İkonik baş karakteri olmasa “Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull”un hiçbir anlamı olmaz

Hayatlarının Macerası İçin Tanıdık Yüzler ve Yeni Yetenekler İmza Atıyorlar
İkonik baş karakteri olmasa “Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull”un hiçbir anlamı olmaz. Ancak Indy yalnız yaşayan bir bilimadamı ve yalnız kurt olmaktan hoşnut olsa da, çıktığı her yolculukta ona arkadaşlar, düşmanlar ve dostluğu sorgulanabilir müttefikler eşlik eder.

Prodüksiyon Amiri Kathleen Kennedy’nin bu konudaki yorumu şöyle: “Öykülemede daima yer alan belli bir miktar rahatlatıcı ve huzur verici melodram boyutu vardır. Bir kötü adam mutlaka bulunur ve o kesinlikle en büyük düşmandır. Sürekli şakalaştığı ve espriler yaptığı bir arkadaşı vardır. Bunların yanısıra Indy’nin sevdiği bir kadın mutlaka olur. Çıktığı yolculuk boyunca dostluklar kurar. Bunların kimisi ona ihanet eder, kimisi dıştan gözüktüğü gibi çıkmaz. Macerayı bunlar keyifli kılar.”

En yeni Indiana Jones macerası için uluslararası isimlerden kadro kuran film yapımcılarının hazırladığı listenin ilk sırasında hiç kuşkusuz Harrison Ford’un adı vardı. Yönetmen Steven Spielberg’in “gizli silah” olarak nitelediği Harrison Ford, en baştan itibaren Indiana Jones’un odak noktasındaydı.

Harrison Ford, “Indiana Jones” serisinin baş karakteri olan Dr. Jones karakterini yaratırken gereksiz yere boş laf konuşmayan ve yılandan korktuğunu alçakgönüllükle kabul eden bir kombinasyon oluşturmuş, bu ikisinin harika birleşimiyle çok farklı bir ekran kahramanına imzasını atmıştı.

Filmde efsanevi Kristal Kurukafa’yı ararken Indy’e farkında olmadan yardımcı olan genç arkadaşı rolünde oynayan Shia LaBeouf’un Indiana Jones karakteriyle ile ilgili yorumu şöyle:

“Harrison Ford olağanüstü bir karakter yaratmış. Çaresiz ve kırılgan kaldığı koşulların tam ortasına bırakıldığında müthiş tablolar ortaya çıkar. Indy’nin her kırılganlığı –ki bunlar bol miktarda vardır- birbirinden eğlencelidir. Indiana Jones oldukça sert bir adamdır ama aslında gerçekten iyi bir insandır. Harrison’un çizdiği portre tam olarak buydu. Bence Harrison tam bir aksiyon adamıdır ve aksiyonu sanat formatına dönüştürmüştür. Ondan başka hiç kimse Indiana Jones olamaz.”

Gözüpek arkeolog rolüne 19 yıl aradan sonra geri dönen Harrison Ford, ilerleyen yaşına rağmen olağanüstü zorlayıcı akrobatik hareketlerin kendisini beklediğinin farkındaydı. Yapımcı Marshall, aktörün bu hareketleri kendisinin yapmak istediğini, çok gerekmedikçe dublör kullanmaktan uzak durma eğiliminde olduğunu kaydederek şöyle konuşuyor:

“Tam anlamıyla Indiana Jones olmak istedi, akrobatik hareketleri dublörlere bırakmaya sıcak bakmadı. Bu filmde bol miktarda koşma, takip, atlama, sıçrama, kamçı sallama, ormanda koşuşturma sahnesi göreceksiniz. Harrison bunların hepsini kendisi yaptı. Bu onun oynadığı karaktere duyduğu tutkunun gerçek kanıtıdır ve ekrana kesinlikle yansıyacaktır. Perdede gördüğünüzün Harrison Ford’un ta kendisi olduğunu, herşeyin gerçek olduğunu bilerek izleyeceksiniz.”

30 yılı aşkın süredir beyazperdedin en ünlü aktörlerinden birisi olan Harrison Ford, -1966 yılında oynadığı çok kısa süreli otel bellboyu rolünü saymazsak- oyunculuk alanındaki ilk büyük patlamasını George Lucas’ın 1973’te çektiği “American Graffiti”deki rolüyle yaptı. George Lucas sonraki yıllarda “Star Wars”taki Han Solo rolünü ona vererek sinemadaki asıl büyük çıkışını yapmasını sağladı.

Serinin ilk filmi olan “Raiders of the Lost Ark”ı 1981 yılında çekilirken Indiana Jones rolü için Harrison Ford ilk tercih değildi. Başka bir oyuncu düşünülürken son anda onun oynamasına karar verilmişti. Ancak bugün Indiana Jones rolünde başka bir aktörü hayal etmek bile neredeyse imkansızdır.

Indiana Jones’un artık yaşı ilerlemiş bir karakter olduğunu kabul eden George Lucas, Harrison Ford’un oynadığı karakterle bütünleşmesini şu sözlerle ifade ediyor:
“Harrison bugüne kadar oynadığı dört filmde Indiana Jones karakterine büyük bir evrim yaşattı. Onu 1930’lu yıllardan alıp 50’lere taşımasını bildi. Yaşı hayli ilerlemiş olmasına rağmen macerayı sürekli kılmak için elinden geleni yaptı. Yeni filmdeki macera boyutunun diğerlerinde olduğu gibi başarılı olmasının tek bir nedeni vardır, o da Harrison Ford’un varlığıdır.”

Ünlü aktörün Indiana Jones rolüne geri dönüşü, başta Spielberg olmak üzere setteki herkese heyecan ve nostalji karışımı duygular yaşattı. Spielberg izlenimlerini şu sözlerle dile getiriyor:

“Harrison’un sete gelip de kamçıyı eline almasını, havada şöyle bir çevirdikten sonra kötü adamların üzerinde şaklatmasını seyretmek inanılmaz keyifliydi. Harrison’un kamçı kullanmakta ne kadar hızlı olduğunu görmek büyüleyiciydi. Bu sadece bir nostaljiden çok daha öte bir duyguydu diyebilirim. Bu filmi yaparken Indiana Jones karakteriyle büyümüş insanlara sevdikleri kahramanı geri getirmekle ne kadar büyük iş yaptığımızın işte o zaman farkına vardım.”

Filmin genç aktörlerinden Shia LaBeouf ise setlerde tanık olduğu tabloyu şöyle anlatıyor: “Harrison’un bize sette yaşattığı olağanüstü deneyimi sinema salonlarındaki her yaştan izleyicinin aynen hissedeceğini düşünüyorum. Benim kuşağımdaki insanlar Indiana Jones karakterini sinema salonunda belki hiç görmemiş olabiliriz ama olağanüstü etkileri olduğunu biliyorum. Bence Indiana Jones her kuşaktan izleyiciyi derinden etkileyen çok büyük bir karakterdir.”

Indy’nin en yeni serüveninde Mutt karakteri filmin en önemli karakterlerinin başında gelir. Bu rolde, “Transformers”, “Disturbia” ve “Eagle’s Eye” gibi filmlerdeki performansıyla adını duyuran genç aktör Shia LaBeouff kamera karşısına geçti. Böyle bir karakterin portresini çizmenin başlıbaşına bir macera olduğunu ifade eden genç aktör, duygularını şu sözlerle dile getiriyor:

“Rolü aldığımı öğrendiğim andan itibaren hayatımdaki hareket hiç bitmedi diyebilirim. Steven bana yolladığı senaryonun üzerine küçük bir not iliştirmişti. ‘Okey, şimdi artık kendini Mutt’a dönüştürme zamanıdır” diyordu notunda… Sonra rolüme hazırlanırken izlemem için üç film verdi. Bunlar sırasıyla ‘The Blackboard Jungle’, ‘Rebel Without a Cause’ ve ‘The Wild One’ adlı filmlerdi. Evime gidip izlediğimde özellikle sonuncusu beni çok şaşırttı. Marlon Brando’nun bu tarzdaki bir rolü nasıl oynadığını görme fırsatı buldum.”

Genç aktör filmde portresini çizdiği Mutt karakterini ise şu sözlerle tanımlıyor: “Senaryoyu okudukça çok özgün bir karakter olduğunu gördüm. Mutt normal bir çocukluğu hiç yaşayamamış bir karakterdir. Okulu bıraktıktan sonra kafasına motosikletlerle makineleri takmıştır. Mutt’un çocukluk yıllarında hiç kimseye anlatmadığı birçok olay yaşandığı bellidir. Zaten o da kimseyle paylaşmamayı tercih eder. Kendisini aslında olmadığı şekliyle sunmayı seven bir karakter yapısı vardır.”

Mutt karakterinin yalnızlıktan hoşlanan yapısı konusunda ise şunları söylüyor: “50’li yılların gençlerinde var olan isyankar ve asi ruhun, hemen hemen aynı özellikleri taşıyan Indiana Jones karakteriyle ilginç bir uyum oluşturduğunu düşünüyorum. Aslında bu macerada bir ailenin yeniden oluşturulup güçlendirilmesi üzerinde durulur. Mutt karakteri önce Indiana ile iletişim kurmayı başarır. Sonra tanıştıkları diğer yeni insanlarla iletişim kurar. Sonuçta yaşanan tüm çılgınlıkların arasında güçlü bir beraberlik oluşur. Atılan her yumruğun onları birbirine daha da yakınlaştırdığını söyleyebiliriz.”

“Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull”un birbirinden ilginç karakterleri arasında Indiana Jones’un tamamen unutmayı bir türlü başaramadığı, hayatının en büyük aşkı Marion Ravenwood karakteri de vardır. Bu rolde bir kez daha Karen Allen oynadı.

Marion karakterinin geri getirilmesiyle filmin öyküsünün bütünlük kazandığını belirten senaryo yazarı David Koepp, “Ortada gerçek olan bir şey varsa, o da Marion ile Indy’nin birbirine ait olduğunun net olarak görülmesidir” diyor.

Prodüksiyon Amiri Kathleen Kennedy de şunları ekliyor: “Marion rolünde oynayan Karen Allen gülümsediğinde serinin ilk filmini çektiğimiz günlere döndüğümüzü hissettik. Açıkçası o günden bu yana Karen’ın ruhunda çok az şeyin değiştiğini gördüm.”
Serinin ilk filmi “Raiders of the Lost Ark”ta Marion karakterini canlandırdıktan sonra ikinci ve üçüncü bölümlerde oynamayan Karen Allen, portresini çizdiği karakteri şu sözlerle tanımlıyor:

“Ateşli bir ruha sahip olan Marion çok güçlü bir karakterdir. Ergenlik çağından henüz çıkmışken Indy’e aşık olmuştur. O zamanlar epeyce zorlanmıştır. Ancak eski usul romantik tarzda Indiana Jones daima onun hayatının aşkıdır. Aslında gönlündeki erkek Indy gibi birisi değildir ve bunu en başından itibaren bilmektedir. Gençlik yıllarında modern bir kızdır. Birçokları ona cesur bir kız olarak tanımlar ama cesur değil yaratıcıdır. Kendisine ve başka insanlara nasıl özen göstereceğini bilir. Indy’i olduğu gibi kabullenmekten bir an bile vazgeçmez. Genç bir kızken nasılsa şimdi de aynen öyledir.”

Karen Allen’ın geri dönüşü filmin setindeki aktörler arasında büyük heyecan dalgası yarattı. Filmdeki rol arkadaşlarından Cate Blanchett duygularını şu sözlerle dile getiriyor:

“İlk çekim tamamlandığında herkes sevinçle çığlık attı. Bence Karen Allen olağanüstü liberal ruhlu bir insandır. Onu serinin ilk filminde ilk kez gördüğüm günü hatırlıyorum da, bugüne kadar onun kadar özgür ve ateşli bir kadın kahraman daha görmemiştim. Kendisiyle tanışınca müthiş neşeli bir insan olduğunu gördüm. Onu hem insan, hem de aktör olarak çok sevdim.”

Indiana Jones’un çevresindeki tek güçlü kadın Marion değildir. En az onun kadar güçlü bir başka kadın daha vardır. Kristal Kafatası’nın peşindeki Sovyet askeri birliğinin lideri olan Sovyet kadın ajan Irina Spalko da, öykünün acımasız kadın karakteridir.

Irina Spalko rolünde kamera karşısına geçen Oscar ve BAFTA ödüllü yıldız Cate Blanchett, ilk defa bu kadar kötü ruhlu ve acımasız bir kadını oynadığını belirterek şöyle konuşuyor:

“Sovyet ajanı Irina Spalko, çelik gibi sağlam iradeye sahip bir kadın ajandır. Amacına ulaşmak için önüne çıkacak herkesi hiç gözünün yaşına bakmadan öldürecek kadar da acımasızdır. Düşman gördüğü kişilerin tek hareketle ipini çekmekte hiç tereddüt etmez. Yaptığı işi tam bir titizlikle yapar. Fiziksel açıdan son derece etkileyici bir kadındır ama öldürücülük potansiyelini unutmayalım.”

Seyircinin Cate Blanchett’i izlerken fantastik duygular hissedeceğini söyleyen George Lucas, güzel yıldızın oyun tarzıyla ilgili yorumunu şu sözlerle yapıyor:
“Kötü ruhlu karakterleri oynayabilmek her film yıldızına nasip olmaz. Bu nedenle kötüyü oynamak onlar için eğlenceli ve heyecan verici bir olaydır. Cate Blanchett’in oynadığı Irina Spalko, kafasına koyduğunu mutlaka yapan, asla durmayan bir karakterdir. Bu özellikleri onu iyi bir kötü karakter yapar. İzleyici açısından bakarsak böyle karakterlerin herşeyden önce inandırıcı olması gerekir. İzleyici onlardan korkmalıdır. Açıkçası Cate’in oyun tarzını görünce kesinlikle ondan korkuyorsunuz.”

Bir Indiana Jones filminin parçası olmaktan büyük keyif aldığını belirten Cate Blanchett ise, filmin kötü karakterini oynamayı ciddiye aldığını belirterek şöyle konuşuyor:

“İlk Indiana Jones filmi 1981’de gösterime girdiğinde ben ilkokuldaydım. Sınıftaki kızların hepsi Harrison Ford’u öpmek isterlerdi. Ben çok farklıydım, çünkü Indiana Jones olmak isterdim! Harrison Ford ile Karen Allen ekranda aynı karede bir araya geldiğinde olağanüstü elektrik yayılırdı. Bu arada ‘Raiders’in tema müziğinin de hala kulaklarımda olduğunu söylemeliyim.”

Hiç yorum yok: