerdikleri halde hiçbirisi bana cazip gelmezdi. Benliğimin derinliklerinden gelen bir ses bana öykü yazmam, filmlerde ve tiyatroda oynamam gerektiğini söylerdi. Ancak o sese kulak vermem hiç de kolay olmadı diyebilirim.

İspanya’da bulunduğunuz yıllarda Pedro Almodóvar, Julio Medem, Fernando de León, Felipe Vega, Agustín Díaz Yanes ve Miguel Albaladejo gibi ünlü İspanyol yönetmenlerle çalıştınız. Kariyerinizin ilk döneminde böyle yönetmenlerin komutası altında çalışmanın oyunculuğunuzun gelişiminde ne gibi etkileri oldu?

Ne diyeyim ki? Gerçekten çok şanslıymışım. Herşey Alfonso Ungria’nın “Africa” adlı filmiyle başladı. Zor filmdi. Oldukça karmaşık bir karakteri canlandırdım. Ungria benimle yeterince ilgilenmeseydi o film bana ağır gelirdi. Başrol arkadaşım Zoe Berriatua’nın da büyük yardımını gördüm. “Africa”nın çekimleri sırasında “sihirli bir elin” bana dokunduğunu hissettim. Sözünü ettiğim o sihirli elin bugün de bana yardım etmeye devam ettiğini söyleyebilirim.

Şimdiye kadar hep en büyük ve yetenekli yönetmenlerle çalıştım. Onları dinledim ve ne deniliyorsa aynen yaptım. Ancak şu da var ki, bugüne dek onların yazdığı öyküleri anlatmaya çalıştım, kendiminkini değil...

“Van Helsing” sizin Amerika’daki ikinci filminiz...

Doğru… Daha önce “Stage Kiss” adını taşıyan çok küçük bir filmde oynamıştım. Gösterime girip giremeyeceğinden bile kuşkuluydum. Eduardo Carrillo’nun yönettiği o filmde sadece dört kişiden oluşan bir teknik ekip ve ben dahil üç kişilik oyuncu kadrosu vardı. Bağımsız bir fim değildi. Küçük bütçeli bile sayılmazdı. Hatta ortada bütçe dahi yoktu. Amerika’da herşey böyle başladı.

Yeniden “Van Helsing”e dönecek olursak, Stephen Sommers’ın dikkatini nasıl çektiniz?

Julio Medem’in “Lucia y el Sexo” (Lucia and the Sex) ve Pedro Almodovar’ın “Hable con Ella” (Talk to Her) adlı filmlerini izlemiş. İkincisinde sadece iki sahnede göründüğüm halde hoşuna giden birşeyler görmüş olmalı. Benimle Los Angeles’ta görüşmek istediğine dair bir çağrı aldım. Ancak o sıralar Madrid’de “Dos Tipos Duros”ta oynadığım için Los Angeles’a gitmem mümkün değildi. Bunun üzerine bir video bant hazırladım. Menejerim o bantı Sommers’a gönderdi. Üç hafta sonra Stephen Sommers’tan haber geldi. Londra’da benimle görüşmek istiyordu.

Tam da o günlerde “Dos Tipos Duros”taki baş aktörlerden birisinin hastalanması üzerine birkaç günlük boşluk doğdu. Londra’ya giderek bu büyüleyici yönetmenle tanıştım. Senaryo mükemmeldi. Hemen bir deneme çekimi yapıldı. Dracula’nın vampir gelini Aleera rolünü böyle aldım.

Çekim provasında neler yaptınız?

Avrupalı casting yönetmeni ve Stephen Sommers’in karşısında oynadım. Çok eğlenceliydi. Filmin birkaç sahnesinin provasını yaptık. Daha sonra doğaçlamalarla miksleme işlemi için beni davet etti. Böylece benden tam olarak ne istediğini daha iyi anlama fırsatını buldum. Bir ay boyunca rolüme hazırlandım. O süreçte yönetmene çeşitli öneriler sundum. Birçoğunu çok beğendi. Hazırlık aşamasında her zaman olduğu gibi bir hayvanla çalıştım.

Bu ne demek?

Oynadığım her filmimde daima hayvanlarla çalışır, onları çok dikkatli şekilde gözlemlerim. Bazı davranışlarından çıkarımlar yaparım. Bu defa Dracula sözkonusu olduğu için bu hayvan yarasa olmalıydı. Yarasaları dikkatle gözleyerek ellerini, tırnaklarını ve ağzını nasıl kullandığını taklit etmek istedim. Ayrıca aniden saldırıya geçmeden önceki sessizliğini ve nasıl uçtuğunu inceledim.
Stephen benden kedi gibi kurnaz davranmamı istedi Bildiğiniz gibi kediler son derece kurnaz ve acımasız yaratıklardır. Küçük bir fareyi eline geçirince onun kaçacak yeri olmadığını bildiği halde hemen öldürmez. Son derece sadistçe yöntemlerle her tarafını tırmalayarak fareye işkence eder. Vampir kız rolünü yaparken kedi ve yarasaların bu özelliğinden fazlasıyla yararlandım.

“Van Helsing” büyük ölçekli bir prodüksiyon… Böylesine büyük boyutlu bir projede yer almak sizi tedirgin etti mi? Önceki filmlerinizle karşılaştırınca ne gibi farklar gördünüz?

Başlangıçta epeyce zorlanma hissettim. “Van Helsing” gibi dev prodüksiyonlarda çalışmanın zorluğunu anlatmak için size bir örnek vereyim. Prag’a gece yarısı inmiştik. Ertesi sabah erken saatlerde çok büyük bir basın toplantısı düzenlendi. Projenin büyüklüğü nedeniyle sanki bir futbol stadyumunu dolduracak kadar çok gazeteci var gibi geldi bana... Tam üç saat sürdü ve hiç kimsenin tuvalete gitmesine bile izin verilmedi. Herşey son derece profesyonel ve ciddiydi. İşte o sabah kendi kendime, “Hazır ol Elena. Çok zor bir işe başlıyorsun!” dedim.

Makyaj seansları uzun sürdü mü?

Vampir kız Aleera’nın makyaj ortalaması çok uzun sayılmazdı. 50 dakika yüz makyajı, 20 dakika kanat ve 10 dakika giysiler... Bunların hepsinin 1 buçuk saat kadar ediyor ki, çok uzun sayılmaz. Aleera’nın yer aldığı aksiyon sahnelerinde ise makyaj süresi çoğu zaman altı saati buluyordu.
Vampir kıyafetini giymek 10 dakika kadardı. Üzerinde küçük pırıltılar olan mavi renkli daracık bir giysiydi. Kablolar ve emniyet kemerini de hesaba katarsak, günde 11 saat bu giysiyle çalışmak son derece zordu. Ayrıca günlük çalışma bittikten sonra makyajdan kurtulmanın da 90 dakika sürdüğünü söylersem durumun ne kadar zor olduğu anlaşılır.

Oyunculuk açısından zor oldu mu?

Bazen oldu diyebilirim. Gözlerime contact lens takmak zorundaydım. Rüzgar makinelerinin çıkardığı şiddetli esintiler doğrudan doğruya yüzümde patlıyordu. Gözlerim ve cildim çok rahatsız oldu. Kimi zaman sesimi kaybettim. Emniyet kemerleri de aşırı derecede zorladı. Onları çıkardıktan sonra bile cildimin tahriş olduğunu görüyordum.

Ancak çekilen zorlukların herşeye değer olduğunu düşünüyorum. Sonuçta işimin bir parçası olduğu için bunların hepsi yapılmalıydı. Eğer elde edeceği birşeyler olmasa hiç kimse kömür madenlerinde çalışma riskini almaz. Bir oyuncu olarak çok mutlu oldum.

“Van Helsing”de Dracula’nın üç gelininden Aleera rolündesiniz... Aleera nasıl birisi?

Aralarında en tutkulu ve cesur olanıdır. Dracula için her türlü ölüm-kalım mücadelesine girmekte tereddüt etmez. Dracula’yı ve diğer iki vampirkızı sonuna kadar savunur. Dördünün aynı şatoda kıskançlıktan, rekabetten ve kavgadan uzak bir hayat sürdüğünü görürüz. Dracula’yı paylaşamama gibi bir sorunları yoktur. Ancak Van Helsing’in ortaya çıkmasıyla birlikte, hayatta sahip oldukları en kıymetli hazinenin, dört kişilik küçük ailenin tehdit altında olduğunun farkına varırlar. Van Helsing dördünü de yok etmeye kararlıdır.

Filmin akışı içinde Van Helsing, diğer iki vampir kız olan Marishka ile Verona’yı öldürür. Aleera artık yalnız kalmıştır. Dracula ile güçlerini paylaştırırlar. Dracula doğrudan doğruya Van Helsing tehlikesi üzerinde odaklanırken, Aleera’nın da Kate Beckinsale’in oynadığı Anna’yı hedef aldığını görürüz.

Zorlu bir sınavdan geçen Aleera’nın gözetmek zorunda olduğu birkaç konu daha vardır. Anna’nın ailesinin kadın ataları yüzyıllardır Kont Dracula’ya büyü yapmışlardır. Dracula artık yalnızdır ve Anna’yı istemektedir. Bu sebeple Anna artık Aleera’nın en büyük düşmanı haline gelmiştir. Filmin başlangıcında Dracula ile Aleera’nın yüzyıllardır çocuk yapmaya çalıştığını öğreniriz. Ancak çocuk her defasında ölü doğmuştur.

Dracula’nın Anna’yı istemesi karşısında Aleera çok büyük korku ve kıskançlık duygusuna kapılır. Dracula’yı kaybetmek üzeredir. Bu nedenle görevlerini bir an bile düşünmeden yerine getirir. Aynı anda hem çalışan hem de evde bütün hizmetleri yüklenen günümüzün çağdaş kadınları gibi fedakarca davranmaya başlar. Tek isteği Dracula’nın gönlündeki yerini korumaktır.

Kadın vampir gibi gerçekte var olmayan bir yaratığa et, kemik, kan ve hayat vermenin oyunculuk açısından ne gibi zorlukları oldu?

Son derece keyifli bir görevdi. Aslında yaşamayan bir karaktere şimdiye kadar hiç bürünmemiştim. Bence Aleera kim olduğunu ve ne yaptığını gayet iyi bilen birisi... Uğruna mücadele ettiği bir davası var. Aleera’nın saldırılarının, intikam ateşinin ve öldürmelerinin temelinde hep Dracula’yı kaybetme endişesi yatar. Dracula ortadan kaybolduğu takdirde kendisinin de yok olacağının bilincindedir.

Kariyerime başladığımdan beri portresini çizdiğim bütün karakterlere kendimden birşeyler katmaya özen gösterdim. Onlara gerçek anlamda inanmaya çalıştım. Kendi benliğimde var olan çok özel birşeyler katmak suretiyle sıfırdan inşa ettim. Küçük şeylerdi ama hepsi bana aitti.

Örneğin?

Aleera rolü için anılarımı geri sarmak suretiyle geçmişte deneyimlediğim bazı belirli durumlara geri döndüm. Birtakım anıları hatırlayıp sıkıntılı veya mutlu olaylarda nasıl tepki verdiğimi düşündüm. Ne tür bir enerji geliştirdiğimi hatırlamaya çalıştım. Uzun bir öyküyü kısaltmanın en iyi yolu, anılarımın derinliğine inip belirli enerjileri aramaktan geçer. Üstlendiğim karaktere sunabileceğim verileri her zaman bu yolla elde ederim.

Aleera’nın aslında farklı bir karakter olduğu ve çekimler sırasında Stephen Sommers’in bunu geliştirmeye karar verdiği doğru mu?

Evet doğru. Londra’daki ilk görüşmemiz de senaryoyu bana verdikten sonra Aleera karakterinin büyük ölçüde değişeceği konusunda beni uyarmıştı. O günkü konuşmamızda, “Bunun üzerinde çalış ama Aleera’ya daha fazla ekran süresi ve daha belirgin bir kişilik vermeyi düşündüğümü aklından çıkartma” dediğini hatırlıyorum. Aleera’nın önemli bir karakter olması böyle gelişti.

Altı ay boyunca ellerinize uzun tırnaklar yapıştırılmış şekilde dolaştınız. Bu sizin tercihiniz miydi?

Hayır. Böyle yapmam istendi. Daha doğrusu o şekilde olması gerekiyordu. Çok sıkıntı verici olmasına rağmen kabul ettim. Günlük hayatımda uzun tırnaktan hoşlanmam. İlk gün bunları gerçek tırnaklarımın üzerine koydular. Dört saat süren çok acılı bir süreç gerektirdi. Altı ay boyunca en basit günlük işlerimi yapmak bile tam bir kabusa dönüştü. Diş fırçalamak, banyo yapmak, bilgisayarda yazı yazmak... Herşey çok zor oldu.

Filmde Dracula rolünde Richard Roxburgh oynadı. Onunla çalışmak nasıldı?

Tanıştığım ilk dakikadan itibaren muhteşemdi diyebilirim. Onunla ilk karşılaştığımda kendi kendime, “Tanrım! Sarışın, mavi gözlü ve çok yakışıklı!” demiştim. Onu daha önce “Moulin Rouge”da Duke rolünde izledim. Prag’daki görüntüsü ise tamamen farklıydı. Kendisini böylesine radikal şekilde dönüştürme kapasitesi karşısında hayrete düştüm.

Richard rol arkadaşı olarak da mükemmeldi. Birlikte çok sayıda prova yaparak, “küçük hayvansı şey” dediğimiz ayrınıtı üzerinde çalıştık. Prag’a geldiğinde ben iki aydır çekimlerdeydim. Birlikte oynadığımız ilk sahnede Dracula, Marishka’nın ölümünden sonra benimle ve Verona ile görünüyordu. Bol bol öpücüklerin eşlik ettiği çok duygusal bir sahneydi.

Vampirlerin normal erkek ve kadınlar gibi öpüşmesi düşünülemeyeceği için “yarasa öpücüğünü” önerdim. Yönetmenin kabul etmesi üzerine “yarasa öpücüğünü” gerçekleştirdik. Küçük çığlıkların ve acı vermelerin eşlik ettiği dolu dolu bir öpüşme oldu.

Van Helsing rolündeki Hugh Jackman nasıldı?

Tek kelimeyle ha-ri-ka. Birlikte göründüğümüz ilk sahnenin çekimleri, Prag’daki Saint Charles köprüsünde yapıldı. Sıfırın altında 12 dereceyi bulan soğuk vardı. O koşullarda çalışmak neredeyse imkansız gibiydi. Ancak herşeye rağmen o çekimleri yaptık. Önce genel çekimler, sonra da Hugh Jackman’ın yakın plan çekimleri gerçekleştirildi. Kış ayları olduğu için güneş erken batıyordu. Bu yüzden benim yakın plan çekimlerim ertesi güne kaldı.

Sabahın 6’sında köprüye gittiğimde Hugh’u soğuktan donmuş halde gördüm. Kameranın karşısına geçmiş, sanki benimle konuşur gibi diyaloglarını söylüyordu. Bu davranışının büyüklüğü karşısında içimden, “Hugh, sana tapıyorum!” dedim.

Kate Beckinsale’in oynadığı Anna karakteriyle vahşi bir dövüş sahneniz var...

Evet, gerçekten çok yoğun ve önemli bir sahneydi. Aleera onu öldürmek ister. Stephen bu sahnede Aleera ile Anna arasında ekstra birşeyler oluşmasını istedi. İkisi arasında erotik akım olmasını uygun buldu. Bildiğiniz gibi ısırma olayında şehvetli, baştan çıkarıcı ve erotik birşeyler vardır.

Bu sahne için ünlü Güneş Sirki’nin koreografından eğitim aldık. Başlangıçta oldukça sıkıntı verici bir durumdu. Kate’i ısırmam ve göğüs uçlarına dokunmam gerekiyordu. Dövüş sırasında da erkeksi diyebileceğim ezici ve bunaltıcı bir performans sergilemeliydim. Kate benim karşımda başı dertte bir küçük hanım pozisyonunda olmalıydı. Stephen bu sahnenin bir tür “göğüs göğüse kavga” şeklinde olmasına büyük önem veriyordu. Zor olsa da başardık!

Fiziksel güç gerektiren uçuş ve aksiyon sahnelerine hazırlanmak zor oldu mu?

Pek sayılmaz. Her gün jimnastik salonuna giderek vücudumu esnek ve hazır hale getirmeye çalıştım. Kendimi tam anlamıyla hazır hissettiğim anda herşey daha kolay oldu.

Aksiyon sahnelerinde kendiniz mi oynadınız?

Yüzde 90’unda kendim oynadım. Gerisi dublörlere bırakıldı.

Çekimlerde yaralandığınız oldu mu?

Filmdeki en tehlikeli sahne, Kate’in benim yüzümde büyük bir cam kavanoz kırdığı sahneydi. Kendim oynamak istedim. Kesiklere karşı önlem olarak tüm vücudumu korumaya aldılar. O sahneyi çektik. Herşey yolunda gitti ve hiç kimse yaralanmadı. Daha sonra aynı sahnenin farklı açıdan çekilmesi gündeme geldi. O sahnede benim yerime oynayan dublör kadın kol ve bacaklarından yaralandı. Ben oldukça şanslıydım diyebilirim. Birisi sahte birisi gerçek olmak üzere sadece iki tırnağım kırıldı. Çok canım yandı. Ayrıca bir de bileğim burkuldu.

Tüm zamanların korku mitolojileri arasında sizin favoriniz hangisi?

Hiç düşünmeden “Nosferatu” diyebilirim. Max Schreck’in ve Murnau’nun “Nosferatu”su...

“Van Helsing”den ne gibi beklentileriniz var?

Bilemiyorum. Ancak kesin olarak bildiğim bir şey var; bu film için elimden gelenin en iyisini verdim. Ayrıca çok büyük keyif aldım.

Hiç yorum yok: