Michelle Monaghan ile “Eagle Eye” üzerine söyleşi

Yeni bir senaryoyu elinize ilk aldığınızda bir oyuncu olarak nasıl değerlendirirsiniz?

Michelle Monaghan: Bu filmin senaryosundan örnek verecek olursam, son derece hızlı tempolu oluşu hoşuma gitti. Senaryoları çok nadiren tek oturuşta bitiririm ama bunu elimden bırakamadım. Eğer senaryodaki sözcükler beni sımsıkı kavramışsa bunun iyi bir işaret olduğunu sezinlerim. Ardından yönetmenin ve diğer oyuncuların kim olduğuna bakarım. Tüm bunlardan sonra karar vermek benim için hiç de zor olmaz.

Rolün belirli bölümleri üzerinde kafa yorar mısınız? Öyküye nasıl katkıda bulunabileceğinizi düşünür müsünüz?

İkisi de… Bana teklif edilen rolü okurken o karakterle nasıl bağlantı kurabileceğimi hissetmeye çalışırım. Ayrıca üstleneceğim rolün, filmin öyküsünün daha geniş kesimlerine nasıl yansıyacağı üzerinde de kafa yorarım. Bu filmde oynadığım bekar anne rolünü çok sevdim. Daha önce böyle bir karakteri hiç oynamamıştım. Burada gerçekten çok sıkı çalışan ve hayatında hiçbir şey kolay gitmeyen bir anne var. Diğer bekar annelerin yaşadığı sorunlarla o da mücadele eder. Ergenlik çağındayken hamile kalmış ve hayatı boyunca bunun getirdiği zorluklarla mücadele etmiş. Çocuğuyla ilgilenmeyen sorumsuz bir baba sözkonusu olunca herşeyi kendisi üstlenmek zorunda kalmış.

Tüm bunların üstüne bir de çocuğunun ortadan kaybolma ihtimali gibi bir kabus eklenince daha büyük sorunlarla yüzyüze kalır…


MM: Kesinlikle… Bence bu bir ebeveynin karşılaşabileceği en büyük kabustur. Eğer siz böyle bir pozisyonda kalsaydınız çocuğunuzun hayatını kurtarmak için ne kadar ileri gidebilirdiniz? Bence filmde sorulan en temel soru budur.

Tıpkı ana karakterler gibi izleyiciden de bu zor yolculuğa katılması istenir. Neler olup bittiği konusunda izleyicinin de elinde bir ipucu yoktur. Sizce bu senaryoyu ilginç kılan yönü nedir?

MM: Sizin de dediğiniz gibi bu filmde izleyiciyle birlikte yolculuğa çıkıyoruz. Filmin baş karakterleri olarak bizler de izleyicinin bildiğinden daha fazlasını bilmiyoruz. Bu durumun filmdeki konuya farklı bir boyut getirdiğini, izleyecek olan herkesin bu durumu fark edeceğini düşünüyorum. Bir bulmacayı çözmeye çalışırken izleyicinin de yanınızda olduğunu bilmek heyecan verici…

Senaryoda veya film setinde Steven Spielberg’in ne kadar parmak izini gördünüz?

MM: Herşeyden önce bu onun fikriydi ve “Close Encounters”I çektiği günlere kadar uzanan geçmişi vardı. Dünyamızın bugün geldiği noktayı Spielberg’in bundan 20 yıl öncesinde öngörmüş olması gerçekten etkileyici… Bazı günler sete geliyordu. Her zaman takdir ettiğim ve saygı duyduğum bir insanı yakından görmek, yönetmenimizle birlikte çalışırken izlemek heyecan vericiydi. Bu filmin onun açısından ne kadar önemli olduğunu görebiliyorduk.

Günümüzde gerçek haline gelen “Büyük Birader Gözetliyor” olayını Spielberg’in yıllar öncesinden öngörmüş olmasından ve teknolojinin artık yaşamımızın her alanını ele geçirmesinden etkilendiğinizi söylüyorsunuz. Yaptığımız ve söylediğimiz herşeyin gözetlendiği düşüncesinde misiniz?

MM: Kesinlikle evet. Shia ile ikimizin bu kadar çok etkilenmemizin temelinde bu düşünce var. Açıkçası teknolojinin vardığı noktaya daha önce bu şekilde hiç bakmamıştık. Büyük Birader’in bizi her gün yoğun olarak gözetlediğini anladık. ATM’lerden para çekmekten tutun da gündelik yaşamımızın her noktasında sürekli gözetleniyoruz. Yolda yürürken bile farkında olmadan çeşit çeşit video kameralarla kayıt altına alınıyoruz.

Bu kadar çok gözetleniyor olmamız konusunda ne düşünüyorsunuz?

MM: Ben New York’ta yaşıyorum. Kentin her köşesine kameralar yerleştirildiğinin farkındayım. Bunların şiddet olaylarını engellemek amacıyla konulduğu söyleniyor. On Star adlı araba sisteminin kendiliğinden devreye girme yeteneğine sahip olduğunu, o an hangi noktada olduğunuzu tam olarak bildiğini öğrendim. Hoşunuza gitse de gitmese de bu böyle. İçerisinde bulunan Prius sisteminde bir chip var. Sizin gittiğiniz güzergahın kayıtlarını tutuyor. Bu chipe giriş yapabilen herkes sizin o anda nerede olduğunuzu bilebilir. Aynı durum cep telefonları için de geçerli… Cep telefonunuzla konuşurken izlenebilir ve dinlenebilirsiniz. Tüm bunlar artık yaşamımızın parçası olduğu için avantajlı olduğunu düşünüyoruz ama günün birinde bizim aleyhimize de kullanılması mümkün…

Film bu konuyu keşfe çıkıyor değil mi?

MM: Bunun ilk örneği telefondur. Shia’nın oynadığı karaktere bir çağrı gelir. Kimden geldiğini bilemez. Sonra benim bulunduğum bölgeye doğru yönlendirilir. O güne kadar birbirini tanımayan iki karakter böylece tanışmış olur. O andan itibaren bu ikisinin çevresindeki herşey teknoloji tarafından yönetilir. Arabaların spot lambaları bile dahil olmak üzere yaşamımızın her yanını kontrol altına alır.

Bizi tanımadığımız birisine yönlendiren bir çağrı almak insanda karamsar çağrışımlar yapıyor. Sonuçta o insanla işbirliği yapacağımızın bir garantisi yok. Ancak Shia’nın oynadığı karakterle sizin üzerinize doğru silahlı bir adam koşmaya başladığında birbirinize şans veriyor ve dinlemeye başlıyorsunuz…

MM: Doğru. Aslında filmde verilen her karar, yaşam ile ölüm arasındaki anlık kararlardır. Birbirimizle konuşacak, anlamaya çalışacak, tartışacak zamanımız bile yoktur. Bu yüzden sürekli olarak anlık kararlar vermek zorunda kalırız ve her an diken üstündeyizdir. Çünkü çevremizdeki olaylar soluksuz tempoda sürer gider.

Shia ile bu filmden önce tanışmış mıydınız?

MM: Onunla “Constantine” adlı filmde kısa bir tanışmamız olmuştu ama sadece ayak üstü konuşmuştuk. Onu yeniden görmek heyecan verici oldu.

Rol arkadaşızda sizi en çok etkileyen yön ne oldu?

MM: Henüz 21 – 22 yaşlarında olmasına rağmen büyüleyici bir oyuncuydu. 10 yıl sonra nerelere geleceğini hayal bile edemiyorum. Provalarda bile çok çok iyiydi. Kendisini işine adamış bir aktör olduğunu gördüm. İşine çok fazla önem veriyor. Yönetmenin istediğini alabilmesi için elinden geleni yapmaktan çekinmiyor. Aynı zamanda çocuksu nitelikleri de var ama son derece yetenekli bir genç aktör olma yönünde hızla olgunlaştığını gördüm.

Bu bir aksiyon filmi olduğuna göre sizden fiziksel anlamda neler istendi?

MM: Hayatımda hiç bu kadar çok koşmamıştım. Bu filmde en çok yaptığımız şey koşmak oldu. Shia bugüne kadar oynadığı bütün filmlerinde koşmuştu ama bu kadarına o bile şaşırdı. Benden daha hızlı koştuğunu kabul ediyorum. Çoğu zaman yetişmekte zorlandım.

Çekimler başlamadan önce kondisyon çalışması yaptınız mı?

MM: Hayır. Bu kadar çok koşacağımın farkına varamamıştım. Başka bir filmden çıkıp buraya geldiğim için hazırlık yapmaya fazla zamanım olmadı. Buna rağmen akrobatik hareketlerin çoğunu kendim yaptım. Bazı sahneler o kadar tehlikeliydi ki, nasıl yaptığımıza hala inanamıyorum. Aksiyonu seven bir insanım. Hayatımın önemli bir parçasıdır. Bu yüzden aksiyon sahnelerinde çok eğlendim. Filmler sayesinde bu yönümü değerlendirmek hoşuma gider. Harika bir dublörüm vardı ve benim yapamayacağım sahnelerde o oynadı ama başarabileceğim her sahnede kendim oynadım. Portresini çizdiğim karakter gibi yara ve sıyrıklar almak bile hoşuma gitti.

Şimdiye kadar hep işin fiziksel yönünden bahsettiniz. Bir de duygusal yönünü sormak isterim. Filmde başı dertten kurtulmayan sorunlu kadın rolünde değilsiniz. Böylesine güçlü bir kadın karakteri oynamak sizin için ne kadar önemliydi?

MM: Portresini çizdiğim bu karakter, küçük yaşlardan beri güçlü olmayı öğrenmiş bir kadındır. Tek başına bir çocuğu büyütmek hiç kolay birşey değil… Bunun sonucu olarak çok güçlü bir yapısı var. Böyle bir karakteri ‘kurban’ gibi sergilemek istemedim. O güne kadar çok sayıda ekstrem durumla karşı karşıya kalmış ama hiçbirisi çocuğunu kaybetme ihtimali kadar ekstrem olamaz. Eski kocasının sorumsuz bir adam olması nedeniyle erkeklere güvendiği pek söylenemez. Dolayısıyla Shia’nın oynadığı karaktere de başlangıçta güven duymaz. Ancak başına gelen bu durumdan dolayı kimi suçlaması gerektiğini de bilemez. Bence bu iki karakterin en ilginç yönü, birbirine güven duymayan iki karakter olmasıdır. Sonradan güven duygusu ortaya çıkar ama bunun gerçekleşmesi biraz zaman alır. Birbirlerinin o güne kadarki altyapısını bilmedikleri için de gerçek anlamdaki ilk konuşmalarına kadar epeyce zaman geçtiğini görürüz. Gerçekten konuşmayı başarabildikleri andan itibaren birbirlerine daha iyi anlamaya başlarlar ve yara almadan birlikte ilerlemeyi öğrenirler.

İzleyici bu yoğun dokulu senaryoyu sinema salonunda izlerken kendini baş karakterlerin yerine koyacak ama gerçek hayatta böyle şeylerin başına gelmesini istemeyecektir. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?

MM: İzleyicinin bu filmdeki olayları duygusal açıdan hissedebileceğini, heyecanın getirdiği adrenalini deneyimleyeceğini düşünüyorum. Ancak gerçek hayatta böyle sonuçları yaşamayı elbette istemez. Bence bu filmin gündeme taşıdığı çok önemli sorular var: “Başınıza böyle bir durum gelse, hangi noktaya kadar ileri gidebilirsiniz? Banka soyar mısınız? Başka birisine ateş eder misiniz? Sevdiğiniz bir insanı kurtarmak adına başka bir insanın hayatını riske atar mısınız? Bu sorular film boyunca sık sık gündeme gelir ve karakterlerin karar vermek için saniyelerle ölçülen sınırlı zamanı vardır. Kısacası ‘Ne yapardınız?’ sorusu sıkça sorulduğu için izleyici de kendi tercihini yapacaktır.

Kadın oyuncuların çoğu filmlerinde güzel görünmeyi ister. Oysa siz bu filmde mümkün olduğu kadar bu imajın tersini istemiş gibisiniz…

MM: Sadece dört giysiyle kamera karşısına geçmek başlangıçta hoşuma gitti ama beşinci ayın sonunda tek isteğim kıyafet değişikliğiydi. Sivri topuklu çizmelerimin sık sık topukları kırıldı. Her çekim gününde sürekli makyaj yapılarak kesik ve sıyrıklar yerine konuldu. Üstümüz başımız sürekli kir pas içindeydi. Saç ve makyaj birimleri sürekli çalıştı. Farklı sahnelerde konunun sürekli ileri ve geri akıyor olması nedeniyle sürekliliğe büyük önem veriyorlardı. Yapılan çalışma gerçekten büyüleyiciydi.

Filmin iki baş karakterinin birbirine karşı romantik yaklaşımı olmadığını, ikisi arasındaki ilişkinin bu tip filmlerdeki tipik eğilimin tersine yönde geliştiğini görüyoruz…

MM: Kesinlikle doğru. Shia, DJ (yönetmen) ve benim için bu çok önemliydi. İkisi arasındaki ilişkiye böyle bir bakış açısı gerektiği konusunda konuşup anlaşmıştık. Bu iki karakter birbiriyle konuşmak suretiyle birçok şey öğrenirler. Bence böyle bir uzlaşma, izleyici açısından dudakların birleşmesine kıyasla çok daha doyurucudur. Portresini çizdiğim karakterin yaşanan gelişmeler sonucunda gardını indirdiğini ve karşısındaki erkeğe güvenmeye başladığını görürüz ki, bence bu olgunluğun ta kendisidir. Hiçbir öpüşme sahnesi bunun yerini tutamaz.

Yönetmeniniz için neler söyleyebilirsiniz? Bu filmin çok özel olmasında ne gibi katkıları oldu?

MM: DJ Caruso hakkında ne desem az gelir. Ona büyük saygı besliyorum. Son derece enerjik bir insan ve yönetmenliği de seviyor. Filmin aksiyon boyutuna dikkat ederken karakterleri de anladığını gördüm. Oyuncuların herşeyden önce karakterleri anlaması gerektiğinin de bilincindeydi. Bu iki karakterin zaman içinde birbirine güvenmesi çok önemli olduğu için bu gelişimi korumak için uğraştık. Gerçekten işe yarayan sade, sessiz ama sağlam yönetim sergiledi. Çocuk sahibi bir yönetmen olduğu için bu senaryoyu kişisel anlamda da benimsemiş olmalı ki, bu durumu yönetimine yansıttı.

İzleyicinin sinema salonundan çıkarken bu filmden ne mesaj almasını umuyorsunuz?

MM: Teknolojiye artık eskisi gibi olumlu gözle bakabileceklerini sanmıyorum. Filmde göreceğiniz birçok şey gerçek ve doğru olduğu için insanlar da teknolojinin aslında ne olduğunu ve neler yapabileceğini fark etme noktasına geleceklerdir.

Aksiyon sahnelerinde yüreğinizin hızla çarptığını söylemiştiniz. Aktörler çekim esnasında bu momentumu hissedebiliyorlar mı?

MM: Evet. Sürekli olarak takip ediliyor, koşuyor, ateşli silahların konuştuğu mücadelenin ortasında kalıyorduk. Setteki tablo böyle olunca doğal olarak momentumu hissediyorsunuz.

Yaşadığınız duygu, korku mu yoksa heyecan mıydı?

MM: Korku olsaydı yapmazdım. Heyecandı demek daha doğru olur. Shia sürekli yanımda olduğu için büyük yardımını gördüm. Aksiyon sahnelerinde bizzat kendimiz oynamamış olsaydık bunu hissetmek daha zor olurdu ama kendimiz oynayınca o anları tam olarak hissettik.

Aksiyon sahnelerinde tam doğru duyguyu yaşadığınız özel bir sahneyi paylaşır mısınız?

MM: Araba takip sahnesini örnek verebilirim. Porsche şirketi o sahne için Cayenne TurboS modeli arabalarından bir tanesini bize ödünç verdi. O araba bizim ikinci evimiz gibiydi. Direksiyonda ben vardım. Telefondan gelen ses, arabayı sürmemi söyleyince Chicago caddelerinde 12 dakika süren bir araba takip sahnesi başladı. Yeşil ışıklar sürekli bize yanıyordu. Çarpışmalardan kıl payı kurtuluyorduk. Teknoloji peşimizdekilerden kurtulacağımız şekilde çalıştığı için her türlü problemden sakınmayı başarıyorduk.

Hazırlık için sürücü kursuna gittiniz mi?

MM: Hayır. Arabaya ilk bindiğimiz andan itibaren yeterince hızlıydım. Shia bile biraz korktu. Ancak ben kendimi güvende hissediyordum. Hızlı gitmek çok eğlenceliydi. Araba sahnesinin bir bölümünde dublörlerimiz oynadı.

Oynarken aklınızdan neler geçti?

MM: Aslında biraz çılgın gibi hissettim ama teknik ekiplere güveniyordum. Giderek çıtayı yükselttikçe “Neler oluyor?” diye düşündüğüm anlar da oldu ama zor gibi gözüken sahneyi başarınca inanılmaz bir heyecan duygusu yaşıyorsunuz. Filmi izleyince göreceğiniz gibi ilk 15 dakikalık bölümünde bir an bile durmak bilmeyen soluk soluğa bir tempo var.

Hiç yorum yok: