Nim’in Dünyası: Tasarımlar

Nim’in Dünyası: Tasarımlar

“Nim’s Island”ın konusunun büyük bölümü uzak bir adada geçer. Burada hem doğal çevre, hem de Nim karakterinin limitsiz hayal gücü sözkonusudur. Okyanusun ortasında bir adada yaşayan Nim’in hayatındaki tehlike ve güzellikleri kapsayacak bir mekan bulmak isteyen film yapımcıları, dünyanın öbür ucu olarak bilinen Avustralya’ya bir yolculuk yaptılar. Burası, bereketli yağmur ormanları, altın sahilleri ve görkemli mercan kayalıklarıyla çok büyük bir ada ülkesiydi.

Yapımcı Paula Mazur, “Neden Avustralya?” sorusunu şu sözlerle yanıtlıyor: “Gerçek anlamda tropik çevreye ihtiyacımız vardı. Aynı zamanda film çekimi için gerekli güçlü altyapının da sağlanacağı bir yer olmalıydı. ‘Dünyanın en güzel adası!’ tanımlamasına uygun düşecek bir yer arıyorduk. Sonunda aradığımız herşeyi ve daha fazlasını Avustralya’da bulduk.”

Filmin çekimlerinin büyük bölümü, Queensland eyaletinin altın kumlu plajlarıyla ünlü Altın Sahili’nde gerçekleştirildi. Bu bölgede film çekim stüdyolarının da var olması nedeniyle deniz aslanlarının dev su tankları içinde emniyetle tutulması sağlandı. Ayrıca Jack ile Nim’in yaşadığı ağaç evi de bu stüdyolarda özel olarak inşa edildi. Bunların yanısıra Aborjinlerin vatanı olarak bilinen ve bugün Avustralya Ulusal Parkı niteliği taşıyan Hinchinbrook Adasında da çekimler yapıldı. Bu ada, görkemli ormanları, altın kumlu sahilleri ve hindistan cevizi ağaçlı kıyılarıyla Nim’in cennet adası oldu.

Mark Levin ve Jennifer Flackett, filmin tasarımları için üç büyük sanatçıyla işbirliği yaptılar. Filmin görüntü yönetmenliğini, Jane Campion’un konusu Yeni Zelanda’da geçen “The Piano” adlı filmdeki lirik çalışmasıyla Oscar adaylığı kazanan Stuart Dryburgh üstlendi. Prodüksiyon tasarımlarını, geçtiğimiz yılın olay komedisi Wedding Crashers’in yanısıra “X-Men: Wolverine” adlı filmde de aynı görevi yapan Barry Robison hayata geçirdi. Kostüm tasarımlarını ise, Woody Allen imzalı periyod draması “Bullets Over Broadway”deki çalışmasıyla Oscar adaylığı alan Jeffrey Kurland hazırladı.

Görüntü yönetmeni Stuart Dryburgh’un karşılaştığı zorluklardan birisi, gerçek yağmur ormanlarında yapılan çekimlerle stüdyo çekimleri arasında uyumlu dengeyi tutturmak oldu. Özellikle stüdyo ortamında çekilen ağaç ev sahnelerinde bu zorluğu hissettiğini belirten Dryburgh, nasıl aştığını şöyle anlatıyor:

“Gerçek yağmur ormanlarıyla stüdyoda kurulan ağaç ev arasında dış koşullar açısından büyük farklar vardı. Yağmur ormanlarının atmosferinde sürekli su buharı olması nedeniyle bitkiler üzerinde sanki her an ıslaklık varmış gibi bir duygu oluşuyordu. Aynısını stüdyo ortamında sağlayabilmek için ağaç evin çatısına son derece karmaşık yapılı bir düzenek yerleştirdik. Bunu tropikal bitkilerin yetiştirildiği büyük seraların üstüne kaplanan çok özel düzeneklere benzetebiliriz.”

Görüntü yönetmeni Stuart Dryburgh filmdeki favori sahnesini şu sözlerle dile getiriyor: “Aslında favori sahnelerim çok fazla ama Nim’in teknede yolculuk yaptığı sahneyi ayrı bir keyifle çektim. Bu sahnede Nim, babasının teknesinin ön tarafında ayakta duruyordu. Tekneleriyle açıkta duran erzak gemisine doğru gidiyorlardı. Babası Jack’in kullandığı tekne ilerlerken arka planda birbirinden güzel adalar vardı. Güneşin pırıl pırıl parladığı bu sahne, gerçekten büyüleyici bir sahne oldu.”
Prodüksiyon tasarımcısı Barry Robison ise, “gerçekçilik ama rüya gibi gerçekçilik” adını verdiği ve filmin ana setlerine hakim olan stili yakalayabilmek için Dryburgh ile omuz omuza çalıştı. Nim’in adadaki ağaç evi ile Alexandra’nın San Francisco’daki çevreden izole edilmiş evi arasındaki kontrastları vurgulayabilmek için geniş kapsamlı gözlem ve araştırma yaptı.

Barry Robison’un kurarken en büyük keyif aldığı setler arasında Jack ve Nim’in yaşadığı ağaç ev stilindeki ev ile laboratuvar setleri başı çekiyordu. Bu ağaç evi oluştururken çocukluk hayallerinden yola çıktığını söyleyen Robison, “Sanırım hepimizin çocukluğunda Nim’inki gibi bir ağaç evde yaşama hayali vardır. Böylesine büyüleyici bir evi yaratmak gerçek bir keyif oldu” diyor.

Prodüksiyon tasarımcısı Barry Robison aslında bu evi, Hinchinbrook Adasındaki gerçek yağmur ormanındaki gerçek bir ağacın üzerinde inşa etmek istiyordu. Bunu başarabilseydi “Nim’s Island”ın dış mekan çekimlerinin büyük kısmı da yağmur ormanlarında yapılmış olacaktı. Ancak planlarını suya düşüren büyük bir engel çıktı: Hayvanlar…

Nim’in yakın arkadaşları olan deniz aslanlarının güvenliği için mutlaka stüdyo ortamında tutulması gerektiğini öğrenince ağaç evi de stüdyo ortamında kurmaya karar verdi. Kendi teatrik altyapısını da kullanmak suretiyle dış dünyanın vahşi güzelliklerini iç mekan setlerinde yaratmayı düşündü. Sonuçta görüntü yönetmeni Stuart Dryburgh’un katkılarıyla ağaç evi sanki gerçek yağmur ormanının içinde gibi sunmayı başardı. Ağaç evi hayata geçirirken dayanıklı bambu malzeme ve plastik malzeme kullandı.
Robison’un aynı derecede zorlandığı bir başka önemli set ise, Alexandra Rover’ın yaşadığı San Francisco’daki Victoria tarzı ev seti oldu. Burası, dünyanın en popüler macera romanları yazarının kendisini dış dünyadan gizlediği yerdi. Kendisine çok büyük ve ürkütücü gelen dış dünya ile bağlantısını koparacak tarzda bir yaşam sürüyordu.

Prodüksiyon tasarımcısı Barry Robison, Alexandra’nın evini tasarlarken nasıl bir yaklaşım sergilediğini şu sözlerle açıklıyor: “Klostrofobik ve kaotik bir kentte yaşayan Alexandra bu evi her türlü karmaşadan uzak durduğu çölde bir vaha gibi görür. Kendisini dış dünyadan öylesine soyutlamıştır ki, kapıyı açıp dışarı çıktığında arka planda Golden Gate Köprüsünü ve San Francisco kentini görünce bastırılmış bir perspektif hissederiz. Bunlar onun ne kadar zorlu bir mücadeleye hazırlandığını gösterir.”

Alexandra’nın evinin içini döşemeye başlayan tasarım ekipleri, evin her köşesine dünyanın çeşitli ülkelerinden getirilmiş objeler yerleştirdiler. Yapımcı Paula Mazur bu eşyaların önemini şu sözlerle açıklıyor: “Alexandra’nın evinde dünyanın çeşitli ülkelerinden gelmiş objelere bakınca bu kadının evini terk etmeye bile gerek duymadan dünyaya açık bir yaşam sürmeye çalıştığını anlıyoruz. Bu duygu Jodie Foster için de çok önemliydi.”

Bu duygu aynı zamanda Mark Levin ve Jennifer Flackett için de önemliydi. Filmin tasarımları ve oyuncu performansları açısından en iyi sonucu aldıklarını belirten Mark Levin, “Nim’s Island” projesiyle ilgili düşüncelerini şu sözlerle özetliyor:
“Bu güzel yeri ve bu harika öyküyü yaratmak için herkes birlikte çalıştı. Hepimizin ortak amacı, Wendy Orr’un kitabındaki dünyaya bakışın yansıtılmasıydı. Bence, ‘Nim’s Island’ insanların kendi hayal gücüne kaçışını sağlayabilecek bir film oldu. İnsanlar bu filmi izleyince kendilerini daha önce hiç görmedikleri yerlerde bulacaklar. Tamamen orijinal bir deneyim oldu.”

Hiç yorum yok: