In The Valley of Elah Filmin Konusu

Irak’ta görev yapmakta olan asker Mike Deerfield (Jonathan Tucker), ülkesine dönüşündeki ilk hafta sonunda gizemli şekilde kaybolur. Eski bir silahlı kuvvetler mensubu olan babası Hank Deerfield (Tommy Lee Jones) ile annesi Joan (Susan Sarandon) oğullarını aramaya başlarlar. Mike’ın son görüldüğü yerde polis dedektifi olan Emily Sanders (Charlize Theron) onlara gönülsüzce yardımcı olur.

Eldeki kanıtlar çoğaldıkça genç askerin bir cinayete kurban gittiği ortaya çıkmaya başlar. Emily ve Hank soruşturmanın kontrolünü ellerinde tutmaya çalışırken yüksek rütbeli subaylara karşı mücadele vermek zorunda kalırlar. Ancak Mike’ın Irak’ta geçirdiği dönemle ilgili gerçeklerin su yüzüne çıkmaya başlamasıyla Hank’in tüm dünyası allak bullak olacak; oğlunun ortadan kayboluşunun ardındaki gizemi çözmek için o güne kadar sıkı sıkı sarıldığı tüm inançlarını yeniden gözden geçirmek zorunda kalacaktır.

Prodüksiyon Notları

Yazar / yönetmen Paul Haggis, Oscar ödüllü çalışması “Crash”in ardından gelecek yeni projesi için materyal sıkıntısı çekmiyordu. Ancak sıradan/parıltısız bir projeyle yola devam ederek işin kolayına kaçmaya niyeti yoktu. Ajansıyla yaptığı toplantılarda hep, “Bugüne kadar bildiğiniz hiçbir şeyi asla tekrarlamayacağım ve yapmayacağım” diyordu. Bir süre sonra eline Playboy dergisinde yayınlanan Mark Boal imzalı “Death and Dishonor – Ölüm ve Onursuzluk” adlı yazı geçince son derece trajik bir öykü bulduğunu düşündü. Yeni projesi için aradığı konuyu sonunda bulmuştu.

Haggis ile yıllardır beraber çalışan yapımcı Laurence Becsey, “Uzun zamandır bu tipte bir materyal/ malzeme arıyorduk” diyor ve şöyle devam ediyor: “Paul bu konuya hemen ilgi duydu.

Güçlü bir öyküydü. Dergideki yazıyı okuyunca herkesin kolayca yakınlık duyacağı/ empati kuracağı konuları irdelemek için uygun bir platform oluşturduğunu fark ediyorsunuz. Adaleti sağlamak için atılması gereken doğru adım nedir? Kendimize özen göstermek için neler yapmalıyız? Ailesine özen göstermek için herkesin neler yapması gerekir?”

Boal’ın yazdığı makalede Irak’tan yeni dönen genç bir askerin yeni görev yeri olan Ft. Benning askeri üssünde öldürülmesi olayı detaylandırılır. Ortadan kayboluşundan sonra babasının başlattığı araştırma süreci ve cinayetle suçlanan üç müfreze arkadaşı için tehlike çanlarının çalmaya başlaması anlatılır.

Projesini hayata geçirecek stüdyo aramaya başlayan Haggis, geçtiğimiz yıllarda senaryosunu yazdığı “Million Dollar Baby”, “Flags of Our Fathers” ve “Letters From Iwo Jima”nın yapımcı / yönetmeni Clint Eastwood’un yardımına başvurdu. Clint Eastwood projeyi Warner Bros.’a götürdü.

“Clint bu projeyi sonuna kadar destekledi ve omuzladı. Onu gerçekten takdir ediyorum. 2003 yılında bu hiç kimsenin duymak bile istemediği bir öyküydü. Onun desteği olmasaydı yapmak çok zor olurdu.Belki de proje beyazperdeye yansıyamazdı.” diyor Haggis ve şöyle devam ediyor:

“Konuyu araştırdıkça elimdeki öykü genişledi. Sonunda bir başka gerçek öykü olan Hank’in gerçeği bulmak için gösterdiği çabayla birleştirdim. Savaşı ister destekleyelim, ister karşı olalım, sonuçta oraya gönderdiğimiz cesur insanların başına neler geldiğiyle yüzleşmek zorundayız. Müthiş kararlar vermek zorunda kalan iyi insanların öyküsünü anlatmak istedim.”

Haggis’in yazdığı ve çok geniş boyutları olan gizemli bir cinayeti anlattığı öykü, tüm dikkatlerin üniformalı erkek ve kadınlara odaklandığı bir dönemde gündeme geldi. Bu öyküde, ortadan gizemli bir şekilde kaybolan genç bir savaş gazisinin; babası Hank Deerfield’in; annesi Joan’ın ve kayıp oğlunu bulması için Hank ile güçbirliğine giden mücadeleci ruhlu bir bekar anne olan polis dedektifi Emily Sanders’in iç içe geçmiş yaşam öyküleri anlatıldı.

Hank Deerfield rolünde oynayan Oscar ödüllü aktör Tommy Lee Jones, filmde anlatılan konuyla ilgili şu yorumu yapıyor: “Savaşın insanlara neler yapabileceğini ele alan bir öykü olduğunu söylemek gerekir. Ayrıca aptalca ve kör edici vatanseverliğin çok tehlikeli olduğuna işaret ettiğini düşünüyorum.”

Polis dedektifi Emily Sanders’in portresini çizen Oscar ödüllü oyuncu Charlize Theron’un yorumu ise şöyle: “Savaş konusunda neler hissettiğimizin ve politik açıdan duruşumuzun nasıl olduğunun hiç önemi yok. Burada inkar edemeyeceğimiz tek şey, savaşa gönderdiğimiz erkeklerimizle kadınlarımızın orada büyük bir travma yaşamakta olduğudur. Anavatana geri dönüşlerinde onlardan normal insan işlevleri/davranışları beklemek bence çok fazla şey istemek olur. Bu acı bir gerçektir ama bu konuda şimdiye kadar hiç dürüst olmadık. Hep iki yüzlü davrandık.”

Yapımcı Becsey ise şu yorumu getiriyor: “Savaş alanının etkisi iki farklı boyutta ortaya çıkar. Konuya fiziksel etkiler açısından bakarsak, savaş alanındaki çarpışmaların etkisinden söz edebiliriz. Ancak diğer yandan duygusal mücadele de sürmektedir. Fiziksel kurbanları anlayabiliyoruz, ama aslında savaşın duygusal ve psikolojik maliyetine hiç hazırlıklı değiliz. Bunu hiç hesaba katmıyoruz.”

Hiç yorum yok: