Amerikan Rüyası olarak bilinen kavram

İLETİŞİMSİZLİK HER YERDE

Joanna’nın kısa sürede Bobbie ve Roger ile ilişki kurabilmesinin temelinde her birinin partnerleriyle yaşadığı iletişim yetersizliğinin önemli payı vardır. Joanna rolündeki Nicole Kidman bu durumu şu sözlerle açıklıyor: “Filmde anlatılan öykünün merkezinde ilişkiler var. Birbiriyle çok iyi iletişim kurabilen bu üç kişinin de kendi partnerleriyle iletişim sorunu olduğunu görüyoruz. Sanırım izleyici bu durumu kolay algılayabilecek ve kendi yaşamıyla bağlantı kurabilecek.”

Walter rolünde oynayan Matthew Broderick ise, filmin odaklandığı ana noktanın Walter ile Joanna arasındaki aile içi çatışma olduğunu belirterek şunları söylüyor: “Bu öyküde gerçek anlamda bir romantizm var. Dayanak noktasını kaybetmiş bir evlilik sözkonusu. Zaten bu iki insanın Stepford’a gidiş sebebi de, karşılıklı ilişki boyutunu kaybetmiş evliliğe tekrar güç kazandırmak...”

HEPİMİZ KUSURLARIMIZLA İNSANIZ

Bundan sonrasına Frank Oz şöyle devam ediyor: “Kadınların çok güzel, erkeklerin olağanüstü mutlu ve evlerin pırıl pırıl olduğu bu kusursuz kasabaya gelirler. Ancak sonuçta vardıkları nokta, birtakım kusurlarımızın olmasının bizleri daha insan yaptığını öğrenmektir. Herşeyin mükemmeliyetten geçmediğini öğrendikleri an, Joanna ile Walter’ın ilişkisi kurtulacaktır.”
Bu konuda son noktayı filmin senaryo yazarı Paul Rudnick koyuyor: “Filmin akışı içinde, Joanna ile Walter’ın aşkının en üst düzeyde sınavdan geçtiğini görürüz. Bu filmde her bakımdan modern bir aşk öyküsü olduğunu düşünüyorum.”

Senaryo yazarı Paul Rudnick, 1970’lerde çekilen orijinal filmdeki öyküyü güncellerken farklı bir boyut getirerek izleyiciyi bir gay çiftle tanıştırdı. Roger (Roger Bart) ve Jerry (David Marshall Grant) adlı iki gay gencin beraberliği sayesinde filme günümüze uygun yeni bir hava geldi. İki gay gencin devreye girişiyle kusursuz Stepford kasabasına bir uyumsuzluk kaynağı daha girmiş oldu.

Paul Rudnick bu konudaki düşüncesini şu sözlerle açıklıyor: “Sonuçta bu gay çiftin de heteroseksüel insanlar gibi mükemmellik arama hakkı vardır. Kültürel yapımızdaki hızlı değişimler sonucunda diğer gayler gibi bu gay çiftin kafasının da epeyce karışık olduğunu söyleyebiliriz. Stepford’a geldikleri andan itibaren onlar da gay olmayan diğerlerine benzer sorunlarla karşılaşırlar.”

“Stepford Kadınları”nın oyuncu kadrosunda Grammy adayı şarkıcı Faith Hill de yer aldı. İlk kez bu filmle kamera karşısına geçen Faith Hill, bir havayolu şirketinin CEO’suyken kocası tarafından robotlaştırılarak Stepford kadınına dönüştürülen Sarah Sunderson rolünde oynadı.
Ünlü şarkıcı üstlendiği karakteri şu sözlerle açıklıyor: “Sarah için yapılabilecek en doğru tanımlama, diğer Stepford kadınlarına kıyasla biraz devre dışı kalmış olmasıdır. Kocası onu bir mükemmellik örneği olarak yaratırken bazı noktalarda hata yaptığı için ara sıra kafası karışmaktadır. Devre dışı kaldığı anlarda azıcık da olsa çılgınlık belirtileri gösterir.”

Kısaca “Amerikan Rüyası” olarak bilinen kavrama komedi, satir ve gerilim unsurlarının harika bir bileşimiyle yaklaşan “Stepford Kadınları”nda izleyicinin aradığı herşey vardır. Karşıt cinslerin savaşından tutun da klişelere karşı verilen mücadeleye; bireysellik ihtiyacına kadar herşey... Ve bu film çok önemli bir soruyu gündeme getirir: Dünyanın her yerinde küflenmiş kuralları ihlal edenler “çok özel insanlar” olarak nitelenirken Stepford’da çizgi dışına çıkanlar neden tehlikeli görülür?

Hiç yorum yok: