“Iron Man” dev bütçeli bir aksiyon macera

Mağara çekimleri stüdyo ortamında tamamlandıktan sonra filmin saldırı sahnesinin çekimi için Kaliforniya’daki Lone Pine bölgesinin kuzeyine gidildi. Burada, şirketinin en yeni silahı Jericho füzesini sergiledikten sonra geri dönmekte olan Tony Stark’ın konvoyunun saldırıya uğradığı sahnenin çekimi yapıldı. Bol miktarda patlamaların yer aldığı bu sahnenin kusursuz bir zamanlamayla çekilmesi gerekiyordu. Sahnenin en iyi şekilde çekilmesi için akrobasi koordinatörü Tommy Harper ile özel efektler koordinatörü Dan Sudek omuz omuza çalıştılar.

Akrobasi koordinatörü Tommy Harper yapılan çalışmayı şu sözlerle açıklıyor: “Lone Pine’daki konvoy saldırısıyla ilgili çekimler son derece keyifli oldu. Herşeyden önce çekimleri, bugüne kadar birçok ünlü Western filminin çekildiği tarihi bir mekan olan ‘Movie Road’da gerçekleştirdik. Bol miktarda patlama yer alan sahnenin en hayati kısmı, Tony Stark’ın arabasından çıkıp korunmaya çalıştığı bölümdü. O saklanmaya çalışırken hemen yanıbaşında ardarda patlamalar meydana geliyor, mayınlar patlıyordu.”

Robert Downey Jr’ın bu sahneyle ilgili izlenimleri şöyle: “Böyle bir sahnenin çekimi daima karşılıklı güven oyunu gibidir. Her ikisi de kendi işinin zirvesinde olan Tommy Harper ve Dan Sudek ile beraber çalışırken sürekli olarak, ‘Şu anda arkamda bombalar patlıyor ama bana hiçbir şey olmayacak’ diye düşünüyorsunuz. Çekimler sürerken kendimi daima güven içerisinde hissettim.”

“Iron Man”in senaryosunda askeri unsurların güçlü şekilde var olması nedeniyle film yapımcıları, Amerikan Savunma Bakanlığı’nın onayını alma gereğini hissettiler. Yapımcı Kevin Feige bu süreci şu sözlerle açıklıyor:

“Çekeceğiniz filmde Savunma Bakanlığı onayını alırsanız o andan itibaren askeri uçaklara, araç gerece ve diğer askeri malzemelere daha kolay ulaşırsınız. Savunma Bakanlığı onayı almak için öncelikle senaryoyu onaylanması için hükümete göndermeniz gerekir. Onlar senaryoyu okuduktan sonra onay verirler ya da vermezler. Ancak bu film için önceden izin almak anlamına gelmez. Onay gelmese de filmi çekmenize karışmazlar ama destek vermezler. Onay verirken ana hedefleri, filmdeki Silahlı Kuvvetler mensubu karakterlerin gerçeğe uygun olmasıdır. Bizim filmimizde de yüksek rütbeli bir subay olan Hava Kuvvetleri Yarbayı Rhodey karakteri vardı. Bu karakterin geliştirilmesi için destek verdiler.”

Savunma Bakanlığı onayının parçası olarak Hava Yüzbaşı Christian Hodge, filmin setlerinde hükümet yetkilisi olarak görev yaptı. Savunma Bakanlığı onayı alınmasının önemine dikkat çeken Hodge, “Askerden böyle bir destek aldığınızda film bir sonraki düzeye yükselir. Askeri üslerde çekim yapmanıza, gerçek uçaklarda çalışmanıza ve arka planda gerçek askerlerin yer almasına izin verirler. Ayrıca filmdeki askeri sahnelerin gerçeğe daha uygun olması için sete bir teknik danışman sağlanır” diyor.
Çekimlerin sonuna gelindiğinde filmin oyuncuları, “Iron Man” gibi dev bütçeli bir aksiyon maceranın yapımı için tüm deneyimlerini yansıtmışlardı. Oyunculardan Jeff Bridges, “Iron Man” ile ilgili düşüncelerini şu sözlerle özetliyor:

“Bu filmi yaparken harika zaman geçirdim. İzleyicinin de aynı keyfi alacağına inanıyorum. Heyecan yüklü aksiyonun yanısıra düşünce üreten temalara sahip olan bu filmden çıkan izleyiciler, bazı ilginç felsefi sorular üzerinde konuşma fırsatı bulacaklar.”

Gwyneth Paltrow şunları ekliyor: “Bu filmin inanılmaz eğlendirici olduğunu; aksiyon ve macera boyutlarıyla izleyiciyi kesinlikle heyecanlandıracağını düşünüyorum. Bence filmin artı değerlerinden birisi, gerçekten çok iyi yazılmış senaryosudur. Iron Man rolündeki Robert Downey Jr’ın varlığı beni o kadar heyecanlandırdı ki, sıradan bir izleyici gibi sinemaya gidip izlemek heyecanlı olacak.”

Robert Downey Jr’ın yorumu ise şöyle: “Bu filme adeta aşık oldum. Bu deneyime katılan, çekimin parçası olan herkesle gurur duyuyorum. Bu filmde aradığım herşey fazlasıyla var. Harika bir öykü, mükemmel oyuncu kadrosu ve şimdiye kadar çalıştığım en iyi teknik ekipler…”

“Iron Man”in çekimleri, Nevada’ya bağlı Las Vegas’taki Caesars Palace adlı casinoda tamamlandı. Film yapımcıları, oyuncu kadrosu ve teknik ekiplerin tamamı, çekimler boyunca büyüleyici bir kreatif süreci paylaşmanın tadını çıkarttılar.

“Bu filmi yaparken geçmişteki birçok Marvel filminde çalışmış en iyi teknik ekipleri bir araya getirdik” diyor yapımcı Feige, “Aynı zamanda en yetenekli oyuncuları da kadroya aldık. Herhangi bir film afişinde Marvel logosunu görünce olağanüstü bir yolculuğa çıkmak üzere olduğunuzu bilirsiniz. ‘Iron Man’ aksiyon ve macera yüklü bir yaz filmidir. İzleyici bu filmde bir süper kahramanın doğuşunu görecek, Marvel’in en yeni kahramanıyla maceraya çıkmanın keyfine varacak.”

“Iron Man” ile ilgili son sözleri ise yönetmen Jon Favreau söylüyor: “Katılımda bulunan herkesin getirdiği deneyimlerin kombinasyonundan oluşan böyle bir filmin eşi bulunmaz bir fırsat olduğunu hissediyorum. Ortak deneyim sonucu ortaya çıkan film o kadar keyifli oldu ki, en büyük beklentilerimi bile aşan noktalara ulaştı. Süper kahraman filmlerinin genel tarzına sadık kalırken aynı zamanda yepyeni bir vizyon getirerek keyifli bir denge tutturduğumuza inanıyorum. Sağlam bir film yaptık. Bu filmi, Iron Man karakteriyle büyümüş çizgi roman okurlarının yanısıra onu hiç tanımayan geniş izleyici kitleleri de seveceğine eminim.”

Iron Man'in çekimlerine, Los Angeles’ın batı kesimindeki Playa Vista Stüdyolarında başlandı

Oyuncu kadrosunun tamamlanmasının ardından yapımcılar, filmin çekimlerinin Los Angeles’ta yapılması kararını aldılar. Ana çekim mekanları arasında Edwards Hava Kuvvetleri Üssü, Lone Pine’daki tarihi “Movie Road” ve Playa Vista Stüdyoları yer alacaktı. Kısacası yönetmen Jon Favreau, “Iron Man”i bir Batı Sahili (Los Angeles çevresi) süper kahramanı yapma kararını hayata geçirecekti.

Yönetmen bu kararının gerekçesini şu sözlerle açıklıyor: “Iron Man’ izleyiciyi dünya turuna çıkaran bir macera filmidir. Tony Stark karakteri de, dünya genelinin jeopolitik görünümüyle yakından ilgilenen, dünyamızın ufuklarını genişleten bir adamdır. Tüm Marvel süper kahraman çizgi romanlarının konusunun New York’ta geçmesine uygun olarak ‘Iron Man’ çizgi romanının konusu da geleneksel olarak New York’ta geçer. Oysa ben bu geleneği değiştirip Batı Sahili’nde geçmesini istedim. Bunu yaparken amacım, Iron Man’i New York gökdelenleri arasında uçurmak yerine Batı Sahili’ndeki okyanus ve dağlar arasında uçurarak farklı bir görünüme ulaşmaktı. Ayrıca filmin çekimlerini Los Angeles’ta yaptığım takdirde Howard Hughes etkisinin ve uçuşların tarihçesine daha bağlı kalacağımı hissettim.”

“Iron Man”in çekimlerine, Los Angeles’ın batı kesimindeki Playa Vista Stüdyolarında başlandı. Bu stüdyolar prodüksiyon için ana üs işlevi görürken çekimler ağırlıklı olarak iki sahnede gerçekleştirildi. Seçilen bu iki sahnenin ortak özelliği, geçmişte Howard Hughes ile direkt bağlantılı sahneler olmasıydı.

Yönetmen Jon Favreau’nun bu konudaki yorumu şöyle: “Los Angeles’ta inşa etmemiz gereken tüm setler için yeteri kadar büyük bir stüdyo ararken Playa Vista Stüdyolarıyla karşılaştık. Burası eskiden Howard Hughes’un ünlü Spruce Goose uçakları için uçak kanadı ürettiği fabrikaydı. Sonradan film stüdyosuna dönüştürülen bu yerde set kurmanın harika olacağını düşündük.”

Bu stüdyoda ilk olarak Tony Stark’ın esir düştüğü ve Ortadoğu’lu ihtilalci grubun lideri Raza için Jericho füzesi imal etmeye zorlandığı sahnenin çekimleri gerçekleştirildi. Yinsen’in öğütlerine kulak veren Tony Stark, filmde giydiği ilk zırhı burada imal etmeye başlıyordu.

Filmin tüm sahnelerinin otantik olması için yönetmenin direktiflerini dikkatle izleyen prodüksiyon tasarımcısı J. Michael Riva, Afganistan dağlarının derinliklerindeki mağarayı temsil eden bu seti kurarken çok çeşitli zorluklara göğüs germek zorunda kaldı.

Ünlü tasarımcı setleri hazırlarken uyguladığı felsefeyi şu sözlerle özetliyor: “Mağara seti kurmanın en eğlenceli kısmı hiç kuşkusuz mağara içerisindeki yaşam ortamını yaratmaktı. Teröristler tarafından kaçırılıp iki üç aylığına esir tutulan insanların ruh halini anlamaya çalıştık. Öyle yerlerde nasıl yaşanıyordu? Günlük rutinleri nasıldı? Zaman geçirmek için neler yapıyorlardı? Bu soruların yanıtlarını arayarak seti hazırladıktan sonra mağaraya kendimiz girip geceledik. Böylece ortamı birinci elden hissetmeye çalıştık.”

Riva sözlerini şöyle noktalıyor: “Araştırmalarım sırasında keşfettiğim ilk gerçeklerden birisi, uzak dağlardaki bu mağaraların ne kadar soğuk olduğuydu. Afganistan’ın Tora Bora bölgesindeki mağaralardan birisinde çekilmiş bir haber filmi izledim. Bir Taliban savaşçısıyla yapılan söyleşi vardı. Konuşurken soğuk nedeniyle ağzından çıkan dumanları görebiliyordum. Bunun üzerine Jon Favreau’yu mağarayı soğutma konusunda ikna ettim. Mağaramızın çeşitli yerlerine air condition sistemi kurarak aktörlerin üzerine bol miktarda soğuk hava yolladık. Sanırım setteki herkes benden nefret etmiştir ama son derece etkili olduğunu, esir tutulmanın zorluğunu gösterdiğini düşünüyorum.”

Tony Stark hem pozitif hem de negatif anlamda şöhreti olan bir figürdür

Senaryo çalışmasının devam ettiği sıralarda film yapımcıları, filmin baş karakteri olan playboy ruhlu dolar milyarderi sanayici Tony Stark rolünde oynayacak aktörü arama sürecini başlattılar.

Yönetmen Jon Favreau bu karakteri şu sözlerle yorumluyor: “Tony Stark hem pozitif hem de negatif anlamda şöhreti olan bir figürdür. Daha Iron Man olmadan önceki dönemlerde bile yüzünün gazete manşetlerinde yayınlanması yasaklanmıştır. Uzun yıllar boyunca silah ticaretiyle ilgilenmiştir ama para kazanmak için yaptığı işin kötü sonuçlarının aniden farkına varır. Onun durumunu, iyi bir insan olduğunu zannederken bir sabah uyandığında aslında kötü birisi olduğunun farkına varan bir insanın durumuna benzetebiliriz. Dıştan bakıldığında herşeye sahipmiş gibi gözükür ama Tony Stark film boyunca içsel bir kriz yaşayan son derece kompleks bir karakterdir.”

Tony Stark rolü için film yapımcılarının tercihi, Oscar adayı aktör Robert Downey Jr’dan yana oldu. Yönetmen Favreau bu tercihin sebebini şu sözlerle açıklıyor:
“Tony Stark rolünde Robert Downey Jr’ın oynamasını çok istedim. O da bunu en az benim kadar istedi. Bu rol için en iyi oyuncuyu seçmem konusunda Marvel bana sınırsız özgürlük verdi. Marvel filmlerinin en büyük yıldızı daima süper kahraman imajıdır. Geçmişte süper kahraman rolleri için birbirinden güçlü ve ilginç aktörlerle anlaşma yaptılar. Ticari açıdan büyük başarılar elde ettiler. Robert Downey Jr’ın adını gündeme getirdiğimde Marvel’den tek bir kişi bile karşı çıkmadı. Stüdyonun da desteğini alarak Tony Stark karakterini ona verme kararını hayata geçirdim.”

Tony Stark rolünü oynamanın ve kırmızı-altın rengi zırh içine girmenin kendisi açısından çocukluk hayalinin gerçekleşmesi anlamını taşıdığını belirten Downey ise şöyle konuşuyor:

“Ben bir Amerikalıyım. ‘Iron Man’ ve ‘Spider-Man’ gibi Marvel çizgi romanlarını okuyarak büyüdüm. Bu ikisi arasında büyüleyici zekası ve entelektül boyutu nedeniyle özellikle Iron Man’i ilginç bulurdum. Süper kahramanlar zaten büyüktür ama silah üreten ve kendisinin giyeceği çok özel bir zırh yapan bir süper kahraman hepsinden daha büyüktür. Bence o, doğru sebeplerden dolayı çelişkiler içinde olan bir insandır. Ahlaki kodlarla uyum halinde yaşamaya başlayıncaya kadar kendi potansiyelinin farkında değildir. Bunun zaman içindeki olumlu dönüşümleri onore eden bir tema olduğunu düşünüyorum.”

“Iron Man”in Tony Stark’tan sonraki ikinci önemli karakteri, ABD Hükümetinin ve Hava Kuvvetleri’nin öndegelen askeri danışmanlarından Yarbay James “Rhodey” Rhodes karakteridir. Tony Stark’ın sahibi olduğu silah yapım şirketi Stark Industries’in Rhodes ile uzun vadeli ilişkisi vardır. Ortadoğu’daki bir askeri silah sergisinden dönmekte olan Rhodey ile Tony Stark’ın konvoyu, bir ihtilalci grubunun saldırısına uğrar. Çıkan şiddetli çatışmada şarapnel yarası alan Tony Stark ihtilalcilerin eline geçer. Savunma Bakanlığı birkaç ay sonra ümidi keserek onu arama çabasını durdurur ama Rhodey çok sevdiği dostu ve sırdaşını aramaktan vazgeçmeyecektir.

“Iron Man”de Rhodey rolünde Terrence Howard kamera karşısına geçti. “Hustle and Flow” adlı filmdeki performansıyla Oscar adaylığı alan Howard, “Iron Man”de Downey’in karşısında oynama fırsatına balıklama atladığını belirterek düşüncelerini şu sözlerle dile getiriyor:

“Herşey bir yana, bu filmde Robert Downey Jr ile çalışma fırsatı beni cezbetti. Onu ilk kez ‘Weird Science’ adlı filmde izlediğimde müthiş bir oyuncu olduğunu düşünmüştüm. Daha sonra ‘Chaplin’i yaptı. İşte o zaman bir dahi olduğunun farkına vardım.”

Howard filmde portresini çizdiği karakteri ise şu sözlerle tanımlıyor: “Rhodey, ABD ordusunda görev yapan bir yarbaydır. Hava Kuvvetleri ile Stark Industries arasında köprü işlevi görür. Özel sektörde çalışmadığı için üzüntü içerisindedir ama orada Tony Stark gibi bir dostu olmasından mutludur. Kimi zaman kendi değer yargılarına ters düşse de Tony’nin çıkarlarını korumak için elinden geleni yapar.”

Tony Stark’ın diğer güvenilir müttefiki, yetenekli asistanı Virginia “Pepper” Potts karakteridir. Stark’ın eksantrik yaşamının vazgeçilmez bir parçası olan Virginia Pepper Potts’un hiçbir tartışmadan asla kaçmayacak kadar kararlı ve inatçı kişiliği vardır. Tony’nin hayatının tehlikeye girdiği anlarda onu kurtarmak için kendisini ateşe atmaktan hiç çekinmez.

Stark’ın asistanı Virginia Pepper Potts rolünü Oscar ödüllü yıldız Gwyneth Paltrow’a veren film yapımcıları, bu kararlarıyla film dünyasında büyük bir darbe gerçekleştirdiklerini biliyorlardı.

Buna karşılık Paltrow açısından “Iron Man”in kadrosuna katılma kararı oldukça kolay bir karar oldu. Güzel oyuncu bu konudaki düşüncesini şu sözlerle dile getiriyor:
“Ben de Marvel çizgi romanlarıyla büyüdüm. Erkek kardeşimin küçük yaştan itibaren sıkı bir Spider-Man hayranı olması nedeniyle evimizin her yanı çizgi roman kitaplarıyla doluydu. Ancak ben bugüne kadar bu ölçekte ve bu tipte bir filmde hiç oynamamıştım. Iron Man rolünde Robert Downey Jr’ın oynayacağını, kadroda Terrence Howard’ın da olduğunu, yönetmenliğini Jon Favreau’nun üstleneceğini duyduğum anda yapımcılara ‘Ben de varım’ haberini hemen yolladım.”

Yönetmen Favreau’nun bu karakter ile ilgili yorumu şöyle: “Çizgi romanda Pepper Potts karakterinin konumu oldukça farklıdır. Tony Stark’a sürekli yaltaklanan bir sekreter pozisyonundadır. Bu karakterde Gwyneth’in kişiliğine uygun bir güncelleme yaparak akıllı, dengeli, temkinli ve klas bir asistan haline getirdik. Tony Stark’ı sürekli disiplin altında tutar, hayatını organize eder. İkisi arasında zaman zaman romantik gerilim oluşturacak düzeyde ying yang ilişkisi vardır. Bu dinamiği de bir miktar sergilemek istedik. Çünkü orijinal çizgi romanda yeteri kadar tanımlanmamıştı.”

Gwyneth Paltrow’un oynadığı karakterle ilgili yorumu ise şöyle: “Tony ile Pepper alttan alta gelişen bir cinsel çekim gücü kesinlikle vardır. Ancak bu boyut, daha çok onların birbirine söylemedikleri ve yapmadıkları şeylerde öne çıkar. Pepper, Tony’nin yaşamındaki en yakın insandır. Onun yolunu ışıklandıran kişidir diyebiliriz. Onu daima korur, başı derde girdiğinde yanında olur, işini zamanında yapmasını sağlar, bu konularda daima sorumlu davranır. Tony büyüleyici şeyler yaratacak düzeyde dahi bir erkektir. Ancak birçok sanatçı gibi kendi hayatının pragmatik taraflarını düzenleme konusunda çok yetenekli değildir. Böyle anlarda Pepper devreye girerek onu hizaya getirir.”

Tony’nin bilinmeyen düşmanın eline geçmesinin ardından Stark Industries’te bütün yetkiler, şirketin üst düzey yöneticilerinden Obadiah Stane’in eline geçer. Tony’nin babası Howard Stark’ın sırdaşı ve danışmanı olan Obadiah Stane, üstlendiği işin yapılması için gereken her türlü adımı atmaya istekli olan kurnaz, akıllı ve hesabını kitabını bilen bir işadamıdır.

Film yapımcıları, Obadiah rolünü bugüne kadar dört kez Oscar ödülüne aday gösterilen ve Hollywood’un en başarılı aktörlerinden birisi kabul edilen Jeff Bridges’e verdiler.

Deneyimli aktör, filmde portresini çizdiği Obadiah Stane karakterini şu sözlerle tanımlıyor: “Obadiah ilginç bir isim olduğunu görünce nedir diyerek Google’da arama yaptım. İncil içerisindeki en kısa kitap olduğunu keşfettim. Sadece birkaç sayfadan oluşuyordu. Okuduğumda kısas / misilleme kavramıyla ilgili olduğunu keşfettim. Acaba Stan Lee yazarken bunu biliyor muydu, yoksa tamamen bir tesadüf müydü bunu merak ediyorum.”

Tony Stark yakalanıp esir düştüğünde dağlardaki büyük ve karanlık bir mağaraya götürülür. Orada portresini Shaun Toub’un çizdiği Yinsen adlı bir savaş esiriyle tanışır. Tıp doktoru olan Yinsen, şarapnel mermisinin kalbini yırtmasını önleyecek bir cihaz yapmak suretiyle Tony’nin hayatta kalmasını sağlar.

Shaun Toub’un oynadığı Yinsen karakteriyle ilgili gözlemleri şöyle: “Yinsen çok sayıda farklı yabancı dil konuşabilen dünyevi yönleri güçlü bir adamdır. Aslen küçük bir kasabadan gelmiş olduğu halde dünyayı dolaşmıştır. Tony Stark o mağaraya getirildiğinde ameliyet yaparak şarapneli mümkün olduğunca çıkarır. Buradaki ironi, patlayan bombadan fırlayıp Tony’nin göğsüne saplanan şarapnelin, Tony’nin sahibi olduğu Stark Industries’in ürettiği bomba olmasıdır.”

Tony mağarada gizlice zırh imal ederken Yinsen de asilerin acımasız lideri Raza’nın giderek artan düşmanca tavırlarını dizginlemeye çalışmaktadır. Tony’i ele geçirip Stark Industries’in en yeni ve en güçlü silahı olan Jericho füzelerini inşa etmeye zorlayan Raza rolünde Faran Tahir oynadı.

Çocukluğundan beri sıkı bir “Iron Man” çizgi romanı okuru olduğunu gizlemeyen Faran Tahir, portresini çizdiği karakteri, Tony Stark gibi yüksek değerli bir hedefi ele geçirmeye iten sebepleri şöyle açıklıyor:

“Raza gizli bir ittifakın parçasıdır. Tony Stark’ı ele geçirip öldürme görevini almıştır. Düzenlediği saldırıdan sonra Tony’nin ölme noktasına gelmesi üzerine Raza çok önemli bir tercih yaparak onu iyileştirmeye karar verir. Tony çok kıymetli bir araçtır ve ondaki silahı almak ister. Eğer Raza bu silaha sahip olabilirse lideri olduğu birlik güçlenecek, tüm bölgeye hükmedebilecektir.”

Genç ve güzel araştırmacı gazeteci Christine Everhart rolünde kamera karşısına geçen Leslie Bibb ise, oynadığı karakterin açılımını şu sözlerle yapıyor:

“Tony Stark o güne kadar birçok gazeteciyle söyleşi yapmıştır ama hiçbirisi onu Christine kadar sinirlendirmemiştir. Portresini çizdiğim Christine karakteri senaryoda ahlaki adaletin ve vicdanın sembolü olarak tanımlanır. Tony Stark’ın yaptığı işin kötülüğünün farkına varmasını ve, ‘Sen bir silah üreticisisin. İşte yaptığın iş bu… Bunlar da senin şirketinin ürettiği silahların sonuçları’ gerçeğinin farkına varmasını sağlar. Tony’i savaşlardan çıkar sağlayan bir adam olarak görmektedir ama aynı zamanda cazibesi ve karizmasından etkilenmiştir. Hatta Tony Stark’ın okyanus kıyısındaki lüks villasında bir gece geçirmekten de kendisini alıkoyamaz.”

“Iron Man”in diğer rollerinde, Raza’nın baş yandaşı Abu Bakan rolünde Sayed Badreya; hükümet ajanı Coulson rolünde Clark Gregg; Hava Kuvvetleri Generali Gabriel rolünde Bill Smitrovich ve Tony Stark’ın şoförü Happy Hogan rolünde yönetmen Jon Favreau oynadılar.

Iron Man karakterinin çizgi roman dünyasında milyonlarca hayranı var

“Iron Man”in çekilmesine karar verildikten sonra Marvel yetkililerini bekleyen en büyük zorluk, geniş ölçekli bir aksiyon filminin kendine özgü teknik yönlerinin üstesinden gelirken diğer çizgi roman karakterleri arasında “Iron Man”i öne çıkaran insani boyutu verebilecek bir yönetmen bulmak oldu. Marvel’deki kreatif ekibin elindeki potansiyel yönetmenler listesinde sadece tek bir isim vardı. O da, bugüne kadar “Made”, “Elf” gibi komedilerin yanısıra “Zathura” gibi eleştirmenlerin beğenisini kazanmış bilimkurgu macerasına imzasını atmış olan Jon Favreau’dan başkası değildi.

Yapımcı Avi Arad, bu tercihin gerekçesini şu sözlerle açıklıyor: “Aynı zamanda aktörlük yeteneği de olan Jon Favreau ile ‘Daredevil’da beraber çalışmıştık. O filmimizde Foggy rolünde oynamıştı. Yönettiği tüm filmleri çok severim ama aralarında en çok ‘Zathura’dan etkilendim. Arkadaşlarımın çocuklarının birçoğu o filmi beş-altı kez seyretmişlerdi. Ne kadar çok sevdiklerini hep duyardım. Bence Jon Favreau, Marvel markasına ve Iron Man karakterine derin sevgi duyan zeki bir yönetmendir. Ayrıca günümüz dünyasının politik ve sosyal sorunlarına ilgi duyan bir yönetmene ihtiyacımız vardı. Jon bu karakteristik özelliklerin hepsine sahip bir yönetmen olmasıyla listemizdeki tek isim oldu.”

Yeni bir süper kahraman yaratma şansının kendisi için es geçilemeyecek bir fırsat olduğunu söyleyen Jon Favreau, “Iron Man” projesinin yönetmenliğine neden sıcak baktığını şu sözlerle açıklıyor:

“Marvel çizgi romanlarını okuyarak büyüdüm. ‘Iron Man’ karakteri, çok orijinal bir evren olarak gördüğüm Marvel evreninin en büyük karakteri olduğu için heyecan verici bir sınav olacaktı. Bağımsız filmler dünyasından gelen bir yönetmenim. Bu yüzden eldeki karakterlerin insani boyutunu en sade haliyle öyküleme yeteneğim olduğunu düşünüyorum. Marvel çizgi romanlarının en karakteristik özelliği, kahramanlarının herşeyden önce eksikleri ve kusurları olan insan olmalarıdır. Marvel’in yayın hayatına başladığı yıllardaki süper kahramanlar hep doğaüstü varlıklardı. Sağlamlık, bütünlük ve kusursuzluğu temsil ediyorlardı. Ancak Marvel bu geleneği değiştirerek kendine özgü yetersizlikleri olan süper kahramanlar yarattı. Hepsinin keşfedilmeyi bekleyen ilginç insani yönleri vardı.”

Çekimlerinden başlamasından bir yıl önce sözleşme imzalayan Jon Favreau, 40 yıldan beri var olan bir Marvel karakterini temel alan senaryonun geliştirilmesinde rehberlik etmek gibi uzun ve zorlu bir göreve başladı. Senaryo çalışmasında elindeki en değerli hazine, “Iron Man” çizgi roman serisinin 40 yıllık süre içerisinde yayınlanmış 600’den fazla sayısındaki öyküler demetiydi.

Senaryonun ilk taslaklarının oluşturulmasında Favreau’ya dört kişilik bir yazarlar ekibi eşlik etti. Ünlü senaryo yazarları Art Marcum ve Matt Holloway’e, Oscar adayı yazarlar Mark Fergus ve Hawk Ostby’in de katılımıyla “Iron Man”in senaryosuna son şekli verildi. Film yapımcılarının en baştan itibaren ortak kararı, öncelikle “Iron Man” karakterinin nasıl doğduğu konusuna odaklanmaktı.

“İzleyicinin seyretmekten en çok keyif aldığı bölümlerin başında bir kahramanın doğuşu gelir. İzleyiciye bir süper kahramanı tanıtırken bu bölümü en başa koymanız gerekir. Daha önceki filmlerimizde de süper kahramanların gelişim süreçleri en unutulmaz anları oluşturmuştu. ‘Iron Man’in başlangıcında da aynısını yapmamız kaçınılmazdı” diyor yapımcı Feige…

Yönetmen Favreau ise şunları ekliyor: “Bir süper kahramanın orijin öyküsünü yaratırken birtakım kritik sorumluluklarımız vardır. Bunların başında o kahramanın nasıl oluştuğunu göstermek gelir. Aslında bu birçok yönetmene sanki angarya gibi gözükebilir ama doğru yapıldığı takdirde izleyicinin ana karakterle bütünleşmesi, kahramanla beraber hareket etmesi sonucunu getirdiği için yönetmen açısından büyük bir fırsattır. Açıkçası ben bugüne kadar izlediğim aksiyon filmlerinde en çok bir süper kahramanın şekillenmesine tanıklık etmekten keyif aldım.”

Film yapımcılarını bekleyen bir başka zolu görev, öykünün günümüze uygun şekilde güncellenmesiydi. Marvel Comics’in orijinal öyküsündeki Tony Stark karakteri, ABD’nin savaş çabalarına yardımcı olması amacıyla geliştirilen yeni mini-transistörlerini gözlemlemek üzere Vietnam’ı ziyaret ederken ateş açılan ve düşmanın eline geçen anti-komünist bir kahramandı.

Yönetmen Favreau’nun bu konudaki yorumu şöyle: “Elimizdeki orijinal öykünün yeni teknolojiyi yansıtacak şekilde yeniden geliştirilmesi gerekiyordu. Aynı zamanda günümüz dünyasının politik, sosyal ve ekonomik ortamındaki değişimleri de yansıtmalıydı. Stan Lee’nin 1960’lı yıllarda bilimkurgu olarak yazdığı herşey artık bugünün modern bilimidir. Günümüzde teknoloji o kadar gelişti ki, Iron Man’in Marvel evrenine ilk girdiği günlerde bilimkurgu filmi konusu olan herşeyi artık herhangi bir mağazada rahatlıkla satın alabiliyoruz. Tony Stark karakterine gelince, Iron Man haline geldiği zaman kendi gerçek amacını bulan çelişkili doğası olan olağanüstü bir karakterdi. Eldeki temel orijinal öykü yapısını korumak istedik ama aynı zamanda günümüzü yansıtmasını hedefledik.”

“Iron Man”in senaryosuna katkıda bulunan Mark Fergus, yazım sürecinin Jon Favreau ve Peter Billingsley ile görüştükten sonra netliğe kavuştuğunu belirterek şunları söylüyor:

“Iron Man karakterinin çizgi roman dünyasında milyonlarca hayranı vardı ama öykünün günümüz pop kültürüne uygun şekilde güncelleştirilmesi şarttı. Serinin sıkı hayranlarını tatmin eden bir öykü ortaya koyarken bu karakterle hiç tanışmamış olan izleyicileri de dikkate almamız gerekiyordu. Favreau ve Billingsley ile oturup konuştuğumuzda kendimize, ‘Bu filmin konusunu tek cümleyle özetlememiz gerekse ne derdik?’ diye sorduk. Vardığımız sonuç, ‘Bu filmde kendi kalbini bulan bir adamın öyküsü anlatılır’ şeklinde bir cümle oldu. Bir filmin ardındaki ana fikri belirlerken, kolay anlaşılacak tek bir tema bulmak zorundasınız. Bu açıdan bakınca Tony Stark karakterinin hissetmeyi ve iletişim kurmayı, bu dünyadaki rolünün getirdiği sorumluluğu kabullenmeyi öğrenen bir adam olduğunu söyleyebiliriz.”

Iron Man karakteri çizgi roman dünyasında Spider-Man, The X-Men ve The Fantastic Four’la yanyana gururla durur

5.000’den fazla karakter kütüphanesiyle Marvel Entertainment, dünyanın en büyük ve en önemli karakter bazlı eğlence şirketlerinden birisidir. Şirketin çalışma alanında uzun metrajlı sinema filmleri, DVD / home video ürünleri, tüketiciye yönelik ürünler, video oyunları, aksiyon figürleri, televizyon yapımları ve promosyonlar yer alır. Özellikle çizgi roman yayıncılığı alanında 60 yıllık birikimi olan Marvel, yayınladığı çizgi roman kitaplarını dev bütçeli sinema filmlerine başarıyla dönüştürmüştür.

Marvel Stüdyoları’nın Hollywood’da rönesans etkisi yaratan filmleri arasında izleyici rekorları kıran “Spider-Man”, “X-Men” ve “Fantastic Four” gibi film dizileri başı çekti. 1998’den bugüne kadar dünya çapında 4.9 milyar dolarlık görkemli gişe hasılatına ulaşan Marvel Films, çektiği filmlerle Hollywood’un tepe noktasındaki marka isimlerinden birisi haline geldi.

Marvel Stüdyoları Başkanı David Maisel, çizgi roman kitaplarının gümüş ekrana uyarlanmasındaki başarı sırlarını şu sözlerle açıklıyor: “Bizim filmlerimizin konuları, süper kahramana vurgu yaptığı ölçüde insanı baz alır. Filmlerimizde hem çocukları, hem de yetişkinleri cezbedecek büyük aktörlere başrol veririz. Filmlerimizi geniş kitlelerin beğeneceği şekilde yaparız.”

“Iron Man”in yapımcısı ve Marvel Stüdyolarının prodüksiyonlardan sorumlu başkanı Kevin Feige ise şunları ekliyor: “Son yedi sekiz yıllık süreçte özgün ve orijinal yetenekleri dünyaca ünlü karakterlerle birleştirirken önümüzde büyük bir fırsat vardı. Marvel markasıyla işbirliği yapmaktan dolayı şanslıydık. Film endüstrisinin en iyi teknisyenlerini, görsel efekt süpervizörlerini, görüntü yönetmenlerini, görsel efekt şirketlerini ve en yetenekli yönetmenlerini kendimize çekebilirdik. Karşımıza çıkan fırsatları en iyi şekilde değerlendirince en iyi yaz filmlerini hayata geçirdiğimize inanıyoruz.”

David Maisel 2007 yılında yaptığı açıklamada Marvel’in 10 filmlik bir portföyle izleyici karşısına çıkmaya hazırlandığını, bunlar arasında “Iron Man” ile “The Hulk”un 2008 yılında gösterime gireceğini, sonraki yıllar için de “Captain America”, “Thor” ve “Ant Man”in hazırlanacağını duyurdu.

Marvel Comics’in orijinal yapıtlarından birisi olan “Iron Man”in 1963 yılına kadar uzun ve başarılı bir geçmişi vardır. Stan Lee’nin yarattığı “Iron Man” çizgi roman serisinin karakterleri ilk olarak 1963 yılı Nisan ayında “Tales of Suspense” adlı Marvel çizgi romanında boy gösterdiler. Iron Man’in ikinci kimliği olan dolar milyarderi Tony Stark karakteri yaratılırken Amerika’nın ikon haline gelmiş milyarderlerinden Howard Hughes’un kişiliğinden esinlenildi.

“Iron Man”in prodüksiyon amirliğini üstlenen Stan Lee, bu benzerlik konusunda, “Howard Hughes, 20. yüzyılın en renkli insanlarından birisiydi. O bir mucit, bir maceraperest, bir mülti-milyoner, bir çapkın ve hepsinden önemlisi de bir kaçıktı” diyor.

Stan Lee sözlerine şöyle devam ediyor: “Iron Man gibi bir karakteri yaratırken bildiğimiz süper kahraman tiplemelerinden farklı birşeyler yapmak istedim. 1963 yılında Iron Man, o dönemin genç okurlarının hiç beklemediği özellikleri bünyesinde topluyordu. Bunların başında da savaş makineleri üreten bir sanayici olması vardı. Tony Stark karakterini zengin, gösterişli, yakışıklı ve ilginç bir erkek kimliğinde yaratırsam okuyucuların hoşuna gideceğini düşündüm. Bu üstün özelliklerinin yanına hassas ve kırılgan bir kalp eklediğim takdirde mükemmeliğinden biraz kaybedecek ama okuyucu onu daha çok benimseyecekti. Okurların tepkisi müthiş oldu. Tüm Marvel karakterleri arasında çok özel bir konuma yükselen Iron Man, diğer bütün karakterlerden daha fazla kadın okur kazandı. Kadınıyla erkeğiyle her yaştan insan, Tony Stark karakterinin insani yönüyle bağlantı kurmuştu.”

Yapımcı Kevin Feige’in bu konudaki yorumu şöyle: “Iron Man karakteri çizgi roman dünyasında Spider-Man, The X-Men ve The Fantastic Four’la yanyana gururla durur. 40 yılı aşkın süredir okurların kalbini kazanmasının sebepleri, onun bir mutant olmayışı, biyolojik dönüşüm geçirmemesi veya bir genetik böcek tarafından ısırılmamış olmasıdır. O üzerine giydiği kıyafeti yapmak için kendi dehasını kullanan bir insandır. Yaptığı kıyafet ise insan zekasının keşfettiği en güçlü silahtır.”

Filmin yapımcılarından Avi Arad ise düşüncelerini şu sözlerle ifade ediyor: “Iron Man bizler için ilginç bir karakterdir. Bugüne kadar ‘Spider-Man’ ve ‘X-Men’ gibi serilerde süper güçleri en iyi şekilde işledik. Buna karşılık ‘Iron Man’in çok özel bir durumu vardır. Yaşadığımız dünyanın sosyal sorunlarıyla ilgilenen konusuyla farklılık gösterir. Ruhunun derinliğinde kahramanlık olan bir erkeğin günahlarından arınması, günahlarının kefaretini ödemesi üzerine bir öykü anlatılır. Ancak bunu başarmak için çok tehlikeli koşullardan geçmek zorunda kalır.”

Iron Man, Robert Downey Jr, Terrence Howard, Gwyneth Paltrow, Jeff Bridges, Shaun Toub

Yönetmen: Jon Favreau

Oyuncular: Robert Downey Jr, Terrence Howard, Gwyneth Paltrow, Jeff Bridges, Shaun Toub, Bill Smithrovich, Leslie Bibb, Faran Tahir, Sahar Bibiyan, Nazanin Boniadi

Senaryo: Mark Fergus, Hawk Ostby, Art Marcum, Matt Holloway

Yapımcılar: Avi Arad, Kevin Feige

Görüntü Yönetmeni: Matthew Libatique, Prodüksiyon Tasarımı: J. Michael Riva

Kostüm Tasarımı: Rebecca Bentjen, Laura Jean Shannon, Kurgu: Dan Lebental,

Sanat Yönetimi: Suzan Wexler, Özgün Müzik: Ramin Djawadi

Paramount Pictures – Marvel Entertainment / UIP Filmcilik

Paramount Pictures ve Marvel Entertainment, dolar milyoneri sanayici ve dahi mucit Tony Stark’ın (Robert Downey Jr) aksiyon ve macera yüklü öyküsü “Iron Man”i sunar.
ABD Hükümeti için teknoloji harikası silah ve füzeler üreten Stark Industries’in CEO’su olan Tony Stark, dünyanın her köşesinde Amerikan çıkarlarını koruyarak çok önemli konuma ulaşmış bir silah sanayicisidir. Yeni ürettiği füzelerin test edildiği bir gösterinin ardından konvoyunun saldırıya uğraması ve bir terörist grubun eline esir düşmesiyle birlikte Tony’nin keyifli yaşam tarzı bir anda değişir.

Saldırı esnasında zaten zayıf düşmüş olan kalbinin yanına bir şarapnel mermisinin saplanmasıyla hayatı tehlikeye giren Tony, kendisini esir alan ihtilalci grubun esrarengiz lideri Raza (Faran Tahir) tarafından teröristlerin işine yarayacak ölümcül bir silah üretmeye zorlanır. Onların taleplerine aldırmayıp zekasını ve yaratıcılığını kullanarak kendisini esaretten kurtaracak bir zırh imal eder.

Amerika’ya döndüğünde kendi geçmişiyle hesaplaşma noktasına gelen Tony, kurucusu olduğu Stark Industries’i yepyeni bir hedefe yönlendirmeye yemin eder. Eskiden sağ kolu olan ve kendisinin yokluğunda şirketi yöneten Obadiah Stane’in (Jeff Bridges) şiddetli muhalefetine rağmen günlerini ve gecelerini atelyesinde çalışarak geçirmeye başlar. Artık tek isteği, kendisine insanüstü güçler ve fiziksel koruma sağlayacak çok gelişkin bir zırh geliştirmektir.

Yıllardır beraber çalıştığı güzel asistanı Pepper Potts (Gwyneth Paltrow) ve yarbay dostu Rhodey’in (Terrence Howard) yardımıyla dünya çapında sonuçlar yaratacak haince bir komployu açığa çıkartmayı başarır. Yeni kırmızı ve altın rengi zırhına bürünen Tony Stark artık, ikinci kimliği Iron Man gibi dünyayı korumaya ve adaleti sağlamaya yemin etmiştir.

Paramount Pictures ve Marvel Entertainment’ın sunduğu bir Marvel Studios prodüksiyonu olan “Iron Man”in yönetmenliğini Jon Favreau üstlendi. Senaryosunu Mark Fergus, Hawk Ostby, Art Marcum ve Matt Holloway’in yazdığı filmin yapımcılığını Avi Arad ile Kevin Feige gerçekleştirdi. Başrollerinde Robert Downey Jr, Terrence Howard, Jeff Bridges, Shaun Toub ve Gwyneth Paltrow oynadı.

Kristal Kafataslarının Sırrını Çözmek İçin Sekiz Yıllık Keşif ve Araştırma Çalışması…

Bankerlikten gelme maceraperest F.A. Mitchell-Hedges, 1924 yılında bugün Belize adıyla bilinen İngiliz Honduras’ındaki Orta Amerika ormanlarının derinliklerine bir keşif gezisi düzenledi. Misyonu, kayıp kıta Atlantis ile ilgili kanıtları bulmaktı. Ancak Hedges’in evlat edindiği kızı Anna öyle bir şey buldu ki, o geziyi ünlü hale getiren Anna’nın ulaştığı bulgu oldu.

Anna’nın 17. yaşgününde Mitchell-Hedges ve ekibi, Lubaantun’daki Maya tapınağı harabelerinde kazı yapmakla meşguldü. Yıkılmış bir mihrabın altındaki toprakta parlayan bir nesne Anna’nın dikkatini çekti. Yekpare şeffaf kuartz kristalinden ustalıkla oyulmuş çok güzel bir insan kafatasıydı bu..

Anna bu kafatasına ilk dokunduğunda tuhaf duygular deneyimlediğini söyledi. Gece yatağının yanıbaşına bu kafatasını ne zaman yerleştirse binlerce yıl önce yaşamış olan Maya kızılderilileriyle ilgili net rüyalar görüyordu. Rüyalarını o kadar net hatırlıyordu ki, onların gündelik yaşamını dinsel kurban törenlerini adeta kendi yaşamışçasına tanıyordu. Arkeolojik kazı bölgesinde yaşayan az sayıdaki kızılderililere göre, kafatası o kültürü yok olmaya götüren bir yüksek rahip tarafından kullanılmıştı.

Anna’nın babası bu kafatasının 3.600 yıllık olduğunu tahmin ediyordu. Kızının bulduğu bu tarihi esere, “Kıyametin Kafatası” adını koydu. Çünkü doğaüstü güçleri ve elinde tutanın içine düştüğü talihsizlikleri simgeliyordu.

Bu çarpıcı keşif, sanat ve antika dünyasında heyecan dalgalarına neden oldu. Bir süre sonra başka kristal kurukafalar da ortaya çıktı. Bunların bir kısmı dünyanın çeşitli ülkelerindeki müzelerde bulunabilirken bir kısmı da özel mülkiyet altında kaldı.

Kristal kafataslarının kökenleriyle ilgili olarak bugüne kadar birçok spekülasyon yapıldı. Bazıları bunların Atlantis’ten kalan yadigarlar olduğunu, dünya dışı uzaylı varlıklar tarafından yapılmış olabileceğini öne sürdüler. Büyü yapma, ruh çağırma, hastalıkları tedavi etme ve geleceği önceden görmeyle ilgili psişik enerjinin matrisleri (dölyatakları) olduğuna inananlar da oldu.

Birçok hipotezde 13 sayısının çok büyük önemi vardır. Bir teoriye göre bu kafatasları, dünyamızın merkezindeki bir boşlukta yaşamış olan bir toplumdan geriye kalmıştır. 13 tane “master kafatası” ise, bu toplumun tarihçesini ihtiva etmektedir. Başka bir teoriye göre de, 13 tane master kafatasının belirli bir özelliği vardır. 13 parçayı bir araya getirmeyi başaran, her kafatasının sahip olduğu becerilerin toplamıyla donatılacak, böylece yepyeni bir çağ başlayacaktır.

Mitchell-Hedges’in yaptığı keşfi duyurmasından sonra dünya çapında üne kavuşan diğer kristal kafataslarının çoğu daha stilize yapıdadır. Tek bir kafatası parçasının üzerine kazınmış dişler vardır. Buna karşılık Mitchell-Hedges’in kızının bulduğu kafatasında sökülebilir düşük çene göze çarpar.

Dünyanın çeşitli müzelerinde bulunan kafatası çiftlerinin en çok tanınan örnekleri, İngiliz Kristal Kafatası ile Paris Kristal Kafatası’dır. Bunlardan ilki şu anda Londra’daki İnsanlık Müzesi’nde, ikincisi ise Paris’teki Musee de L’Homme’da sergilenmektedir. Diğer ünlü kafatası çifti ise, Maya Kristal Kafatası ile Ametist Kafatası’dır. Bunların Birleşik Amerika’ya bir Maya rahibi tarafından getirildiği rapor edilmiştir.

Özel koleksiyonlarda bulunan ünlü kafataslarının kısaltılmış isimleri ise, “Max” ve “E.T.”dir. Aynı zamanda Teksas Kristal Kafatası adıyla da bilinen Max, 1980’li yıllarda Tibetli bir şifacı / üfürükçü doktor tarafından Houston’lu JoAnn Parks’a satılmış ve onun mülkiyeti altına geçmiştir. Kafatasını satın alan sahibesi JoAnn Parks’ın “Max” adını uygun görmesiyle bu adla tanınmaya başlamıştır.

E.T. kafatası ise dış görünümünün dünya dışı uzaylı varlıkları çağrıştırması sebebiyle bu ismi almıştır. Joke van Dieten Maasland’ın özel koleksiyonun parçasıdır. Sahibesi Joke van Dieten Maasland, bu kafatası sayesinde beyin tümörünün iyileştiğini iddia etmektedir. Mitchell-Hedges’in bulduğu kafatası ile aynı özelliklere sahip olan tek kristal kafatası ise, Kuartz Kristal Kafatası’dır. Ayrılabilir çene yapısı göze çarpar ama ona kıyasla biraz daha büyüktür ve şeffaf değildir.

Ancak bugüne kadar bulunan kafatasları arasında en ünlüsü hiç kuşkusuz Mitchell-Hedges’in bulduğu kafatasıdır. Ağırlığı yaklaşık 5,3 kilogramdır. Yüksekliği 12 cm, uzunluğu 18 cm, genişliği de 12 cm’dir.

Mitchell-Hedges ailesi 1970 yılında ellerindeki kafatasını test edilmesi için Kaliforniya Santa Clara’da kurulu bulunan ve kristal araştırmaları alanında öndegelen tesisler arasında yer alan Hewlett-Packard Laboratuvarlarına gönderdiler. Testleri yöneten sanat restorasyoncusu Frank Dorland’a göre, test sırasında bazı çarpıcı bulgulara ulaşıldı. HP araştırmacılarına verdiği raporda, bu kafatasının, kristalin doğal eksenine uygun şekilde oyulmuş olduğunu bildirdi.

Modern kristal oymacıları işini yaparken eksen olgusunu mutlaka hesaba katıyorlar veya kristalin moleküler simetrisiyle uyumlu olmasına özen gösteriyorlardı. Çünkü kristalin ekseninin ters yönünde bir oyma yapıldığı takdirde kristalin dağılması sonucu ortaya çıkıyordu. Lazer teknolojisi veya yüksek teknolojiye dayalı diğer kesme yöntemleri uygulansa bile sonuç değişmiyordu.

Dorland ayrıca HP’nin kristal üzerinde yaptığı mikroskobik incelemelerin hiçbirisinde bu kafatasının metal aletler tarafından oyulduğuna dair bulgu ortaya çıkmadığını bildirdi. Bu durum karşısında yeni bir hipotez geliştirdi ve kafatasının elmas kullanılarak kesildiği sonucuna vardı. Silikon kumu ve sudan oluşan bir solüsyon kullanılmak suretiyle detaylı bir çalışma yapılmış olmalıydı. Ancak böylesine detaylı bir işin tamamlanabilmesi için insan gücüyle 300 yılılk bir çalışma gerekiyordu.

Dorland ayrıca bu kafatasının kökeninin Atlantis olduğunu, Haçlı Seferleri sırasında Tapınak Şovalyeleri tarafndan taşındığını da iddia etti.

Ancak kafatasının egzotik kökenleriyle ilgili iddiaları destekleyecek herhangi bir kanıt belge bulunamadı. Bazı yetkililer, Mitchell-Hedges’in bu kafatasını tesadüfen bulduğu iddiasının doğru olmadığını; 1943 yılında Londra Sotheby’s Müzayede Salonundaki bir müzayededen satın aldığını iddia ettiler. Bu iddiayı destekleyen dokümanlar British Museum’da bulunuyordu.

Sözkonusu iddia ayrıca Mitchell-Hedges’in 1943 yılından önce bu kafatasından neden hiç söz etmediğine de açıklık getiriyordu. Oysa kızı Anna’nın bulduğunu söylediğine göre 1924 ile 1943 yılları arasında bundan söz etmiş olmalıydı. Bununla beraber Mitchell-Hedges konuyla ilgili yaptığı açıklamada, bulduğu kafatasını saklaması için bir arkadaşına verdiğini, onun Sotheby’s’te satışa çıkardığını öğrenince parasını ödeyerek müzayededen geri satın aldığını söyledi.

Ayrıca Hewlett-Packard laboratuvarlarındaki testlerin gerçekten yapılıp yapılmadığı konusunda da bazı kuşkular vardır. Şirket tarafından böyle bir test yapıldığına dair herhangi bir kanıt ortada yoktur. Dahası, sonradan yapılan testler, sözkonusu kafatasının 19. yüzyılda mücevher araçları kullanılarak oyulduğunu ortaya çıkartmıştır ki, Kolombiya kökenleri bu durumda daha kuşkulu hale gelmiştir.

Ancak, 2007’de 100 yaşındayken hayata veda eden Anna Mitchell-Hedges, ölünceye kadar mülkiyeti altında bulundurduğu kafatası konusunda babasının anlattıklarının arkasında durdu. Kristal kafataslarının bazı önemli mistik güçlere sahip olduğuna inananlara daima destek oldu.

Indiana Jones’a Hayat Vermek İçin Hazırlanan İlginç Tasarımlı Sahne Donanımları ve Kostümler

50’li yıllar. Indiana Jones.

“Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull”daki sahne donanımları ve kostümleri hazırlayan ekipleri geniş kapsamlı bir çalışma bekliyordu. Indiana Jones’un kamçısı ve fötr şapkasından Mutt karakterinin motosikletçi ceketine kadar oldukça karmaşık bir yaratım süreci sözkonusuydu.

Kostüm tasarımcısı Mary Zophres ve yardımcısı Jenny Eagen, bu süreçte Harrison Ford’un kostüm tasarımcısı Bernie Pollack ile yakın işbirliği halinde çalıştılar. İlk üç filmin üslubunu tutturmaya çalışırken yepyeni yaklaşımlar da eklemek arasındaki dengeyi korumaları gerekiyordu.

Kostüm tasarımcısı Mary Zophres öncelikle 50’li yılların popüler dergisi Life’ın eski sayılarını dikkatle incelemeye başladı. Yine aynı yıllarda çıkan üniversite yıllıklarını, Rus ordusuyla ilgili el kitaplarını, Maya harabelerinin fotoğraflarını ve tarih kitaplarını araştırdı. Eline geçen her yıllığı incelediğini söyleyen ünlü tasarımcı, özellikle Yale Üniversitesinin büyük destek verdiğini söylüyor.

Spielberg’in konusu 60’lı yıllarda geçen yapıtı “Catch Me If You Can”deki kostüm çalışmasıyla BAFTA adaylığı alan Zophres, filmler için giysi hazırlama keyfinin büyük oranda yönetmenin heyecanından kaynaklandığını belirterek, “Spielberg’in her filmi benim için büyük anlam taşır. Bu nedenle onu heyecanlandıracak birşeyler ortaya koyabilmişsem benim için bundan büyük ödül olamaz. Steven’ı gülümsetmeyi başardıysam o gün keyfimden yanıma varılmaz” diyor.

Filmdeki Rus kadın ajan Irina Spalko karakteri için “femme fatale” bir görünüm yarattığını, esin kaynağını ise 1930’lu yılların efsanevi oyuncusu Marlene Dietrich’ten aldığını belirten Mary Zophres, uyguladığı yaklaşımı şu sözlerle açıklıyor:

“Marlene Dietrich’in sertliğe, sinirli yapıya ve huzursuzluğa dayalı bir karizması vardı. Irina Spalko için en uygun görünümün Dietrich tarzı bir görünüm olabileceğini düşündüm. Spalko’nun kötü ruhlu ekibini giydirirken de o döneme ait gerçek Rus askeri üniformaları bulduk. Üniformaları bulduğumuzda heyecandan neredeyse kalbim duruyordu. Ancak sadece 40 ve 42 beden vardı. Kumaşları bularak eskitme işlemine tabi tuttuk. Diğer Rus askerlerinin bedenlerine uygun olarak kendi hazırladığımız üniformaları giydirdik. Hepsi gerçektir. Ceketleri açın, içinde gerçek Sovyet etiketleri vardır.”

Mutt rolünde oynayan Shia LaBeouf için onun asi ruhunu simgeleyecek deri ceket ve motosiklet çizmeleri düşündüğünü söyleyen Zophres, bu karakter için yaptığı çalışmayı şöyle anlatıyor:

“Mutt karakteri yaratılırken ‘The Wild One’ adlı filmdeki Marlon Brando’dan esinlenilmişti. Yardımcım Jenny Eagen ile beraber çeşitli otantik motosiklet ceketleri bulduk ve LaBeouf’tan bunları denemesini istedik. Sonuçta üstüne en iyi uyanı seçmeyi başardık. Ardından çok sayıda versiyonunu ürettik. 30 tane kadar motosiklet ceketi hazırladık. Shia’nın çok sayıda aksiyon sahnesi olduğu için çok çabuk yıpranıp kirleniyorlardı. Bu nedenle fazla sayıda yedek hazırladık.”

Harrison Ford ile 15 yıldır beraber çalışan Kostüm Tasarımcısı Bernie Pollack’ı da, hem akademik bir kişilik olarak, hem de maceraperest olarak Indy’nin gardrobunu güncellemek gibi zor bir görev bekliyordu. Indiana Jones karakterini 30’lu yılların giyim anlayışından alan Bernie Pollack, onu adım adım 50’li yıllara taşıdı. Bu konuda neler yaptığını kendisinden dinleyelim:

“Aslında Indiana Jones’u giydirmek benim için zor olmadı diyebilirim. Sonuçta Indy oldukça klasik bir adamdır. Kendine özgü bir stili vardır ve pek değiştirmez. Indiana Jones’u 18 yıldır giydirmemiştim ama ilk filmdeki kostümünü evimde saklıyordum. Filmin setine getirip Harrison Ford’dan denemesini istedim. Nerelerini değiştirmemiz gerektiğine bakacaktım. Harrison kıyafeti giydiği anda üstüne tam oturduğunu gördüm. Kendisini o kadar rahat hissetti ki, ‘Hadi hemen başlayalım’ diye espri bile yaptı. Yine de filmdeki aksiyon sahnelerinin bolluğunu dikkate alarak Indiana Jones karakteri için aynı stilde 60 tane pantolon ve 72 tane gömlek hazırladık.”

Indiana Jones’un ünlü fötr şapkasını yeniden hazırlamak daha zor oldu. Çeşitli tasarımlar ve farklı kumaşlar üzerinde çalışma yapan Bernie Pollack, şapka üreticileriyle de irtibat kurdu. Sonunda aranan şapka Almanya’da bulundu. Filmin setine getirilmesi için işlemler hızlandırıldı. Son noktada en uygun şapkanın hangisi olacağı kararını Steven Spielberg verdi.

Ödüllü sahne donanımcısı Doug Harlocker’in görevi ise, kamçılardan mumyalara, motosikletlerden lamalara kadar herşeyi bulmak ve satın almaktı. Görev alanına çok çeşitli araç gereçler girdiği için Harlocker’i “Indiana Jones” serisinin orijinal mirasına sadık kalırken yeni şeyler tanıtmak gibi zor ama zevkli bir görev bekliyordu.

Harlocker ve ekibi, “Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull” için her biri hazine değerinde araç gereci bir araya getirdiler. Bunlar arasında Mutt karakteri için Bobber stili bir motosiklet, AK47’ler, Ruslar için Tacarov tabancaları, eskrim kılıçları, ahır dolusu hayvanlar vardı. Ama hepsinden önemlisi, “Indiana Jones” serisinin olmazsa olmazı kabul edilen yılandı.

“Indiana Jones karakterinin zayıf yönlerinden birisi, yılanlara karşı hissettiği patolojik düzeyde korkudur. Bu nedenle filmde yılanlar da olmalıydı” diyen Harrison Ford, sözlerine şöyle devam ediyor:

“1980 yılında ‘Raiders of the Lost Ark’ı çekerken abartılı sayıda yılanımız vardı. Bu kadar gözüpek bir karakterin yılan korkusu seyircinin büyük ilgisini çekti. ‘Kingdom of the Crystal Skull’da ise sadece bir tane yılanımız var. Çok güzel görünümlü dev piton yılanını hepimiz çok sevdik. Ancak Indy’nin pek hoşlanmadığını tahmin edersiniz.”

Harlocker’in en önemli çalışma alanlarından birisi de, Avustralyalı bir şirketin Harrison Ford için özel olarak hazırladığı kamçılar oldu. Her Indiana Jones filminde kamçı şaklatmayı adeta bir sanata dönüştüren Harrison Ford, yeni filmdeki kamçıları için şu yorumu yapıyor:

“Kamçı sallama konusunda kendimi yeniden master düzeyine getirmem gerekiyordu. Sonuçta kamçı şaklatmak pek sık rastlanan bir beceri değildir. Aradan geçen 19 yıl içerisinde unutmuş olabilirdim. Bu filmde farklı kamçı şaklatma tekniklerini bana öğreten yeni bir kamçı eğitmeniyle çalıştım. Birkaç haftalık sıkı eğitimden sonra kamçı sallama yeteneğimin geri geldiğini gördüm.”

Indiana Jones karakterinin adeta simgesi haline gelen kamçıların setteki herkeste nostaljik duygular ve heyecan uyandırdığını söyleyen Steven Spielberg ise bu konuda şunları söylüyor:

“Harrison’un sete gelip de kamçıyı eline almasını, havada şöyle bir çevirdikten sonra kötü adamların üzerinde şaklatmasını seyretmek inanılmaz keyifliydi. Harrison’un kamçı kullanmakta ne kadar hızlı olduğunu görmek büyüleyiciydi. Bu sadece bir nostaljiden çok daha öte bir duyguydu diyebilirim. Bu filmi yaparken Indiana Jones karakteriyle büyümüş insanlara sevdikleri kahramanı geri getirmekle ne kadar büyük iş yaptığımızın işte o zaman farkına vardım.”

Yeni Kuşakların İlk Indiana Jones Macerası İçin Kameralar Çalışmaya Başlıyor

Herşey Santa Fe’nin kuzeyindeki Hayalet Çiftliğinde oldu. Indiana Jones geri döndü.
Her yeni filminin çekimlerine mutlaka sette şampanya patlatarak başlayan yönetmen Steven Spielberg, “Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull”da da geleneği bozmadı ve filmin ilk görüntülerini çekmeye başlamadan önce şampanya patlattı.

Yapımcı Frank Marshall ilk çekim günüyle ilgili izlenimlerini şu sözlerle anımsıyor: “Kendimizi sanki ilk filmin sonuna geri dönmüş gibi hissettik. Herşey hemen hemen aynıydı. O zamanlar sette var olan ilişki modelleri, kreatif atmosfer, sevgi ve saygı gibi boyutların hepsi aynen vardı.”

Prodüksiyonun ilk bacağında New Mexico eyaletindeki ıssız çöl ortamında yapılan çekimler vardı. Ghost Ranch – Hayalet Çiftliğindeki işleri tamamlayan ekipler, 300 mil güneybatıdaki Deming’e geçtiler. Orada İkinci Dünya Savaşı yıllarından bugüne kadar hiç değişmeden kalan eski bir hava üssünde filmin açılış sahnesi gerçekleştirildi. Bu sahne için figüranlara Sovyet askeri üniformaları giydirilirken savaş döneminden kalma ordu jipleri kullanıldı.

New Mexico’dan sonra sırada New Haven eyaletindeki çekimler vardı. Profesör Jones ve Marshall Koleji’yle ilgili çekimler bu eyalette gerçekleştirildi. Yapımcı Frank Marshall, burada yapılan çekimlerde uygulanan yaklaşımı şu sözlerle açıklıyor:
“Bu filmi yaparken karşımıza çıkan zorluklardan birisi, ilk üç filmde oluşturduğumuz mekanların benzerlerini yapmak oldu. Aslında ‘Raiders of the Lost Ark’taki sınıf iç mekan çekimleri Londra’da; dış mekan çekimleri ise Kuzey Kaliforniya’daki Pasifik Üniversitesi’nde gerçekleştirilmişti. ‘Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull’da bu ikisinin yerini alacak mekanlara ihtiyacımız vardı. Aradığımız çözümü Connecticut eyaletindeki New Haven’da bulunan Ivy League okulunda bulduk.”

Marshall sözlerine şöyle devam ediyor: “Filmde adı geçen Marshall Kolejiyle ilgili çekimleri Yale Üniversitesinde gerçekleştirdik. Dış mekanlar o dönem için mükemmel; sınıflar istediğimiz kadar büyüktü. Hem üniversiteden hem de kent halkından harika işbirliği gördük. Sınıflardan tutun da, kampüs koridorlarındaki, avludaki ve kentteki motosiklet takip sahnesine kadar her sahnede Profesör Jones, Dekan Stanforth ve Mutt karakterinin tanıtımı açısından mükemmel arka plan sağladı.” Filmin en zorlu sahnelerinden bir kısmı, Peru’daki yağmur ormanlarında bulunan ormanlık alanda geçer. Senaryo yazarı David Koepp bu tercihin sebebini şu sözlerle açıklıyor:

“Peru’daki Iquitos kenti için ‘Amazon’a açılan kapı’ tanımlaması yapılır. Yoğun ormanlara girmeden önceki son kenttir. Orası vahşi yaşamla uygar dünyanın buluştuğu noktadaki sınırdır. Bir Indiana Jones macerasının başlaması için en mükemmel yer olduğunu düşündük.”

Indiana Jones ile Mutt, ormanın girişindeki küçük kasabada kendilerini Kristal Kafatasının gizemine götürecek önemli ipuçlarına ulaşırlar. Kentin dış mekanlarıyla ilgili çekimler, Universal tesislerinde gerçekleştirilirken tozlu Peru sokaklarının kurulması görevini prodüksiyon tasarımcısı Guy Hendrix Dyas üstlendi. Ancak ormanın bulunması daha zorlu bir süreç gerektiriyordu. Film yapımcıları vahşi ormanları yansıtacak ideal mekanları bulmak amacıyla geniş kapsamlı araştırmaya giriştiler.

Filmin ortak yapımcılarından Stewart yapılan çalışmayı şöyle anlatıyor: “El değmemiş orman bulmak zor oldu. Meksika, Guatemala, Güney Amerika, Porto Riko derken dolaşmadığımız yer kalmadı. Sonunda aradığımız doğru mekanların Hawaii’de olduğunu görünce çekimi orada yapmaya karar verdik.”

Şirket yetkilileri aradıkları ormanı Hawaii’ye bağlı Big Island’ın güneydoğu köşesinde buldular. Adanın özel mülkiyete ait kesimlerinde bulunan yoğun ormanlık bölgede birkaç hafta çekim yapan ekipler, filmin en zorlu sahnelerini burada hayata geçirdi. Çekilen sahneler arasında hareket halindeki arabaların üzerindeki kılıç dövüşü sahneleri de yer alıyordu.

Hawaii’deki çalışmanın tamamlanmasından sonra Güney Kaliforniya’ya dönülerek çekimlere devam edildi. Bu bölgelerde yer alan sayısız stüdyo kullanılarak Prodüksiyon Tasarımcısı Guy Hendrix Dyas ve ekibinin hazırladığı geniş ölçekli setlerde çekimler gerçekleştirildi.

Indiana Jones’un eviyle ilgili setler ise, Universal’ün ünlü stüdyosu Stage 29’da inşa edildi. Prodüksiyon tasarımcısı Dyas, bu setle ilgili yaklaşımını şu sözlerle özetliyor:

“Indiana Jones’un yaşadığı eviyle ilgili set, ana karakterimizin hayatının daha özel kesitlerini göstermemize izin veren örnek setlerden birisidir. Evin replikalarını yaparken çok sıkı çalıştık. Daha önceki filmlerden görüntüler üzerinde dikkatle odaklandık. Ancak Indiana Jones’un 1930’lu yıllardaki evinin iç mekanlarının rekreasyonunu yaparken artık 1957 yılında olduğumuz gerçeğini aklımızın bir köşesinde tutmaya özen gösterdik.”

Prodüksiyon tasarımcısı Dyas sözlerine şöyle devam ediyor: “Set dekoratörü Larry Dias ile çalışarak Indy’nin kişisel stilini ve ilgi alanlarını yansıtacak bir ev yaratma arayışına girdik. Son filmden bu yana geçen 19 yıllık zaman boyutunu da izleyiciye hissettirmek zorundaydık. Oturma ve çalışma odalarını Indy’nin dünyanın uzak köşelerinde yaşadığı maceralardan topladığı birbirinden güzel ve ilgi çekici arkeolojik sanat eserleri ve nesnelerle doldurduk.”

Dyas’ın ekibi ayrıca Universal Stüdyolarında çeşitli dış mekan setleri de yarattılar. Bunlar arasında Indy ile Mutt’un yolculuklarının ilk aşamasında gittikleri tehlikeli kasaba seti de vardı. Ayrıca filmde heyecanın doruk yaptığı noktada göreceğimiz tapınak setinin bir parçasını oluşturan yaklaşık 26 metre yüksekliğindeki dev yapıyı da Universal Stüdyolarında inşa ettiler.

11 metre yüksekliğindeki silindirin çevresine inşa edilen “taş” merdiven ise, Los Angeles’ın öteki ucunda yer alan ve eskiden MGM stüdyoları olarak bilinen Sony Stüdyolarında yapıldı. Kahramanlarımız yalpalayarak yürürken geri çekilen merdiveni Özel Efektler Koordinatörü Dan Sudick gerçekleştirdi.

Dan Sudick daha önce Spielberg’in “War of the Worlds” adlı filminin özel efektlerini hazırlamıştı. Çalışmasından çok etkilendiği için Sudick’i “Indiana Jones”a katılmaya davet ettiğini ifade eden Spielberg, “Hazırladığı sete girdiğimde, Joe Alves’in ‘Close Encounters of the Third Kind’ için yaptığı setten bu yana en heyecan verici setle karşılaştım” diyor.

Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull yardımcı oyuncu kadrosu

Her büyük maceraperestin arkasında eşit düzeyde büyük arkadaşlar vardır. “Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull”daki “arkadaş” ve “yardımcıların” portresini dünyanın en ünlü aktörleri çizerken birbirinden keyifli karakterlerin ekrana taşınmasına aracılık yaptılar.

Filmin seçkin aktörlerden kurulu yardımcı oyuncu kadrosunda Oscar adayı aktör John Hurt başı çekti. Indiana Jones’un kayıp raporu çıkarılan eski meslektaşı Abner Ravenwood rolünü üstlenen deneyimli aktör, portresini çizdiği karakter hakkında şöyle bir yorum getiriyor:

“Oynadığım karakter hayatının büyük bölümünü Akator’un Kristal Kafatası’nın izini sürmeye adamış bir karakterdir. Bitmek tükenmek bilmeyen arayışı onu neredeyse deliliğin eşiğine getirmiştir. Diğerleri onu bulmak için geri dönene kadar adada 20 yıl tek başına yaşamıştır. Ancak artık Ruslar da farklı sebeplerle kafatasıyla ilgilenmektedir. Filmin öyküsü de bu noktada başlar.”

Indiana Jones’un oyuncu kadrosundaki yeni isimlerden birisi de, uluslararası izleyicilerin “Sexy Beast” adlı gangster filminden tanıdığı Ray Winstone oldu. Deneyimli aktör filmde Indiana Jones’un yakın arkadaşı “Mac” George Michale rolünde oynadı. Senaryo yazarı David Koepp, “Mac” karakterinin önemini ve özelliklerini şu sözlerle açıklıyor:

“Mac karakteri öyle göründüğü gibi basit birisi değildir. Ona ne zaman inanmanız gerektiğinden asla emin olamazsınız. Kendi amaçları doğrultusunda gerçeği çarpıtmakta üstüne yoktur. Ancak olağanüstü çekici birisi olduğu için onu Indy ile aynı kefeye koyar ve severiz. Hatta içgüdülerimiz bu adama güvenme dese de yine ona inanmak isteriz.”

Portresini çizdiği Mac karakterine sempatiyle yaklaştığını ifade eden Ray Winstone, “Bu rolü oynarken kendimi Amerikalılar ile Sovyetler arasındaki güç ve iktidar savaşının ince çizgisinde yürürken buldum. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Demir Perde’nin ve Soğuk Savaş’ın ortaya çıkışıyla beraber büyük bir kafa karışıklığı ortamı oluşmuştu. Kimin için çalıştığınız veya kime karşı çalıştığınız gibi konular kelimenin tam anlamıyla çılgınlığı beraberinde getirmişti” diyor.

Geçmişteki “Raiders of the Lost Ark” ve “Indiana Jones and the Last Crusade”ın favori karakterlerinden birisi, Indiana Jones ve babasının eski dostu olan müze müdürü Marcus Brody karakteriydi. Bu rolde oynayan Denholm Elliott’un 1992 yılında hayata veda etmiş olması nedeniyle “Kingdom of the Crystal Skull”da yeni bir karakter yaratıldı. Bu da Indy’nin Marshall Koleji’ndeki yeni ve güvenilir danışmanı Dekan Charles Stanforth karakteri oldu.

Stanforth rolünde kamera karşısına geçen Oscar ödüllü aktör Jim Broadbent, oynadığı karakteri şu sözlerle tanımlıyor: “Dekan Charles Stanforth, Indiana’nın yakın dostu ve meslektaşıdır. Birbirlerini üniversite yıllarından beri tanımaktadırlar. Indy’nin her an yardıma hazır danışmanı gibidir. İkisi arasında espri dolu, paylaşıma dayalı bir ilişki sözkonusudur.”

İkonik baş karakteri olmasa “Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull”un hiçbir anlamı olmaz

Hayatlarının Macerası İçin Tanıdık Yüzler ve Yeni Yetenekler İmza Atıyorlar
İkonik baş karakteri olmasa “Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull”un hiçbir anlamı olmaz. Ancak Indy yalnız yaşayan bir bilimadamı ve yalnız kurt olmaktan hoşnut olsa da, çıktığı her yolculukta ona arkadaşlar, düşmanlar ve dostluğu sorgulanabilir müttefikler eşlik eder.

Prodüksiyon Amiri Kathleen Kennedy’nin bu konudaki yorumu şöyle: “Öykülemede daima yer alan belli bir miktar rahatlatıcı ve huzur verici melodram boyutu vardır. Bir kötü adam mutlaka bulunur ve o kesinlikle en büyük düşmandır. Sürekli şakalaştığı ve espriler yaptığı bir arkadaşı vardır. Bunların yanısıra Indy’nin sevdiği bir kadın mutlaka olur. Çıktığı yolculuk boyunca dostluklar kurar. Bunların kimisi ona ihanet eder, kimisi dıştan gözüktüğü gibi çıkmaz. Macerayı bunlar keyifli kılar.”

En yeni Indiana Jones macerası için uluslararası isimlerden kadro kuran film yapımcılarının hazırladığı listenin ilk sırasında hiç kuşkusuz Harrison Ford’un adı vardı. Yönetmen Steven Spielberg’in “gizli silah” olarak nitelediği Harrison Ford, en baştan itibaren Indiana Jones’un odak noktasındaydı.

Harrison Ford, “Indiana Jones” serisinin baş karakteri olan Dr. Jones karakterini yaratırken gereksiz yere boş laf konuşmayan ve yılandan korktuğunu alçakgönüllükle kabul eden bir kombinasyon oluşturmuş, bu ikisinin harika birleşimiyle çok farklı bir ekran kahramanına imzasını atmıştı.

Filmde efsanevi Kristal Kurukafa’yı ararken Indy’e farkında olmadan yardımcı olan genç arkadaşı rolünde oynayan Shia LaBeouf’un Indiana Jones karakteriyle ile ilgili yorumu şöyle:

“Harrison Ford olağanüstü bir karakter yaratmış. Çaresiz ve kırılgan kaldığı koşulların tam ortasına bırakıldığında müthiş tablolar ortaya çıkar. Indy’nin her kırılganlığı –ki bunlar bol miktarda vardır- birbirinden eğlencelidir. Indiana Jones oldukça sert bir adamdır ama aslında gerçekten iyi bir insandır. Harrison’un çizdiği portre tam olarak buydu. Bence Harrison tam bir aksiyon adamıdır ve aksiyonu sanat formatına dönüştürmüştür. Ondan başka hiç kimse Indiana Jones olamaz.”

Gözüpek arkeolog rolüne 19 yıl aradan sonra geri dönen Harrison Ford, ilerleyen yaşına rağmen olağanüstü zorlayıcı akrobatik hareketlerin kendisini beklediğinin farkındaydı. Yapımcı Marshall, aktörün bu hareketleri kendisinin yapmak istediğini, çok gerekmedikçe dublör kullanmaktan uzak durma eğiliminde olduğunu kaydederek şöyle konuşuyor:

“Tam anlamıyla Indiana Jones olmak istedi, akrobatik hareketleri dublörlere bırakmaya sıcak bakmadı. Bu filmde bol miktarda koşma, takip, atlama, sıçrama, kamçı sallama, ormanda koşuşturma sahnesi göreceksiniz. Harrison bunların hepsini kendisi yaptı. Bu onun oynadığı karaktere duyduğu tutkunun gerçek kanıtıdır ve ekrana kesinlikle yansıyacaktır. Perdede gördüğünüzün Harrison Ford’un ta kendisi olduğunu, herşeyin gerçek olduğunu bilerek izleyeceksiniz.”

30 yılı aşkın süredir beyazperdedin en ünlü aktörlerinden birisi olan Harrison Ford, -1966 yılında oynadığı çok kısa süreli otel bellboyu rolünü saymazsak- oyunculuk alanındaki ilk büyük patlamasını George Lucas’ın 1973’te çektiği “American Graffiti”deki rolüyle yaptı. George Lucas sonraki yıllarda “Star Wars”taki Han Solo rolünü ona vererek sinemadaki asıl büyük çıkışını yapmasını sağladı.

Serinin ilk filmi olan “Raiders of the Lost Ark”ı 1981 yılında çekilirken Indiana Jones rolü için Harrison Ford ilk tercih değildi. Başka bir oyuncu düşünülürken son anda onun oynamasına karar verilmişti. Ancak bugün Indiana Jones rolünde başka bir aktörü hayal etmek bile neredeyse imkansızdır.

Indiana Jones’un artık yaşı ilerlemiş bir karakter olduğunu kabul eden George Lucas, Harrison Ford’un oynadığı karakterle bütünleşmesini şu sözlerle ifade ediyor:
“Harrison bugüne kadar oynadığı dört filmde Indiana Jones karakterine büyük bir evrim yaşattı. Onu 1930’lu yıllardan alıp 50’lere taşımasını bildi. Yaşı hayli ilerlemiş olmasına rağmen macerayı sürekli kılmak için elinden geleni yaptı. Yeni filmdeki macera boyutunun diğerlerinde olduğu gibi başarılı olmasının tek bir nedeni vardır, o da Harrison Ford’un varlığıdır.”

Ünlü aktörün Indiana Jones rolüne geri dönüşü, başta Spielberg olmak üzere setteki herkese heyecan ve nostalji karışımı duygular yaşattı. Spielberg izlenimlerini şu sözlerle dile getiriyor:

“Harrison’un sete gelip de kamçıyı eline almasını, havada şöyle bir çevirdikten sonra kötü adamların üzerinde şaklatmasını seyretmek inanılmaz keyifliydi. Harrison’un kamçı kullanmakta ne kadar hızlı olduğunu görmek büyüleyiciydi. Bu sadece bir nostaljiden çok daha öte bir duyguydu diyebilirim. Bu filmi yaparken Indiana Jones karakteriyle büyümüş insanlara sevdikleri kahramanı geri getirmekle ne kadar büyük iş yaptığımızın işte o zaman farkına vardım.”

Filmin genç aktörlerinden Shia LaBeouf ise setlerde tanık olduğu tabloyu şöyle anlatıyor: “Harrison’un bize sette yaşattığı olağanüstü deneyimi sinema salonlarındaki her yaştan izleyicinin aynen hissedeceğini düşünüyorum. Benim kuşağımdaki insanlar Indiana Jones karakterini sinema salonunda belki hiç görmemiş olabiliriz ama olağanüstü etkileri olduğunu biliyorum. Bence Indiana Jones her kuşaktan izleyiciyi derinden etkileyen çok büyük bir karakterdir.”

Indy’nin en yeni serüveninde Mutt karakteri filmin en önemli karakterlerinin başında gelir. Bu rolde, “Transformers”, “Disturbia” ve “Eagle’s Eye” gibi filmlerdeki performansıyla adını duyuran genç aktör Shia LaBeouff kamera karşısına geçti. Böyle bir karakterin portresini çizmenin başlıbaşına bir macera olduğunu ifade eden genç aktör, duygularını şu sözlerle dile getiriyor:

“Rolü aldığımı öğrendiğim andan itibaren hayatımdaki hareket hiç bitmedi diyebilirim. Steven bana yolladığı senaryonun üzerine küçük bir not iliştirmişti. ‘Okey, şimdi artık kendini Mutt’a dönüştürme zamanıdır” diyordu notunda… Sonra rolüme hazırlanırken izlemem için üç film verdi. Bunlar sırasıyla ‘The Blackboard Jungle’, ‘Rebel Without a Cause’ ve ‘The Wild One’ adlı filmlerdi. Evime gidip izlediğimde özellikle sonuncusu beni çok şaşırttı. Marlon Brando’nun bu tarzdaki bir rolü nasıl oynadığını görme fırsatı buldum.”

Genç aktör filmde portresini çizdiği Mutt karakterini ise şu sözlerle tanımlıyor: “Senaryoyu okudukça çok özgün bir karakter olduğunu gördüm. Mutt normal bir çocukluğu hiç yaşayamamış bir karakterdir. Okulu bıraktıktan sonra kafasına motosikletlerle makineleri takmıştır. Mutt’un çocukluk yıllarında hiç kimseye anlatmadığı birçok olay yaşandığı bellidir. Zaten o da kimseyle paylaşmamayı tercih eder. Kendisini aslında olmadığı şekliyle sunmayı seven bir karakter yapısı vardır.”

Mutt karakterinin yalnızlıktan hoşlanan yapısı konusunda ise şunları söylüyor: “50’li yılların gençlerinde var olan isyankar ve asi ruhun, hemen hemen aynı özellikleri taşıyan Indiana Jones karakteriyle ilginç bir uyum oluşturduğunu düşünüyorum. Aslında bu macerada bir ailenin yeniden oluşturulup güçlendirilmesi üzerinde durulur. Mutt karakteri önce Indiana ile iletişim kurmayı başarır. Sonra tanıştıkları diğer yeni insanlarla iletişim kurar. Sonuçta yaşanan tüm çılgınlıkların arasında güçlü bir beraberlik oluşur. Atılan her yumruğun onları birbirine daha da yakınlaştırdığını söyleyebiliriz.”

“Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull”un birbirinden ilginç karakterleri arasında Indiana Jones’un tamamen unutmayı bir türlü başaramadığı, hayatının en büyük aşkı Marion Ravenwood karakteri de vardır. Bu rolde bir kez daha Karen Allen oynadı.

Marion karakterinin geri getirilmesiyle filmin öyküsünün bütünlük kazandığını belirten senaryo yazarı David Koepp, “Ortada gerçek olan bir şey varsa, o da Marion ile Indy’nin birbirine ait olduğunun net olarak görülmesidir” diyor.

Prodüksiyon Amiri Kathleen Kennedy de şunları ekliyor: “Marion rolünde oynayan Karen Allen gülümsediğinde serinin ilk filmini çektiğimiz günlere döndüğümüzü hissettik. Açıkçası o günden bu yana Karen’ın ruhunda çok az şeyin değiştiğini gördüm.”
Serinin ilk filmi “Raiders of the Lost Ark”ta Marion karakterini canlandırdıktan sonra ikinci ve üçüncü bölümlerde oynamayan Karen Allen, portresini çizdiği karakteri şu sözlerle tanımlıyor:

“Ateşli bir ruha sahip olan Marion çok güçlü bir karakterdir. Ergenlik çağından henüz çıkmışken Indy’e aşık olmuştur. O zamanlar epeyce zorlanmıştır. Ancak eski usul romantik tarzda Indiana Jones daima onun hayatının aşkıdır. Aslında gönlündeki erkek Indy gibi birisi değildir ve bunu en başından itibaren bilmektedir. Gençlik yıllarında modern bir kızdır. Birçokları ona cesur bir kız olarak tanımlar ama cesur değil yaratıcıdır. Kendisine ve başka insanlara nasıl özen göstereceğini bilir. Indy’i olduğu gibi kabullenmekten bir an bile vazgeçmez. Genç bir kızken nasılsa şimdi de aynen öyledir.”

Karen Allen’ın geri dönüşü filmin setindeki aktörler arasında büyük heyecan dalgası yarattı. Filmdeki rol arkadaşlarından Cate Blanchett duygularını şu sözlerle dile getiriyor:

“İlk çekim tamamlandığında herkes sevinçle çığlık attı. Bence Karen Allen olağanüstü liberal ruhlu bir insandır. Onu serinin ilk filminde ilk kez gördüğüm günü hatırlıyorum da, bugüne kadar onun kadar özgür ve ateşli bir kadın kahraman daha görmemiştim. Kendisiyle tanışınca müthiş neşeli bir insan olduğunu gördüm. Onu hem insan, hem de aktör olarak çok sevdim.”

Indiana Jones’un çevresindeki tek güçlü kadın Marion değildir. En az onun kadar güçlü bir başka kadın daha vardır. Kristal Kafatası’nın peşindeki Sovyet askeri birliğinin lideri olan Sovyet kadın ajan Irina Spalko da, öykünün acımasız kadın karakteridir.

Irina Spalko rolünde kamera karşısına geçen Oscar ve BAFTA ödüllü yıldız Cate Blanchett, ilk defa bu kadar kötü ruhlu ve acımasız bir kadını oynadığını belirterek şöyle konuşuyor:

“Sovyet ajanı Irina Spalko, çelik gibi sağlam iradeye sahip bir kadın ajandır. Amacına ulaşmak için önüne çıkacak herkesi hiç gözünün yaşına bakmadan öldürecek kadar da acımasızdır. Düşman gördüğü kişilerin tek hareketle ipini çekmekte hiç tereddüt etmez. Yaptığı işi tam bir titizlikle yapar. Fiziksel açıdan son derece etkileyici bir kadındır ama öldürücülük potansiyelini unutmayalım.”

Seyircinin Cate Blanchett’i izlerken fantastik duygular hissedeceğini söyleyen George Lucas, güzel yıldızın oyun tarzıyla ilgili yorumunu şu sözlerle yapıyor:
“Kötü ruhlu karakterleri oynayabilmek her film yıldızına nasip olmaz. Bu nedenle kötüyü oynamak onlar için eğlenceli ve heyecan verici bir olaydır. Cate Blanchett’in oynadığı Irina Spalko, kafasına koyduğunu mutlaka yapan, asla durmayan bir karakterdir. Bu özellikleri onu iyi bir kötü karakter yapar. İzleyici açısından bakarsak böyle karakterlerin herşeyden önce inandırıcı olması gerekir. İzleyici onlardan korkmalıdır. Açıkçası Cate’in oyun tarzını görünce kesinlikle ondan korkuyorsunuz.”

Bir Indiana Jones filminin parçası olmaktan büyük keyif aldığını belirten Cate Blanchett ise, filmin kötü karakterini oynamayı ciddiye aldığını belirterek şöyle konuşuyor:

“İlk Indiana Jones filmi 1981’de gösterime girdiğinde ben ilkokuldaydım. Sınıftaki kızların hepsi Harrison Ford’u öpmek isterlerdi. Ben çok farklıydım, çünkü Indiana Jones olmak isterdim! Harrison Ford ile Karen Allen ekranda aynı karede bir araya geldiğinde olağanüstü elektrik yayılırdı. Bu arada ‘Raiders’in tema müziğinin de hala kulaklarımda olduğunu söylemeliyim.”

Indiana Jones, 1950’li yılların büyüleyici dünyasında maceraya atılıyor

Indiana Jones’u beyazperdede en son gördüğümüzde konusu 1938 yılında geçiyordu ve Dr. Jones’un Kutsal Kase’yi bulmak için kötü niyetli adamların peşine düştüğü o günlerde dünyamız büyük bir savaşın eşiğinde bulunuyordu.

Şimdi aradan 19 yıl geçmiştir. Kamçısını yeniden şaklatmak üzeredir. Zaman içinde birçok şey değişmiş, bazıları da aynı kalmıştır. Dünyamız bu defa nükleer yok oluş kuruntusunun yol açtığı korkular nedeniyle yine uçurumun eşiğindedir. Indy’nin mücadelesi ise, insanoğlunu imha etme eğilimine girmeden o çok kıymetli ve esrarengiz objenin güvenlik içerisinde kalmasını sağlamaktır.

Serinin birinci filmi olan “Raiders of the Lost Ark”ın çıkış noktasında Spielberg ile Lucas’ın 1930’lu yılların film serilerine duyduğu saygı dolu sevgi vardı.

Indiana Jones serisinin ilk üç filmindeki aksiyon, macera ve gerilim boyutunda 1930’lu yılların macera klasiklerinin büyük etkisi oldu. Ancak serinin bitişinin üzerinden 19 yıl geçtikten sonra yepyeni bir eğlence çağı başladı. Seriler televizyona yön verirken sinema ekranlarından da uzak kalmadılar. 1950’lerin ortalarına gelindiğinde bilimkurgu filmlerinin ezici üstünlüğü vardı. Özellikle aksiyon ve macera özlemi çeken genç izleyiciler, bilimkurgu türü filmlere geniş ilgi gösteriyordu.

Genellikle kısıtlı bütçelerle çekilmelerine rağmen bilimkurgu filmleri, hızla değişen bilimsel ve teknoloji dünyasının getirdiği paranoya ve kuşku ortamı üzerinde odaklandılar. Soğuk Savaş döneminin korkularını taşıyor olmalarına rağmen o filmlerde insanoğlunun uzaydan veya denizin derinliklerinden gelecek saldırıların mutlaka üstesinden geleceğine dair iyimserlik göze çarpıyordu. “Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull”un her karesinde 1950’li yılların filmlerinin ruhu hissedilir.

Steven Spielberg bu konudaki yaklaşımını şu sözlerle ifade ediyor: “Indiana Jones karakterinin Atom Çağına doğru hareket etmesi önemliydi. Filmimizin konusu 1957 yılında geçer. O yıllar Soğuk Savaş’ın ve McCarthy yönetimi altında komünizm korkusunun hüküm sürdüğü; kızların amblemli süveterler giydiği, saçını atkuyruğu yaptığı, rengarenk ayakkabılarla dolaştığı; yarış otomobillerinin popüler olduğu yıllardı. Bence 50’li yıllar, rock and roll müziğinin başlangıcını da simgelemesi açısından önemliydi. Filmler Technicolor yöntemiyle çekilirdi. Kısacası 50’li yıllar, Norman Rockwell’in tablosunu yapmaktan zevk aldığı yepyeni ve pırıl pırıl yüzler anlamına geliyordu.”

Prodüksiyon Amiri Kathleen Kennedy’nin yorumu ise şöyle: “50’li yıllar ilginç bir dönemdi. İkinci Dünya Savaşı’ndan çıkan dünyamız, yepyeni bir geleceğe doğru hareket etmemin heyecanını taşırken masumiyetini de hala koruyordu.”

Bu değişiklikler, film yapımcılarının aynı zamanda farklı bir kötü adam keşfetmesi gerektiği anlamına geliyordu. Spielberg bu konuda şu açıklamayı getiriyor:

“Filmin öyküsü 1957 yılında geçince kendimizi bir anda nükleer yok oluş korkusunun hüküm sürdüğü Soğuk Savaş’ın göbeğinde bulduk. Buna eşlik eden bir de Kızıl Tehdit vardı. O yıllarda Amerika’da komünizm dendiğinde akla hemen Kızıl Tehdit sözü gelirdi. Gündelik yaşamda öylesine yer etmişti ki, kötü adam sözü geçtiği anda herkesin aklına direkt olarak Ruslar gelirdi.”

Filmin ortamı ve tonlamasının değişmesine rağmen diğer boyutların aynı kaldığını vurgulayan Spielberg sözlerine şöyle devam ediyor: “Indiana Jones geleneğinin tüm unsurları geri döndü. Harita yine var, uçak yine var. Ayrıca dünyanın neresinde olduğunuzu gösteren küçük kırmızı çizgili araçları da göreceksiniz. Bunların hepsi yıllar içerisinde oluşturduğumuz ortamın vazgeçilmez parçalarıydı.”

Beklendiği gibi sonuç, hem eski hayranları hem de yenileri tatmin eden bir film oldu. Yapımcı Frank Marshall’ın bu konudaki yorumu şöyle: “Bu filmde çıtanın yükseltileceği ve en büyük beklentilerin bile karşılanacağına dair herkeste müthiş bir heyecan dalgası var. İnsanlar bana, ‘Yeni film nasıl oldu?’ diye sorduğunda onlara tek cümleyle cevap veriyorum: Indiana Jones filmi gibi oldu!”

Indiana Jones: Steven Spielberg’in eşi benzeri olmayan vizyonu, George Lucas’ın limitsiz hayalgücü

“Indiana Jones” filmlerinin en ayırdedici özelliği, Steven Spielberg’in eşi benzeri olmayan vizyonu, George Lucas’ın limitsiz hayalgücü ve Harrison Ford’un görüntüsünde ete kemiğe bürünen macera kahramanını aynı potada bütünleştiren birer sinema harikası oluşlarıydı. Serinin dördüncü filmi “Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull” da kendisinden önceki “Indiana Jones” filmlerinin tüm özelliklerini taşıyan bir sinema şöleni olması kaçınılmazdı.

Bundan 27 yıl önce ilk ortaya çıkışından beri Indiana Jones, beyazperdenin en sevilen kahramanlarından birisi oldu. Serinin 1989 yılında gösterime giren son filmi “Indiana Jones and the Last Crusade”in üzerinden neredeyse 20 yıl geçtiği halde dünyanın her köşesindeki hayranları, yeni bir Indiana Jones macerası için ortak isteklerini bıkmadan usanmadan dile getirdiler.

“Indiana Jones’u yaratan biziz ama o artık dünyaya aittir” diyor Steven Spielberg, “Şimdi bizler sadece emanetçiyiz. Görevimiz ise, Indiana Jones ile beraber büyüdüğü için hayatında ona çok özel bir yer verenlere mükemmel bir sürpriz yapmanın yanısıra bu karakteri hiç tanımayan yeni kuşaklara da tanıtmaktır. Kısacası bu film hem hayranlar için, hem de yeni tanıyacak olanlar içindir.”

Filmin prodüksiyon amirliğinin yanısıra senaryo yazımına da katılan George Lucas ise, amacının izleyiciyi tanıdık bir çevre içerisinde yepyeni maceralara taşımak olduğunu belirterek şöyle konuşuyor: “Indiana Jones’un dünyası, onun hayranlarının bildiği ve sevdiği aynı dünyadır. Stil aynı, mizah boyutu aynı, kısacası herşey aynıdır. Buna rağmen üzerine ekleyebilecek çok şeyimiz vardı. Filmin setlerine ve ekranlara yansıyanların, bugüne kadarki Indiana Jones filmlerinin hepsinden daha güçlü, daha iyi ve daha keyifli olduğunu göreceksiniz.”

Indiana Jones karakterini bugüne kadar üç kez oynayan Harrison Ford, canlandırdığı karakterle ayrılamaz şekilde bütünleşen aktörlerden birisidir. Elinde kamçısıyla yürüyüşü ve oyun stiliyle maceraperest ruhlu arkeolog Indiana Jones karakterini unutulmaz bir sinema ikonuna dönüştüren Harrison Ford, aynı rolü dördüncü kez oynamaktan duyduğu mutluluğu şu sözlerle ifade ediyor:

“Serinin diğer üç filmini yapmak için dünyayı dolaşmış bir aktör olarak yeni bir Indiana Jones filmi daha yapmaktan çok mutlu oldum. Indiana Jones serilerinin kaderinde eğlendirici ve keyifli filmler olmak vardır. Steven Spielberg ve George Lucas ile bir kez daha iş yapmaktan sevinç duydum. Önceki filmlerde olduğu gibi dördüncü Indiana Jones’u yaparken de harika zaman geçirdik.”

Indiana Jones karakterinin özgün kimyasındaki en önemli elementin Harrison Ford olduğunu belirten Spielberg, dördüncü filmde mutlaka onun oynamasına verdiği önemi şu sözlerle anlatıyor:

“Bu konu, filmi benim yönetmemden, senaryo yazarlarının tercihinden çok daha önemliydi. Indiana Jones rolünde Harrison Ford oynamasaydı, bu seri bu kadar başarılı olmayacaktı. Başka bir deyişle Harrison Ford ile Indiana Jones bir bütünün ayrılmaz parçası haline geldiler.”

Serinin üçüncü filmi “Last Crusade”in gösteriminden sonraki yıllarda Spielberg’in, Indiana Jones karakterinin artık işlevini doldurduğuna yönelik bir inancı vardı. “Last Crusade”i tamamlarken filmin kapanışını devamının olmayacağı şekilde çektiğini kaydeden ünlü yönetmen, “Filmin son sahnesinde Indiana Jones’u at sırtında günbatımına doğru giderken çekmiştim. Artık perdenin inmesi gerektiğini düşünüyordum. Bendeki yeri de tatlı ve güzel bir nostaljiden ibaret olacaktı. Ancak aradan geçen yıllarda Indy hayranlarının benimle aynı şekilde düşünmediğini gördüm. Bu film hayranların ardı arkası kesilmeyen talepleriyle başladı ve yapıldı.”
Yeni bir Indiana Jones filminin yapımı için ekibin bir araya gelmesinde Harrison Ford’un enerjisi, heyecanı ve ısrarının büyük payı oldu. Spielberg o günleri şöyle anımsıyor:

“Harrison bir gün beni arayıp, ‘Neden yeni bir Indiana Jones filmi çekmiyoruz? Yapılmasını isteyen çok geniş bir hayran kitlesi var’ dedi. Son derece azimliydi. Bu arada George’u da arayarak onun da kanına girmiş. Bir süre sonra George beni aradı ve, ‘Steve sen ne diyorsun? Bence yeni bir film yapmak eğlenceli olabilir’ diye konuştu. Bugün böyle bir film yapıldıysa fitili ateşleyen kesinlikle Harrison’dur. Onun gaza getirmesi sayesinde George ile oturup en azından bir film daha çekme olasılığı üzerinde kafa yormaya başladık.”

Sonraki günlerde bir araya gelen Spielberg, Lucas ve Ford, dördüncü Indiana Jones macerası yapılacaksa, ana fikrinin ve uygulamasının ilk üç filmin standartlarının üzerinde olması kaydıyla yapma kararı aldılar.

Sadece doğru senaryonun bulunması 19 yıl aldı. Üçlünün kendi arasında yaptığı anlaşmanın ilk maddelerinden birisi, Indiana Jones karakterinin yaşamında da 19 yılın geçmesi şeklindeydi. Bir başka deyişle üçüncü maceranın 19 yıl sonrası konu edilecekti.

“Bu filmdeki Indiana Jones daha bilge değilse bile, kesinlikle daha yaşlıdır” diyor Harrison Ford…

INDIANA JONES VE KRİSTAL KAFATASI KRALLIĞI

“INDIANA JONES VE KRİSTAL KAFATASI KRALLIĞI” INDIANA JONES AND THE KINGDOM OF CRYSTAL SKULL

23 Mayıs’ta Sinemalarda

Yönetmen: Steven Spielberg

Oyuncular: Harrison Ford, Karen Allen, Cate Blanchett, Shia LaBeouf, John Hurt, Ray Winstone, Jim Broadbent

Senaryo: David Koepp (George Lucas ve Jeff Nathanson’un öyküsünden)

Yapımcı: Frank Marshall, Prodüksiyon Amirleri: Kathleen Kennedy, George Lucas

Görüntü Yönetmeni: Janusz Kaminski, Prodüksiyon Tasarımı: Guy Hendrix Dyas

Kostüm Tasarımı: Mary Zophres, Bernie Pollack, Kurgu: Michael Kahn

Set Dekorasyonu: Larry Dias, Alyssa Winter,

Özgün Müzik: John Williams

Paramount Pictures / UIP Filmcilik

Yaptığı keşiflerin hepsi birer efsaneye dönüştü, macera denince akıllara ilk önce onun adı geldi: Indiana Jones’tan söz ediyoruz.

Kamçısını elinden düşürmeyen, sağlam yumruklarıyla vurdu mu deviren, yılanlardan nefret eden, dünyayı dolaşan fötr şapkalı efsanevi arkeolog Indiana Jones, 19 yıl aradan sonra en yeni macerası “Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull” ile 23 Mayıs’ta sinema salonlarını fethetmeye hazır…

Indiana Jones’un yeni macerası, Soğuk Savaş’ın zirve yaptığı 1957 yılında Güneybatı çölünde başlar. Indiana Jones (Harrison Ford) ve ayrılmaz dostu Mac (Ray Winstone), uzak bir havaalanında Sovyet ajanlarının eline geçmekten son anda kılpayı kurtulmuşlardır.

Profesör Jones artık Marshall Koleji’ndeki yuvasına geri dönmüştür. Ancak karşılaştığı tablo hiç de içaçıcı değildir. Kolejin dekanı olan yakın dostu (Jim Broadbent), Indy’nin aktivitelerinin onu kuşku odağı haline getirdiğini, üniversiteden kovması için hükümet yetkililerinin baskı yaptığını açıklar.

Şehir dışına çıkan Indiana Jones, isyankar ruhlu bir genç olan Mutt (Shia LaBeouf) ile tanışır. Bu genç, maceraperest bir arkeolog olmanın gerektirdiği bütün özellikleri taşımaktadır. Mutt’a kişisel sorunlarını aşması konusunda etmeye karar verir. Bu gençle işbirliği yaptığı takdirde tarihin en görkemli arkeolojik bulgularından birisini ortaya çıkarabilecek; cazibenin, batıl inanışların ve korkunun efsanevi objesi olan Akator’un Kristal Kafatası’nı bulabilecektir.

Ancak Peru’nun en ücra köşelerine giden Indy ile Mutt, arama çalışmalarında yalnız olmadıklarının farkına varırlar. Antik mezarlıkların, unutulmuş kaşiflerin ve efsanevi altın şehrinin var olduğu iddia edilen bu bölgede Sovyet ajanlar da Kristal Kafatası’nın peşindedirler. Sovyet özel timinin başında Irina Spalko (Cate Blanchett) adlı olağanüstü güzel ve acımasız bir kadın ajan vardır. Dünyanın her köşesinde Kristal Kafatası’nı arayan Sovyet ajanlar, kafatasının sırlarını çözebildikleri takdirde Sovyetler’in tüm dünyaya hükmedebileceğine inanmaktadırlar.

Indy ile Mutt artık acımasız Sovyetler’den kurtulmanın bir yolunu bulmak; gizemli kafatasının anlaşılmaz sırlarını çözmek; düşmanlarıyla boğuşurken dost bildiklerinin hareketlerine karşı da temkinli olmak; hepsinden önemlisi de Kristal Kafatası’nın tehlikeli ellere geçmesini önlemek zorundadırlar.

Paramount Pictures’ın sunduğu bir Lucasfilm prodüksiyonu olan “Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull”un yönetmenliğini Steven Spielberg üstlendi.

Senaryosunu, George Lucas ile Jeff Nathanson’un geliştirdiği öyküden yola çıkarak David Koepp yazdı. Yapımcılığını Frank Marshall’ın gerçekleştirdiği filmin başrollerinde Harrison Ford, Cate Blanchett, Karen Allen, Ray Winstone, John Hurt, Jim Broadbent ve Shia LaBeouf kamera karşısına geçtiler.

2007 adeta İspanyol oyuncu Javier Bardem’in yılı oldu

“Kolera Günlerinde Aşk”ın başrol oyuncusu Javier Bardem “İhtiyarlara Yer Yok”la ikinci kez Oscar ödülüne aday ve ilk Oscar ödülünü kazanacak gibi görünüyor.

İspanyol bir oyuncunun Hollywood’u ve dünyayı fethetmesi pek sık rastlanan bir olay değil. 2007 adeta İspanyol oyuncu Javier Bardem’in yılı oldu. Bardem, bir başka uluslararası İspanyol oyuncu Antonio Banderas’ın hiçbir zaman başaramadıklarını elde etti ve kısa zamanda olağanüstü bir kariyere sahip oldu. Hatta güzeller güzeli İspanyol oyuncu Penelope Cruz’un bile önüne geçmeyi başardı.

“Guguk Kuşu” ve “Amadeus”la iki kez yılın en iyi yönetmeni Oscar’ını kazanan nadir yönetmenlerden Milos Forman’ın “Goya’nın Hayaletleri”nin kadrosuna alınmasıyla kariyeri inanılmaz bir ivme kazandı.

Bardem “Before Night Falls” ve “İhtiyarlara Yer Yok-No Country for Old Men”le sinema dünyasındaki en önemli, en değerli ve en büyük ödül olan Oscar ödülüne aday gösterilme başarısını kazanırken, Penelope Cruz sadece “Volver”le Oscar ödülüne aday gösterildi. Banderas ise hiçbir zaman Oscar ödülüne aday gösterilmedi.

“Kolera Günlerinde Aşk-Love in the Time of Cholera”da elli yıldan fazla bir süre aynı kadına sırılsıklam aşık kalmayı başaran, aşk sarhoşu çok sabırlı bir adamı,“İhtiyarlara Yer Yok-No Country for Old Men”de hiçbir sınır tanımayan, beyazperdede eylemlerini izleyenlerin kanını donduran ve tüylerini ürperten bir caniyi canlandıran aktör, “filmlerimin aynı dönemde gösterime çıkması rastlantıydı ama benim için çok iyi oldu. Kendimi, yeteneklerimi ve oyun gücümü herkese gösterme fırsatı buldum. Ayrıca filmlerimin birbirinden farklı türlerde olması çok hoşuma gitti. Çok yararlı ve çok güzel deneyimler elde ettim” diyor.

“Kolera Günlerinde Aşk” ile “İhtiyarlara Yer Yok”un çekimleri arasındaki bir aylık dinlenme süresinde sevdiği karakterden nefret ettiği karaktere geçiş yapma olanağı bulduğunu ifade eden Javier Bardem, rol geçişleri sırasında yaşadığı duygusal süreci şu sözlerle dile getiriyor:

“Sanki bedenimin içinden birşeyleri söküp çıkarıyor ve onun yerine tam karşıtı bir kişilik koyuyorum. Zaten işimin en sevdiğim yanı da bu… Dünyayı farklı ve karşıt bakış açılarından görmek zorunda kalıyorum ki, işimin en çok bu yönünü seviyorum.”

SPEED RACER’IN KÖKENİ

Kökleri televizyon tarihine dayanan Speed Racer, ABD’ye ulaşan ilk başarılı çizgi dizi. 1967’de Tatsuo Yoshida’nın yarattığı ve Japonya’nın efsanevi yapım şirketi Tatsunoko Productions’ın hazırladığı Speed Racer başlangıçta ismi “Mach Go Go Go” olan 52 bölümlük bir TV dizisiydi. Dizinin Japonya’da hit haline gelmesinin üzerinden henüz altı ay geçmişken, dublajlı olarak gösterildiği Amerika’da popüler hale geldi.

Dizi daha sonra nostaljinin moda olduğu 1990’larda geri dönüş yaptı ve 2000’li yılların başında güncellenmiş iki versiyonu yayımlandı. Son 40 yılda neredeyse üç nesil Speed Racer’la büyüdü.

KAMERA ARKASI SÖZLÜĞÜ

WACHOWSKI KARDEŞLER
Matrix üçlemesinde gösterilen devrim yaratan kamera teknikleri ve görsel efektler, Larry ve Andy Wachowski’yi aksiyon filmlerinin eşsiz vizyonerleri haline getirdi. Speed Racer çığır açan bu seriden sonra çektikleri ilk film.

JOEL SILVER
Joel Silver’ın yapımcılığını üstlendiği 50’den fazla film arasında çığır açan Matrix üçlemesi, gişe rekorları kıran dört bölümlük Lethal Weapon/Cehennem Silahı serisi ve olay yaratan aksiyon filmleri Die Hard/Zor Ölüm ve Predator/Av bulunmaktadır.

2½-D TEKNOLOJİSİ
Bu filmin görüntüleri gerçek oyuncuları yeşil perdede İtalya, Fas, Avusturya, Türkiye ve Death Valley gibi lokasyonlarda çekilen high definition 360 derece görüntülerle birleştirerek yaratıldı. Bu lokasyonlarda high def kameralarla çekim yapılarak çepeçevre sanal settler oluşturuldu. Filmin gerçek yıldızları olan, egzotik pistlerde saatte 400 milden büyük hızlarla yarışan 100’den fazla araba modelinin hepsi dijital olarak yaratıldı. Dekor kullanımı için gerçek boyutlarda iki otomobil üretildi Mach 5 ve Racer X sokak otomobilleri.

CAR-FU
Speed Racer’da bir grup seçkin profesyonel, uluslararası arenada öne geçmek için rekabet ediyorlar. Saatte 400 milin üzerinde hız yapan, uzay gemisini andıran araçlarla taklalar atıyor, modifiye edilmiş ralli arabalarıyla yarış yollarında uzun mesafeli sıçramalar yaparak şimşek gibi geçiyorlar. Bu –yüksek teknoloji ürünü profesyonel yarış arabalarının havada dövüştüğü- akrobatik, gladyatör tarzı defansif yarışa verilen isim, “Car-Fu.”

HİPER-STİLİZE GERÇEKLİK
Parlak, iyimser, abartılı gerçeklik, Speed Racer’daki tüm aksiyona gerçekçiden çok duygusal bir etki yapıyor.

YARIŞLAR

FIRTINA KAYASI YARIŞ PİSTİ
Speed Racer’ın yaşadığı banliyöde bulunan Fırtına Kayası pisti inanılmaz tümseklerle ve virajlarla dolu. Rex Racer, bu pistte Mach 4’ü ile kırdığı rekoru hâlâ elinde tutuyor.

FUJI HELEKSİKONU
DYL’deki büyük lig pistlerinden biri olan Fuji Heleksikonu tropik bir takımada üzerine ve pırıl pırıl denize karşı kurulmuş. Bu heyecan verici yarış pisti, yerçekimine meydan okuyan virajlarıyla tropik araziye girip çıkıyor.

CASA CRISTO YOL RALLİSİ
Ülkenin bir baştan bir başa geçildiği Casa Cristo Yol Rallisi iki kıtaya, üç iklim kuşağına ve –Muqranna’nın kemerleri ve sütunlarından, Casa Cristo Yamaçları’ndan, Zunubian Çölü’nden ve Malta Buz Mağaraları’ndan geçen- şimdiye kadar yarışılmış en yorucu ve tehlikeli yollara yayılıyor. DYL ralli yarışını temizlemek için çaba gösterdiyse de zıpkınlar, lastik çivileri ve akü güçlendiriciler gibi hileler, çetin bir dayanıklılık sınavı haline gelen Casa Cristo’nun Zorlu Sınav olarak anılmasına neden oldu… Bitiş çizgisini ilk geçen kişi otomatik olarak prestijli Grand Prix’ye davet ediliyor.

GRAND PRIX
Cosmopolis’in kalbine kurulan ve sporun hayranlık uyandıran zirvesi olan Grand Prix, ölüme meydan okuyan düşüşleri, yonca yaprağı şekilli yolları ve hayrete düşürücü döngüleriyle yapılmış en muhteşem pistte yapılan son yarış. Dünyanın her yanından gelen sunucuların anlattğı bu yarış o kadar ünlü ki 80’den fazla dilde yayımlanıyor

YARIŞ DÜNYASININ SİMALARI

MR. MUSHA (Hiroyuki Sanada)
Musha Motors’un sahibi olan, Mr. Musha, Togokahn Motor’u gizlice ele geçirmek için Royalton’la işbirliği yapıyor..

E.P. ARNOLD ROYALTON (Roger Allam)
Aralarında Royalton Yarış Arabaları’nın da olduğu bir sürü şirketi içeren büyük bir holding olan Royalton Şirketi’nin sahibi ve yönetim kurulu başkanı, pistlerdeki en güçlü ve başarılı yarış takımını yönetiyor. Royalton kazanmaya alışmış; neye mal olursa olsun, hangi kurallar çiğnenirse çiğnensin…

MÜFETTİŞ DEDEKTÖR (Benno Fürmann)
Müfettiş Dedektör, yarış dünyasındaki yozlaşmayı araştırırken Yarışçı X ile birlikte çalışıyor.

HOROKU TOGOKAHN (Nan Yu)
Taejo’nun kız kardeşi, güzel ve zarif Horuko Togokahn, babasının ve ağabeyinin başarıya ulaşmak için kullandıkları yöntemleri her zaman onaylamasa da ailesine son derece sadık.

EZİCİ (John Benfield)
Ezici, Royalton’ın yarışlarda şike ayarlayan adamı. Cruncher rakip yarışçıları saf dışı bırakmak için adam tutuyor ya da zor kullanarak yarışmacıların şike yapmalarını sağlıyor.

SPEED RACER TAKIMLAR

RACER MOTOR TAKIMI
Şirket sponsorluğuna sığınmayan, bağımsız bir organizasyon olan Racer Motor, sürücülerinden tamircilerine, ev yapımı krepler için Racer’ların evinde sık sık bir araya gelen bir aile işletmesi. Yıldız sürücü Speed Racer’ın başı çektiği yarış takımı, bir zamanlar bir başka yıldızla övünüyordu… Fırtıma kayası Yarış Pisti’nde rekor kırarak olay yaratan Rex Racer.

ROYALTON YARIŞ ARABALARI
Uluslararası üne sahip yarış sponsoru Royalton Şirketi, E.P. Arnold Royalton tarafından yönetiliyor. Sahip olduğu 140 şirketten biri, işçilerin ve makinelerin başlangıçtaki karbon gövdeden bitmiş otomobile, bir arabayı otuz altı saatte tamamlamasına olanak tanıyan dikey yerleştirilmiş bir oto üretim tesisine sahip olmakla övünen bir T-180 fabrikası. Royalton’un yıldız sürücüsü, iki kez Grand Prix’yi kazanan ve beş kez DYL şampiyonu olan
Jack “Top Mermisi” Taylor.

TOGOKAHN MOTOR YARIŞ TAKIMI
Taejo Togokahn’ın kaptanlığındaki bu özel takım, tehlikeli Casa Cristo 5000 için kadrosuna, yükselişteki genç yıldız Speed Racer’ı ve gizemli Yarışçı X’i dahil ediyor.

HYDRA-CELL TAKIMI
Kötü şöhrete sahip Kaygan Yılan tarafından yönetilen bu takım, elinin altında bulundurduğu hilelerle… ya da yılanlarla tanınıyor.

UÇAN TİLKİLER TAKIMI
Kaptanı Delila olan bu çok kurnaz ve uçarı takım, fazla yaklaşan sürücüleri bekleyen tehlikeli lastik çivileriyle tanınıyor.

YEN-CHE TAKIMI
Dinamik hareketler ve durdurulamaz enerjileriyle, Yen-Che Takımı’nın arabaları, ön lastiklerinden birinin rakibe doğru patlamasını sağlayan bir düğmeye sahip.

THOR-AXINE ŞİRKETİ
Bu kuzeyli sürücülerin kullandığı arabalar, Viking balyozu şeklinde. Thor-Axine, Şirketi’nin otomobilleri, altlarından savrulan balyozlara ve rakiplerine kızgın arılarla dolu kovanlar fırlatan mancınıklara sahip.

SPEED RACER YARIŞÇILAR

YARIŞÇI X (Matthew Fox)
Yarış dünyasının gizemli, maskeli figürü olan YARIŞÇI X, kimliğini gizli tutarak yarış dünyasındaki yozlaşmayı ortaya çıkarıp sporu temizlemeye çalışıyor. Ancak kimi zaman Patlama Habercisi, Lanet Yarışçı ya da Maskeli Yarışçı olarak bilinen bu sinsi yarışçıyı örten pek çok gizem var. Kim bu adam? Kimin tarafında?

TAEJO TOGOKAHN (Ji Hoon Jung, yaygın olarak bilinen adıyla “Rain”)
Taejo, Togokahn Motors’un sahibi Tetsua Togokahn’un oğlu ve yarış takımının kaptanı. Fuji Heleksikonu’nda Speed’e karşı yarışıyor olsa da Taejo ona, heyecan verici olduğu kadar tehlikeli Casa Cristo Yol Rallisi için işbirliği yapmaları yönünde stratejik bir teklifte bulunuyor.

KAYGAN YILAN (Christian Oliver)
Hydra-Cell Takımı kaptanı olan Kaygan Yılan, Casa Cristo 5000 Road Rally’yi kazanma konusundaki kararlılığıyla rakiplerinin arasından kolayca sıyrılıyor. Yarış arabasının ızgarasına yerleştirilmiş kobra dişleriyle, bu yılan çok acımasız görünen bir rakip!

JACK “TOP MERMİSİ” TAYLOR (Ralph Herforth)
Top Mermisi Taylor, Royalton Yarışarabaları takımında yarışan, en ünlü ve başarılı sürücülerden ve Speed’in rakiplerinden biri. Top Mermisi’nin T-180 yarış arabası GRX, süper güçlü bir alıcı vericiye ve saatte 500 milin üzerinde hız yapma yeteneğine sahip. Top Mermisi Taylor yarış pistinin gördüğü en büyük sürücülerden biri kabul ediliyor.

GRİ HAYALET (Moritz Bleibtreu)
Gri Hayalet, lakabını, artık imzası haline gelmiş hareketinden alıyor; rakiplerinin görüş alanında bir görünüp bir kaybolmak. Pistlerdeki az sayıda kurallara uyan ve bağımsız yarışçılardan biri olan Gri Hayalet, Fuji Heleksikonu ve Grand Prix’te karşılaştığı Speed’i değerli bir rakip olarak görüyor.

BEN BURNS (Richard Roundtree)
Uzun zaman öncesinin yarış yıldızı olan Ben, pistteki görkemli günlerinde yaptığı yanlışlardan hareketle Speed’e akıl hocalığı ve rehberlik ediyor.

PRENS KABALA (Ashley Walters)
Speed’in Grand Prix’de yarışmak zorunda olduğu Prince Kabala’nın sürdüğü mücevherlerle kaplı T-180’in değeri 22 milyon dolar!

DELILA (Jana Pallaska)
Uçan Tilkiler Takımı’nın lideri olan Delila’nın otomobilinin jant kapağında saklı olan lastik çivisi, rakiplerinin lastiklerini deliyor.

DENISEMOBILE (Ludmilla Ismailow)
Iodyne Şirketi’nin sponsorluğundaki Denisemobile, beyaz puantiyeli şeker pembesi bir araba sürüyor ve Grand Prix’de Speed’e karşı yarışıyor.

NITRO VENDERHOSS (Joe Mazza)
Nitro Venderhoss Ekpyrosis takımı için sürüyor ve Grand Prix’de Speed’i zorlayacak, dişli bir rakip.

ÜÇ GÜL (Eduard Geber)
Speed’in Fuji Heleksikonu’nda karşı karşıya geldiği yarışçılardan biri.

KELLIE KALINKOV (Milka Duno)
Göz kamaştırıcı bir yarışçı olan Kellie Kalinkov, Grand Prix’de dikkat edilmesi gereken biri.

RACER DOSTLARI VE AİLESİ

SPEED RACER (Emile Hirsch)
Yarış dünyasında doğup büyüyen Speed Racer, daha yürümeden araba sürmeyi öğrendi. Bugün, kendisine -şans için kırmızı çorap giymekten bir virajın yaklaştığını sezmeye kadar- araba sürmek hakkında her şeyi öğreten ağabeyi Rex’in izinden giden yeniyetme bir yarışçı. Speed Racer, DÜNYA YARIŞ LİGİ - DYL’deki birkaç bağımsız yarışçıdan biri; sponsoru yok ve babasının takımı Racer Motors için yarışıyor.

MACH 5
Speed Racer’ın sokak otomobili Mach 5, şimşek gibi bir araba ve arabaya avantaj sağlamak için özel olarak tasarlanmış düğmelerle donatılmış:

• A Düğmesi: Otomobilin yolunu kesen her şeyin üzerinden atlamasını sağlayan bir set hidrolik krikonun çıkmasını sağlıyor.
• B Düğmesi: Şoför mahallini kapatarak Speed ve ona saldırabilecek her şeyin arasında kurşun geçirmez bir engel oluşturuyor.
• C Düğmesi: Yasadışı lastik çivilerinin Mach 5’i yarış dışı bırakmasını engelleyecek lastik kalkanlarını çalıştırıyor.
• D Düğmesi: Bir saniye bile kaybetmeden, Hexa-Dyno acil durum yedek lastiğini şişiriyor.
• E Düğmesi: Arabanın önünde yer alan ve her şeyi kesebilen zirkon uçlu testere bıçaklarını harekete geçiriyor.
• F Düğmesi: Mach 5’in tüm tehlikeli yol koşullarında manevra yapmasına yardım edecek lastik kramponlarını çıkarıyor.
• G Düğmesi: Her yerden her yere UCAP görüntüler iletebilen uzaktan kumandalı kuşu harekete geçiriyor.

TRIXIE (Christina Ricci)
Speed’in kız arkadaşı olan Trixie, şirin ama sert biri. Speed’le üçüncü sınıfta tanıştılar ve o zamandan beri ayrılmaz bir ikili oldular. Kendisi de muhteşem bir sürücü olan Trixie, parkurda da parkur dışında da Speed’in güvenilir ortağı. Pembe siyah TRX helikopteriyle yarışçıları yukarıdan izleyerek, Speed’in savunma hareketlerine yardım ediyor.

BABA RACER (John Goodman)
Eski bir güreşçi ve bir motor dahisi olan Pops, eskiden büyük yarış holdinglerinden biri için çalışıyordu ama ayrılarak kendi işini, bağımsız Racer Motors’u kurdu. Muhtemelen gezegenin en büyük otomobil mühendisi olan Pops, Mach 5 de dahil olmak üzere Speed’in tüm otomobillerini tasarlayıp üretiyor.

ANNE RACER (Susan Sarandon)
Racer ailesinin annesi olan Mom Racer sıcak, sevgi dolu ve iyimser. Genellikle ailenin sağduyusunun sesi olan Mom, oğlunun kararlarına güveniyor ve Pops’un çabuk kızan yapısını dengeliyor. Ayrıca yaptığı inanılmaz kreplerle tanınıyor.

SPARKY (Kick Gurry)
Racer Motors’un bir numaralı tamircisi olan Sparky, Pops’un sağ kolu ve yarışlar sırasında kulaklıklı telefonla bağlantı kurduğu Speed’in danışmanı.

SPRITLE (Paulie Litt)
Speed’in 10 yaşındaki haylaz kardeşi Spritle, Speed’i idol haline getirmiş; tıpkı Speed’in çocukken Rex’i idol haline getirdiği gibi… Otomobil ve yarış bilgileriyle dolu ayaklı bir ansiklopedi olan ve istatistikleri şimşek hızıyla sıralayan Spritle ile evcil hayvanı ve yardımcısı Chim-Chim sürekli yaramazlık yapıyorlar ama kahramanları Speed’e büyük destek oluyorlar.

CHIM-CHIM (Willie)
Chim-Chim, Spritle’ın en iyi arkadaşı ve ne zaman ihtiyaç doğsa bir maymun kurabiyesiyle hazırda bekliyor. Her yere Spritle’la gidiyorlar, gitmemeleri gereken yerlere bile… Örneğin Speed’in arabasının bagajına.

REX RACER
Speed’in yetenekli ve çoğu zaman tartışma yaratan ağabeyi. Rex Racer, Mach 4’ün direksiyonunda Thunderhead Pisti’nde parkur rekoru kırdı, ancak DYL’de başka takımlar için yarışmak adına aile takımından ayrıldı. Ancak Speed’in direksiyon başındaki zaferinden yaklaşık on yıl önce, Rex Casa Cristo 5000 sırasında Kwiksave Köpüğü çalışmayınca bir çarpışma sırasında öldü.

HIZLI YARIŞÇI SPEED RACER’IN DÜNYASI

COSMOPOLIS
Speed Racer hayali Cosmopolis şehrinde geçiyor. Işıl ışıl ve renkli bir metropolis olan şehir, reklam ve ilan panolarının ufukta görünen tüm binaları aydınlattığı bir gökdelenler denizinde yüzüyor. Speed Racer’ın tüm dünyasında olduğu gibi Cosmopolis’te de, yarış sadece bir spor değil, bir yaşam biçimi.

DÜNYA YARIŞ LİGİ (DYL)
Speed Racer’ın dünyasında, araba yarışları bildiğimizin çok ötesinde bir tarzda yapılyor. Otomotiv sanatının oldukça stilize eserleri olan otomobillerin her biri, sürücüsünün kişiliğini yansıtacak şekilde tasarlanıyor ve bunun sonucu olarak rengârenk bir boya skalasına sahip oluyorlar. DYL’nin öncülüğünü yaptığı, dünyanın bir numaralı sporu olan araba yarışı, medya tarafından her ülkede ve her dilde izleniyor. Neredeyse tüm otomobiller ve tüm takımların sponsorluğu, çok büyük şirketler tarafından yapılıyor. Bu otomobiller yalnızca hız için değil aynı zamanda hayal edebileceğiniz en inanılmaz parkurlarda yerçekimine meydan okuyan numaralar yapmaları için üretilmiş. Yarışa yirmi araba başlayabilir ama sadece bir avuç yarışçı bitiş çizgisini görebilir.

OTOMOBİLLER
Speed Racer dünyasındaki yarış arabaları T-180 olarak biliniyor ve saatte 400 milin üstünde hız yapabilecek kapasiteye sahip. Yarışçılar günlük yaşamlarında ve yol yarışlarında sokak otomobilleri kullanıyor, stadyum ve parkur yarışlarında T-180 yarış otomobilleri kullanıyorlar. En iyi T-180 sürücüleri, tipik bir yarışta 4 g’nin üzerinde güce dayanabilecek durumdalar. Tüm yarış arabalarında, yarışmacıların çarpışmalardan kaçmalarını ve parkurdan yaralanmadan çıkmalarını sağlayan Kwiksave Köpüğü bulunuyor. Birinci gelen sürücüler, zaferlerini bir sürahi dolusu soğuk sütle kutluyorlar!

KWIKSAVE KÖPÜĞÜ
Tüm otomobillere yerleştirilen ve sürücüleri sarıp onları güvenle yolun dışına taşıyan bir güvenlik özelliği.